Sayfa Yükleniyor...
İnsan hakları bütün insanların insanlık onuruna yarışır, insanca, özgür ve mutlu bir şekilde yaşamasını amaçlayan, adalet ve eşitliği hedefleyen bir değerler bütünüdür. İnsanların güçlenen sosyal ve siyasal yapılar karşısında insan olarak kalabilmesi için gerekli olan ilkelerdir. İnsan hakları insana özel bir değer atfediyor. Onu değerli görüyor. İnsan haklarının kaynağı din, tarih, siyaset, ekonomi, hukuk ve en önemlisi ahlaktır.
Peki, bu değer insanın kendi kendine biçtiği bir değer midir? Her insan aslında insan hakları aracılığıyla kendisini önemli bir yere mi konumlandırıyor? Mesele, ahlaki değil de pragmatik nedenlerle mi savunuluyor? Yani insan kendisine üstün bir kıymet mi biçiyor? Örneğin, kuşlar, tavşanlar ya da ağaçlar da kendi aralarında kendi kendilerine böyle bir değer atfediyor olabilir mi?
Bu soruların cevapları evet ya da hayır olabilir fakat çok daha önemli bir nokta var. İnsanlara Allah(cc) da değer veriyor. İsra Süresi 70. ayette Biz Ademoğlunu onurlu, şerefli, haysiyetli kıldık ve yarattıklarımızın çoğundan üstün kıldık denmektedir. Buradan da anlaşılıyor ki birincisi, sadece insan kendi kendine bir değer biçmiyor. Yüce yaratıcı da insana önem veriyor, değer veriyor. İkincisi, bu değer insana diğer yaratılmışların çoğuna göre de bir üstünlük sağlıyor. Bu nedenle, insan hakları, insanlık onuru ve insanca yaşamın ahlaki ve hukuki değerler olmasının yanında kutsal ve ilahi olduğunun da bilinmesinde yarar vardır.
Orta Doğunun İslamın ve bilinen diğer pek çok semavi dinlerin doğduğu, tarihi ahlaki ve insani değerlerin geliştiği ve insanlık tarihini şekillendiren uygarlıkların yeşerdiği bir bölge olmasına rağmen, son 100 yılda bütün bu ihtişamlı tarihinden uzaklaşıp insani değerler açısından sefil bir duruma düşmesi nasıl izah edilebilir? Bu sefillik özellikle insan hakları, demokratikleşme, barış, huzur, mutluluk, kardeşlik, kalkınma ve insanca yaşama alanlarında daha net görünmektedir.
Orta Doğu bugün dünyada yoğun şiddet içeren çatışmaların yani savaşların nüfusa oranı itibariyle en çok yaşandığı bölgedir. Dünyada nüfusunun yaklaşık yüzde 11i bölgedeyken, dünya savaşlarının yüzde25i burada vuku buluyor. Şiddet sorunları çözmek için tek yol olarak görülüyor. Bu başlı başına en büyük insani ve ahlaki bir krizin göstergesi değil midir? Anlamı ve gerçek uygulaması barış olan İslamın ne kadar İslam oldukları belli olmayan bu toplumların uygulamaları nedeniyle savaşla anılması, terör ve şiddetle özdeşleştirilmesi büyük bir talihsizliktir. Buna çare bulmak her Müslümanın tek tek görevidir.
Allahın değer verdiği insan, insan yaşamı ve insan iradesi burada değer görmüyor. Büyük çoğunluğu İslam olan bölgede İslamın bütün değerleri ayaklar altına alınıyor. Yapılan İslam endekslerinde bile dünyada en gerilerde yer alabiliyor. 2010 yılında iki bilim insanı tarafından geliştirilen ve İslamın temel değerlerine dayandırılan endekste yolsuzluk, rüşvet, faiz, işçi hakları ve adalet gibi temel İslami değerler baz alındı. Bütün devletlerin tabi tutulduğu bu sıralamada ilk 35 içinde hiçbir İslam ülkesi ve ilk 47da hiçbir Orta Doğu ülkesi yoktu. Belki de bu, birçok şeyi açıklayan bir gösterge aslında.
Orta Doğuda insan hakları ve onunla ilişkili değerlerin neden bu kadar kötü durumda olduğunun bir dizi sosyal, siyasal, ekonomik ve tarihsel nedenleri vardır, fakat en büyük neden var olan baskıcı, dışlayıcı ve dikta rejimlerdir. İslam ve demokrasi insan iradesini en önemli değerlerden birisi olarak sayarken, bu gayri ahlaki ve gayri insani rejimler insan iradesini hiçe sayıyor. Doğal olarak insanı da değersizleştiriyor. İşin daha acı tarafı Orta Doğu toplumları bu kadar ahlaki, insani ve İslami değerlerin yozlaşmasına razı görünüyor. Biliyorum bu tespite itirazlar olacaktır. Biraz sert olmuş olabilir. Fakat toplumlar bu duruma razı olmasaydı insanı bu kadar değersizleştiren bu sefil rejimler bölgede yaşayabilir miydi? Ne diyor Peygamber Efendimiz (SAVS) Nasılsanız öyle yönetilirsiniz.