Sayfa Yükleniyor...
Orta Doğu geniş anlamda Kuzey Afrika’dan Orta Asya ve Pakistan’a kadar uzanan çoğunluğu İslam dinine mensup toplulukları ve coğrafyayı kapsayan bölgenin adıdır. Orta Doğu uluslararası ilişkiler tarihinde daha çok dinler, çatışmalar, petrol ve anti-demokratik rejimlerle anılan bir coğrafyadır. Gerçekler de algılar da bu anlamda büyük oranda örtüşmektedir.
Son yılarda bölgede diktatöryal rejimlere karşı girişilen halk hareketleri ve bazı ülkelerde ortaya çıkan demokratikleşme süreçleri, bölgenin geleceği, barışı ve istikrarı için büyük bir umut kaynağı olmuştur. Fakat bazı ülkelerde darbeye ve iç savaşa dönüşen bu girişimler beraberinde Orta Doğu ve demokratikleşme tartışmasını yeniden alevlendirmiştir.
Kimisine göre, petrol, kimisine göre İslam ve kimisine göre uluslararası sistem ve çatışmalar Orta Doğu’da demokratikleşme önünde engeldir. Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki demokratikleşme hem bir sistem hem de bir kültür ürünüdür. Yani kurumsal ve değerler boyutuyla demokratikleşme kültürden ve rejimlerin yapısından etkilenmektedir.
Avrupa iki dünya savaşlarını yaşamış, 100 yıl ve 30 yıl süren çatışmalar üretmesine rağmen, son 70 yılda dünyanın en demokratik bölgesi olmayı başarmış bir coğrafyadır. Yine bu demokratikleşmeyi yaşayan Avrupa’da Norveç, İngiltere ve Danimarka önemli petrol üreticileri olmasına rağmen, demokratik ülkelerin başında gelmektedirler. Petrol bu ülkelerde ekonominin ana omurgası olmayabilir, fakat önemli bir bileşeni. Yani Orta Doğu’da sorun petrol değil ekonomik kaynakların çeşitlenmemiş olmasıdır. Özetle, çatışma ve petrolün varlığı kendi başına demokratikleşme önünde bir engel olmayabilir.
Demokratikleşme tartışmalarında, İslam faktörü üzerinde durmakta fayda var. Maalesef İslam çoğunluğun olduğu ülkelerde veya İslam İşbirliği Teşkilatı ülkelerine bakınca birkaç yarı-demokratik ülke dışında neredeyse hepsi dikta rejimlerden oluşmaktadır. Kimisine göre, bu tablo İslam ve demokrasinin uyuşmadığını ileri sürmek için yeterli bir nedendir. Hatta bazılarına göre, bu ülkelerin demokratikleşememesinin önündeki en büyük engel İslam’dır. Oysa hem demokrasi tarihi hem de demokratikleşme nedenleri ve süreçleri incelendiğinde bu iddianın pek de bilimsel olmadığı görülecektir. Öncelikle şunu vurgulayalım ki demokratikleşme teorilerine göre ekonomi, elitin tercihi ve uluslararası sitemin eğilimleri demokratikleşmeyi belirleyen ana nedenlerdir. Fakat demokratikleşmede dinin de yer aldığı kültür unsurunu tartışan bazı çalışmalar mevcuttur. Diğer önemli bir husus şu ki, din ve demokratikleşme konusunda en geniş literatür İslam ve demokrasi değil, Katolik inancı ve demokrasi hususundadır. Katolik anlayışının hiçbir şekilde demokrasi ile bağdaşmadığını, demokrasiye uygun olmadığını ve demokratikleşemeyeceğini ileri süren bir dizi tez mevcuttur. 1950’li yıllara kadar bu konu demokrasi literatüründe yoğun bir şekilde tartışılmaktaydı. Oysa bugün neredeyse kimse Katolik anlayışı ve demokrasi arasındaki uyuşmazlığı tartışmamaktadır. Aynı husus, birkaç yıl sonra İslam için de oluşabilir.
İslam anlayışında var olan şura (meclis), biat (toplumsal anlaşma ve oy), dört halife dönemi, insan iradesinin önemi, eşitlik ve adalet ilkelerine rağmen, İslam coğrafyalarında, özellikle Orta Doğu’da, demokrasinin zayıf olması İslam’dan ziyade sosyo-ekonomik, tarihsel ve siyasal yapılanmanın bir sonucudur. Nitekim Orta Doğu’da var olan yarı-demokratik toplumlar ve değişen/farklı rejimlerin varlığı da bunu desteklemektedir.
İslam coğrafyasında hüküm süren diktatöryal rejimlerin pratiklerini İslam’a mal etmek ya cahillik ya da kötü niyetin sonucudur. İslam’ın temel ilkeleri bu zalim rejimleri reddetmektedir. Onların İslam’ı bir araç olarak kullanmaları bu gerçeği değiştirmez.
Bu nedenle, Arap Baharı bir fırsattır. Yönetim değişiklikleri gerekli reformlarla desteklenirse uzun vadede Orta Doğu’da demokratikleşme mümkün olabilecektir. Gerçek bir demokrasinin adalet, eşitlik ve özgürlük oluşturma olasılığı, İslam’ın temel ilkeleriyle bağdaşmaktadır.