Obama Doktrini: Yurtta Susmak, Cihanda Susmak


  • Oluşturulma Tarihi : 21.07.2014 06:45
  • Güncelleme Tarihi :
Obama Doktrini: Yurtta Susmak, Cihanda Susmak  yazının resmi

ABD Başkanlarının en güçlü ve karar alma mekanizmalarında oldukça yetkili oldukları alanlardan biri dış politikadır. Bu nedenle, hem seçim sürecinde hem de seçimden sonra herkesin merak ettiği bir meseledir. Dünya haklı olarak bir süper gücün yeni başkanının dünya meselelerine nasıl baktığını, ne tür politikalar uygulayacağını merak ediyor. Obama’nın 2008 yılında başkan seçilmesi dünyada hem bir heyecan hem de bir merak uyandırmıştı.

Bush döneminde tarihi misyonu dışına çıkarak küresel kovboyluğa soyunan ABD yönetimi, dünyayı bir savaş alanına çevirmiş, küresel düzeyde güvenlik ve silahlanma kaygıları artmış, Soğuk Savaşvari fakat farklı parametrelerle yeni bir kutuplaşma ortaya çıkmış, uluslararası barış ve düzen yerini çatışma ve kaosa bırakmıştı. Kasım 2008 ABD başkanlık seçimleri dünya barışı ve düzeni için yeni bir umut oldu.

Başta Irak ve Afganistan savaşları, Ortadoğu sorunu, aşırı uçların oluşturduğu tehdit, nükleer silahların artması, uluslararası finansal kriz, iklim değişikliği, küresel ısınma, küresel fakirlik, zengin ve fakirler arasında giderek büyüyen uçurum gibi yoğun olan dünya gündemi Obama Yönetiminden çok şey beklemekteydi.

Dönemin Dışişleri Bakanı Hillary Clinton tarafından 15 Temmuz 2009’da açıklanan Obama Doktrini genel olarak değerlendirildiğinde ilk göze çarpanlar şunlardır; Uluslararası meselelerde ABD’nin tek taraflı karar alma yerine çok taraflı (multilateralism) karar almaya özen gösterileceği, kimseyi ötekileştirmeyeceği, geçmişi unutup yeni sayfalar açılacağı, İran’la dahi diyalog fırsatı aranacağı vurgulanmıştır. Ayrıca, uluslararası sorunlarda sadece devletlerle değil, bireyler ve STK’larla işbirliği halinde çözümlerin aranacağı önemliydi.

Bu stratejileri gerçekleştirebilmek için ABD’nin şu politikaları izleyeceği Clinton tarafından vurgulandı: birincisi, tarihi ortaklarla işbirliğinin yaratılması ve geliştirilmesi için yollar aranacak; ikincisi, ABD ile uzlaşmayan veya anlaşmayan ülkelerle de ilişki kurmanın yolları aranacak; üçüncüsü, kalkınma ABD gücünün temel dayanağı haline getirilecek; dördüncüsü çatışma alanlarında sivil ve asker eylemleri ortak yürütülecek ve son olarak, hedefe varmak için başta ekonomik güç olmak üzere ABD’nin tüm kaynakları birleştirilecek.

Clinton, bütün bu politika değişikliğini şu sloganla ifade ediyordu:“from multi-polar to a multi-partner world” yani “çok kutuplu dünyadan çok ortaklı dünyaya” geçiş yapılacaktı. Doktrinin genel adı ise sloganı kadar yeni ve güçlü idi;  “The architecture of cooperation” yani “İşbirliği Mimarlığı”. Bu kavramı çokça kullanan Clinton, belli ki açılan yeni sayfada yeni bir dil keşfetmişti.

Bush’tan sonra Obama’nın gelişi başta sorunlu bölgeler olmak üzere bütün dünyada bir umut ve heyecan uyandırmış ve herkes çok özgün olmasa bile, ümit var olan yeni politikalarını nasıl uygulayacağını merak ediyordu. İlk dönemlerde Guantanamo işkence haneleriyle ilgili verdiği kapatma sözü sevinçle karşılansa bile kısa zamanda verdiği sözleri gerçekleştirememesi dünya kamuoyunda endişeye neden oldu. Filistin konusunda verdiği birkaç cılız demeçten sonra bile ABD’nin paralel devleti olarak kabul edilen Yahudi lobisinin baskısına dayanamayıp İsrail’i desteklediğini ilan etmesi ise tam bir hayal kırıklığına yol açtı. Zaman ilerledikçe ezilen dünyanın umudu olan Obama’nın ümitsiz bir vakıa olduğu anlaşıldı. En çok İsrail yanlısı olarak kabul edilen başkanlardan biri olan Bush bile II. Döneminde İsrail saldırıları karşısında zaman zaman hoşnutsuzluğunu dile getirirdi, Obama II. Döneminde bile İsrail’e desteğini adeta otomatiğe bağlamış her durumda açık destek vermekten geri durmamaktadır. Bu talihsiz durum maalesef, birçok ABD başkanlarının mukadderatı gibi, zira çok güçlü ve örgütlü olan ABD’nin paralel devleti olan Yahudi lobisine teslim olma durumları açıkça görülmektedir. ABD gerçek anlamda bir süpergüç olmak istiyorsa, kendi kararını özgürce almak istiyorsa öncelikle bu lobilerin etkisinden kurtulmayı başarmalıdır. Zor gibi görünmektedir fakat imkansız da değildir.

Aktif ve belirleyici bir Başkan olacağı düşünülen Obama’nın zamanla pasif ve etkisiz eleman haline gelmesi dünya barışı ve insan hakları adına büyük bir talihsizlik. Bu nedenle, haksızlıklar karşısında sesinin gür çıkacağı umulan Obama’nın gerçek doktrinin aslında “Yurtta Susmak, Dünyada Susmak olduğu” noktasına gelinmiş durumdadır. İsrail bu nedenle bu kadar küstahça davranmakta, sivilleri öldürerek insanlığa karşı suç işlemekte, tedrici bir etnik temizlik uygulamakta, uluslararası hukuku ve dünya kamuoyunu hiçe saymaktadır. İslam dünyası mı? Onun sadece adı var. Filistin’in tek çaresi özgücüdür. Yek vücut halinde hareket ederlerse İsrail bile güç yetiremez, yok birbirini yemeye kalkarlarsa zaten İsrail’e gerek kalmaz.

 

Obama Doktrini: Yurtta Susmak, Cihanda Susmak
Prof.Dr. Nezir Akyeşilmen
Yazarımız Kim ?

Prof.Dr. Nezir Akyeşilmen