Sayfa Yükleniyor...
Son bir yıldır en yoğun tartışılan siyasi konulardan biri şüphesiz ki başkanlık konusudur. Fakat ne ilginçtir ki sistemin nasıl işlediğini, avantaj ve dezavantajlarını tartışmak yerine, kişilikler üzerinden ya toptan desteklenmektedir ya da doğrudan reddedilmektedir. Bu tartışmanın sağlıklı yapılmadığının önemli bir göstergesi, seçim sürecinin siyasal düşünce, politikalar, projeler ve gelecek tasavvuru merkezli olmasından ziyade, başkanlık odaklı bir kamplaşmaya neden olmasıdır. Oysa bu ülkede işsizlik, siyasi çatışmalar ve bölgesel gelişmeler gibi çok daha hayati siyasi sorunlar var.
Başkanlığın şeklini, içeriğini, yetkileri ve olası sistemin avantaj ve dezavantajlarını düşünmeden desteklemek ne kadar yararsız ise, aynı şekilde karşı çıkmak da o kadar sağlıksızdır. Başkanlık sistemi başkanın anayasal yetkileri, yasama gücü, süresi, seçim sistemi ve siyasal yapılanma dahil bütün olarak bir buzdağı ise halihazırda yapılan tartışmalar buzdağının görünen kısmı üzerinden yürütülmektedir. Oysa buzdağının altına odaklanılmalıydı.
Peki nasıl bir sistem tartışması yapılmalı? Sistem topluma ne getirir, toplumdan ne götürür?
Öncelikle sistemin kendisinden ziyade, ne kadar demokratik olduğu önemlidir. Sistemin demokratik istikrar, çoğulculuk, hukukun üstünlüğü, güçler ayrılığı, insan hakları ve azınlık haklarını ne kadar koruduğuna bakmak gerek. Bütün bunlar da şüphesiz sadece kurumsal bir yeniden yapılanma ile olacak şeyler değildir. Demokrasinin kurumsal boyutu yanında değerler boyutu çok önemlidir. Bu çerçevede demokratik siyasal kültür ve değerlerin topluma yerleşmesi, kişilerin bu değerleri içselleştirmesi gerekir. Yani kasabada tek oyunun demokrasi olması gerçek bir demokratik düzen için hayati derecede önemlidir. Bunu gerçekleştirmenin en önemli yollarından biri de eğitimdir.
Tekçi, dışlayıcı ve ötekileştirici bir Kemalist eğitimden çoğulcu, hoşgörülü, çok kültürcü ve kapsayıcı demokratik bir kültür beklemek beyhudedir. İnsani değil, ideolojik bir eğitimin üreteceği tek şey tekçi, baskıcı, asimilasyoncu ve sömürgeci dikta bir kültürdür. 100 yıldır eğitimle verilen bu kültür hem bireyler hem de kurumların derinliklerine sinmiştir. Bu ülkenin 65 yıllık demokrasi tarihine sığdırılan 3,5 darbe bunun açık bir delilidir. 65 yıldır uluslararası endekslere göre, hala yarı demokratik bir ülke olmanın temelinde bu eğitim sisteminin oluşturduğu tekçi zihniyet yatmaktadır. Parlamenter sistem ya da başkanlık sitemi olsun bu eğitimle varacağınız nokta darbeler, baskılar, asimilasyon, çatışma ve fakirliktir. Çoğulcu, hoşgörülü, kapsayıcı, çok kültürcü ve ahlak temelli bir eğitim verilmediği sürece gerçek bir demokrasiye ulaşmak zordur. Demokrasi bir sistemdir ama aynı zamanda bir kültürdür. Demokrasi hem yaşamakla hem de eğitimle öğrenilir.
Demokratik bir eğitim ve demokratik bir kültür eşitliği, adaleti, barışı ve düzeni sağlamak için önemli bir araçtır. Demokrasi ya da başka bir sistem hiçbir zaman amaç olamaz. Amaç insandır, insanın mutluluğudur, insan onurunun korunmasıdır. Tarih boyunca peygamberler, alimler, filozoflar, siyaset bilimciler bunun için uğraşmıştır, Herhangi bir sistemi, ideolojiyi ya da düşünceyi insandan üstün ve değerli tutmak baskıya, zulme ve adaletsizliğe kapı aralamaktır.
