Türkiyede dört mevsim darbe geleneği maalesef devam etti. Kimsenin beklemediği bir anda ve herkesin darbeler dönemi kapandı dediği bir dönemde oldukça komplike, organizeli ve kanlı bir darbe girişimi oldu. Bu girişimin Türkiyenin iç ve dış politikası ile ekonomi ve demokrasisi üzerinde çok derin etkileri olacaktır.
Darbe girişiminin söz konusu etkilerini başka bir yazıya bırakarak, önce analiz için önemli olduğunu düşündüğüm dünya darbeleriyle ilgili bir istatistik, darbelerin oluşturduğu militarist kültür ve onun darbecilik için oluşturduğu zemini yazmak istiyorum.
Foreign Policy Dergisinin Mayıs 2015 sayısında Erik Meyerson tarafında yazılmış bir makaleye göre, 1950 yılından bu yana son 65 yılda dünyada 94 ülkede toplamda 232 darbe ve darbe girişimi olmuştur. Başka bir ifadeyle son 65 yılda dünya darbe ortalaması her ülke için 1 ve darbenin yaşandığı ülkeler içinse bu oran 2yi aşmaktadır. Türkiye ortalaması ise hepsinin çok ama çok üzerinde; üç darbe, biri normal birisi e-muhtıra (27 Nisan 2007) olmak üzere iki muhtıra, bir post-modern darbe ve son olarak da halktan darbe yemiş bir darbe. Türkiye ortalaması dünya ortalamasının yedi katı ve darbenin yaşandığı ülkeler ortalamasının dört katı kadardır. Bu istatistikler, Türkiyede dört mevsim darbe geleneğini maalesef haklı çıkarmaktadır.
Peki darbeler ne tür rejimlerde ortaya çıkmaktadır? Darbeler sadece baskıcı ve dikta hükümetlere karşı olan şeyler değil. Dünyadaki bu darbelerin yüzde 25i demokratik yollarla seçilen hükümetlere karşı gerçekleştirilmiştir. Fakat şu unutulmamalıdır ki darbeye sahne olan söz konusu demokratik ülkeler, büyük oranda yarı-demokratik ülkeler olmuştur. Yani konsolide olmuş demokrasiler değillerdir. Yine dünyadaki bu darbe ve darbe girişimlerinin yüzde 50den fazlası girişim aşamasında kalmış yani darbeciler açısından başarısız kalmıştır. Yani aslında dünyadaki her darbe girişimlerinin başarı şansı yüzde 50nin altındır. İstatistikler bazen çok şey ifade ederler.
Darbeler demokrasi için öldürücü bir virüstür. Hem kurumsal olarak demokrasiyi ortadan kaldırır, hem de toplumda demokratik kültürü yok eden, onun yerine militarizmi yerleştirmeye çalışan bir anlayış getirir. Bu anlayış eğitimden spora, eğlenceden ticarete kadar geniş bir yelpazeyi teslim alır.
Türkiyeyi ele alırsak, çok kısa ve öz olarak bazı militarist kültürün unsurları şöyledir. Darbecilerin hazırladığı 82 Anayasası ve ona paralel hazırlanan yasalar tam da böyle bir zihniyeti yansıtmaktadır. Eğitim mevzuatı bile, yakın tarihte liselerde zorunlu olarak okutulan Milli Güvenlik dersinin ötesinde, ilköğretimden itibaren militarizmi derslerin ve konuların içine gizlenerek yerleştirmeyi öngörmektedir. Söz konusu tebliğ hala yürürlüktedir maalesef. Mecliste bütçe görüşmelerinde tüm kurumların bütçeleri detaylı bir şekilde lehte ve aleyhte konuşmalarla sürdürülürken, Milli Savunma Bakanlığı bütçesi uzun bir dönem neredeyse hiç tartışılmadan ve bütün partilerin onayı ve desteğiyle ve ayakta alkışlanarak çıkabilmekteydi. Yine Mecliste tüm komisyonların görüşmeleri tutanakla kayıt altına alınırken, 2009 yılında Almanakta yayımlanan bir bilimsel makalemde de ifade ettiğim gibi Milli Savunma Komisyonunda tutanak tutulmamaktadır. Protokolde askerlerin çoğu zaman halkın oyuyla seçilen siyasetçilerin önünde olmaları ayrı bir militarist klişe ve anti-demokratik garabettir. Toplumda askerliği kutsayan ve onu olağanüstü bir meslek olarak lanse eden geleneksel ve dini anlayışlar geliştirilir ki bundan bizde çoktur. Eskiden stadyumlarda resmi günlerde yapılan militarist gösteriler, yine televizyonlarda yaptıkları eğitimleri akrobasi gösterilerine çevirerek militarizme ortam hazırlama psikolojisine hizmet ediliyor. Ve bunların çoğu da hala büyük bir aşk ve şevkle yapılmaya devam ediliyor.
Böyle bir ortamda militarizm her zaman canlı kalır. Darbeler her zaman zemin bulur. Darbe ihtimali hiçbir zaman bitmez. Dün Ergenekon, bugün paralel, yarın Ergenekon reloaded, öbür gün şimdi oluşturulmaya çalışılan paralelcikler darbe yapmak isterler. Çünkü demokratik, çoğulcu ve hoşgörülü bir zihniyet yok toplumda. İşe alımlarda liyakat, kalite ve hak dikkate alınmıyor. Toplumda büyük oranda toplumsal kesimler tahakküm etmek ister, herkes militarist ve herkes bir nebze otoriter.
Darbeye karşıymış gibi görünenler bile dolaylı bir destek verebilmektedir. 28 Şubatta kimse açıkça darbeyi destekliyoruz, askeri yönetim istiyoruz demedi. O zamanların meşhur sloganı vardı: Ne darbe, ne şeriat! idi. Aslında bu sloganı atanlar Refahyol hükümetini şeriat getirmekle itham ediyor ve onu darbe ile eşitleyerek ikisini de istemediğini söylüyor. Fakat bu slogancıların hepsi 28 Şubat post-modern darbesini destekliyordu. Halkın parti ve ideolojilerini bir kenara bırakarak karşı çıktığı son darbe girişiminde bile, 15-16 Temmuzda twitterde açılan hashtaglerden biri #nedarbenediktatörlük idi. Binlerce tweet alan bu hashtagın ne darbe, ne şeriat sloganından farkı yoktu. Herkes benim darbecim iyidir derse darbe bitmez. İhtimal her zaman olur.
Darbe durumlarında bir slogan olacaksa, 27 Nisan E-muhtırasına karşı Genç Sivillerin geliştirdiği sloganlardan Ne darbe, ne darbe! şeklinde olmalıdır. Şeriat ya da diktatörlük dahil diğer tüm toplumsal ve siyasal sorunlar ayrı ortamlarda, farklı zeminlerde ve zamanlarda tartışılır. Darbeye koşulsuz, fakatsız ve amasız bir karşı duruş geliştirilmelidir. Zira darbe olduğunda hiçbir şey tartışılamaz. Öyle bir zemin olmaz çünkü.
Bu nedenle, doğru slogan NE DARBE, NE DARBE! olmalıdır. Bunu sağlamanın yolu çoğulcu, hak ve özgürlüklerin korunduğu konsolide olmuş bir demokrasi ve militarist kültürün toplumdan kaldırılmasıdır.