Sayfa Yükleniyor...
Öküz sözlük anlamı itibariyle, “Çift sürmekte, kağnı çekmekte kullanılan, etinden yararlanılan, iğdiş edilmiş erkek sığır” anlamına gelirken, yine sözlükte metaforik anlamda “Bön, görgüsüz, kaba, anlayışsız, yeteneksiz kimse.” Anlamında kullanılmış. Farklı zamanlarda ve farklı toplumlarda farklı şeyler sembolize eden öküz, eski toplumlarda güç ve kudreti, bazen bereketi temsil etmektedir. Tasavvufta ise, “yeme, içme, uyku, güç, haz, baskı” gibi hayvani, bencil ve nefsani sıfatları ifade etmek için kullanılmıştır. Oldukça dinamik bir kavram, aslında hayat gibi, o da değişime uğramaktan kaçınamamış bir olgu.
Eşyanın tabiatı gereği bazı canlılar NŞA’da bazı şeyleri yapamazlar. Örneğin, NŞA’da öküzler uçamazlar. Aynı soruyu kuşlar için sormak anlamsız olacaktır. Çünkü doğalarında zaten uçmak vardır? Fakat öküzler de normal olmayan koşullarda uçabilirler ya da uçurulabilirler. İleride teknoloji fazla gelişir de bir öküzü uçurabilir mi? Onu Allah bilir ama kim uçarsa uçsun bir öküzün uçması yine fazla olası gelmiyor. İkinci olasılık ise, çok zor durumda kalan bir öküz, başka seçeneği kalmamışsa yapabileceği tek şey uçmak ise, onu yapar. Tabi uçmak tek başına yetmez, uçtuktan sonra kontrollü bir şekilde yere inebilmek de önemli. İzlediğim bir sahnede, büyük bir fırtına kopuyor ve oldukça yüksek bir uçurumda bulunan öküzler ya kendileri atlıyor ya da rüzgar onları uçuruyordu. Fakat yere çakıldıklarında bir kısmı ölüyor, bir kısmının da ayakları kırılıyordu. Söz konusu görüntüde olduğu gibi, öküz uçmaya zorlanırsa sonu felaket olur. Çünkü öküzün doğası uçmaya müsait değildir. Fakat doğasına uygun hareket ettiği sürece bir sorun da olmaz.
Sorun sadece öküzde değil tabi. Doğasını en çok zorlayan hayvan, aslında insandır. İnsanoğlu kendisine bahşedilen akıl sayesinde güzel şeyler başarabilmiştir. Fakat bazıları, o an işlerine geldiği için ya da bilinçsizlikten olacak ki, kendilerine bahşedilen bazı şeyleri kendi yetenekleri sonucu elde ettiklerini düşünürler. Hal böyle iken onlar daha fazlasını isterler, ellerindekiyle hiç mutlu olmazlar. Hep daha çok isterler, zira kendi kapasitelerinin sınırı hakkında gerçekçi değiller. Kendilerini olduklarından çok daha önemli zanneder, çok daha zeki zanneder ve çok daha yüksek (!) makamlara layık görürler. Başka bir ifade ile, hak etmediği bir yere gelen bir kişi o yerle yetinmez. Şu ana kadar birçok kurumda çalıştım. Gerçekten o işlerde çalışmaya en az ehil olan kişilerin o işten en az mutlu olduklarını gördüm. Birçoğumuz benzer durumlara şahit olmuşuzdur. Örneğin, NŞA’da, sınavla, doğru çalıştırılan bir prosedürle bir pozisyona gelemeyecek bir kişi, torpille, hile ile ya da hataen o pozisyona getirilmişse, artık onu kimse tutamaz. Kapasitesinin farkında olmadığından ya da farkındadır fakat durumu manipüle ederek daha da fazlasını isteyecektir. Kapasitesinin farkında değilse kötü, fakat daha kötüsü farkında olması. Bu defa Kendi kendine, “Ben bu kapasiteyle buraya geldiysem demek ki her yere çıkabilirim” der. Literatürde buna Dunning-Krugersendromu ya da etkisi denmektedir. Etrafımızda bu tip insanlardan o kadar çok ki. Fakat gerçek bir sınavda yere çakılmaktan ve ayaklarını kırmaktan kurtulamıyorlar.
Bir toplum gerçeklerden, adalet ve hukuktan uzaklaştığı ölçüde, o toplumda Dunning-Krugersendromu yaşayan insanların sayısı artar. Liyakat ve ehliyetin önemsenmediği, ideolojik, dini, etnik veya felsefi düşünce birlikteliklerin, tarikat, cemaat, partizanlık ve akrabalığın temel ölçü kabul edildiği toplumlarda bu etki/sendrom çok daha yaygın olur. Tasavvuftaki öküz metaforu etkin bir pozisyonda bulunup Dunning-Kruger etkisi/sendromu yaşayan kişiyi iyi tanımlamaktadır. Bu tipler toplum için de büyük bir tehlike arz ederler. Etrafınıza iyi bakın, doğasını zorlayıp uçmaya çalışanlar ya da uçmuş olanlar varsa önce kendinize, sonra onlara dua edin. Bu sendromun başka çaresi yok çünkü.