Bu çerçevede, yeni bir Türkiye için, yeni bir sistemin gerekli olduğu konusunda neredeyse herkes hemfikir olmakla birlikte içerik üzerinde uzlaşılamamaktadır. Bu yeni sistemde eğitimden devlet yapısına, vergiden seçim sistemine kadar her şey demokratik ve sürdürülebilir bir barış inşasını hedeflemelidir. Demokratik ve çoğulcu bir toplumsal yapıyı amaçlamalıdır. Kemalizmi yeni bir renkle yeniden inşa edecek bir sisteme ihtiyaç yoktur. 100 yıldır bundan ne hayır gördüysek, bundan sonrası da ondan farklı olmayacaktır. Onun yerine insani, ahlaki, özgür, çoğulcu, demokratik ve ideolojik olmayan yeni bir sistem kurulmalıdır. Bu sistemin başkanlık ya da parlamenter olmasının bir önemi yok. Önemli olan sistemin özüdür.
Başkanlık sisteminin birtakım avantajları var: Bunlar başkanın halk oyu ile seçilmesi, güçler ayrılığı, hız, kararlılık ve siyasal istikrardır. Fakat dezavantajları da vardır: otoriterleşme eğilimi, sistemin kilitlenmesi ve kriz anlarında liderlik değişiminin zor olması. Bu avantaj ve dezavantajlar sadece başkanlık sistemine has değildir şüphesiz. Başkanlık sisteminin anayasal tasarımı, yetkileri, parlamento ile ilişkileri, seçim sistemi, devlet yapılanması ( merkez yerel ilişkisi) ve sivil asker ilişkileri gibi bir dizi yasal ve anayasal yapılanma bütün sistemin işleyişini etkileyecektir.
Dünyada çok sayıda istikrarlı ve gelişmiş başkanlık sistemi olduğu gibi istikrarsız ve gelişmemiş olanları da vardır. Aynı yorum parlamenter sistem için de geçerlidir.
Türkiye için parlamenter sistemin daha iyi olduğunu söylemek tıpkı üniter devletin ve tekçi zihniyetin daha yararlı olduğunu söyleme ezberinden ve inancından başka bir şey değildir. Parlamenter sistem o kadar iyiyse, bu kadar darbe ve çatışma neden ortaya çıktı? Başkanlık sistemi olsa bunlar olmazdı demek de doğru değildir. Bunlar olabilirdi, olmayabilirdi de.
Sorun yine siyasal kültüre ve eğitime dayanıyor. Kemalist eğitimden geçmiş bir topluma yeryüzünün en demokratik sistemini de getirseniz, varacağınız yer çok farklı olmaz. Öncelikle zihniyet, bakış, felsefe ve eğitim değişecek. Çocukları tekçi ve asimilasyoncu bir zihniyetle zehirledikten sonra ondan demokrasi beklemek, bir oksimorondur. Oysa ne ekersen onu biçersin sözü oldukça yaygındır bu toplumda.
Yararlı bir tartışma yapılacaksa toptancı ve taraflı yorum ve anlayış yerine, getirilecek yeni sistemin anayasal tasarımı, avantaj ve dezavantajlarını tarihsel ve kültürel bağlamda değerlendirerek tartışmalı. Bu seçimler tamamen başkanlık tartışmaları gölgesinde yürütülecekse bu topluma yazık edilir. Bu seçimler, bilge çağı olan 21. yüzyılı ıskalamamak için yeniden yapılanmaya odaklanmalıdır. Değer üretecek, medeniyet tasavvuru olan ve insanlığı merkeze alan bir anlayış ve kültüre dayanmalıdır. Yok ayrı fakat ayrılmaz Kemalist anlayışlar yarışacaksa, kolayından 'tek parti olsun, temiz olsun'.