Ortadoğu bölgesi genel olarak Mağrip ülkelerinden Afganistana, Mezopotamyadan Kuzey Afrika ve Arap Yarımadasını kapsayan bir alan. Büyük bir kısmı Arap halkı ve devletleriyle kaplanmış, doğalgaz ve petrol gibi değerli kaynaklara yataklık eden, jeostratejik önemi tarih boyunca devam eden, dünya politikasında hep kilit rol oynamış önemli bir bölge.
Bu niteliklerinin de etkisiyle dünya nüfusunun %15ini barındırırken, yoğun şiddet içeren yada savaş niteliği taşıyan dünyadaki toplam çatışmaların neredeyse yarısına ev sahipliği yapmaktadır. Bu durum, başlı başına bu bölgede siyaset yapmanın ne kadar zor olduğunu göstermektedir.
Yöneten-yönetilen ilişkilerini insani ve ahlaki bir çizgiye taşımaya çalışan demokratikleşme konusunda da oldukça fakir bir bölgedir. Bir-iki yarı demokratik ülke dışında neredeyse bölgedeki tüm ülkeler anti-demokratik yönetimlerin baskı ve zulmü altında yaşamaktadır. İnsan hakları karneleri zayıf, barış endeksinde dünyanın alt sıralarında yer almaktadırlar. Kısacası bölgede ekonomik kalkınma kısmen enerji kaynakları sayesinde sağlanmışken, kültürel, sosyal, siyasal ve teknolojik kalkınma konusunda bölge oldukça zayıf kalmaktadır. Kalkınmayı tüm boyutlarıyla sağlayamayan toplumların barış, demokrasi ve insan hakları konularında arzu edilen bir seviyede olması zordur. Bu toplumsal sorunlar, doğal olarak ülkelerin dış politikasına da yansımaktadır. Bölge ülkeleri kendi aralarında, özellikle Arap ülkeleri arasındaki ilişkiler, uluslararası ilişkiler biliminin öngördüğü rasyonellikten oldukça uzaktır.
Yukarıda sayılan engellere ek olarak belki de bölge dinamiklerini temelden etkileyen unsur bölgedeki ülkelerin birkaçı dışında aynı halktan(Araplardan) oluşmasıdır. Bir halk, fakat birçok devlet. Diğer önemli bir husus, bu devletlerin oluşumlarının coğrafi, siyasi, kültürel ve tarihsel süreçlere uygun olmamasıdır. Yani bu devletler (Arap devletleri) Mısır dışında kurulmamış, kurdurulmuşlar. Genelde bir aile ya da küçük bir zümreye tapulanmışlar. Bu nedenle, derebeylik ya da feodal ilişkilerin tahakkümü altında kalmışlar. Durum böyle olunca, kendi aralarındaki ilişkiler bir uluslararası ilişkiler olmaktan ziyade, ya aileler arası ilişkilere, ya da aynı halkın farklı coğrafi yapılanmaları arasındaki (akraba) ilişkileri niteliğini taşımaktadır. Herkes, herkesin işine burnunu sokmayı bir hak olarak görüyor. Başkası ile ilişkilerde birbirlerini doğal bir müttefik olarak algılıyor. Kendi aralarında büyük devletler, hep küçüklere emirler yağdırıyor. Bu şartlarda, kendi aralarında çıkarlara dayalı, kısmen de olsa rasyonel ilişki geliştirmeleri zorlaşıyor. Bu durum, bütün dış politikalarını ve bölgenin genel olarak dış dünya ile ilişkilerini olumsuz etkiliyor.
Dikkat edilirse Ortadoğuda istikrarlı bir dış politikadan bahsetmek neredeyse imkansızdır. Bugün dost olan ülkeler, yarın düşman olabiliyor. Bugünkü ittifaklar, yarın kendilerini karşıt cephelerde buluyor. ABD ve Rusya gibi büyük güçler dahi bölgede uzun vadeli politika yürütme konusunda oldukça zorlanmaktadırlar.
Bu nedenle, Ortadoğuda Arap ülkeleriyle ilişki geliştirirken özellikle aynı aileden insanlarla ilişki kuruyormuşcasına seviyeli, rasyonel, tabi ki samimi fakat, bu samimiyet iki (kardeş) Arap ülkesi arasına girmeyecek düzeyde mesafeli olmalıdır. Zira asabiyye burada ilişkileri belirleyen en önemli unsurdur. Sadece ırk ya da etnik asabiyye değil, mezhepsel asabiyye de oldukça belirleyicidir bölgede. Hatta mezhepsel(dini) asabiyye çoğu zaman ırksal asabiyyenin de önüne geçmektedir (İran-Suriye örneğinde olduğu gibi).
Bütün bu ve burada sayılamayan benzer nedenlerden dolayı Ortadoğuda normal, rasyonel, istikrarlı ve sürdürülebilir bir uluslararası ilişkiler yürütmek kolay değildir. Bölgenin sosyolojik, tarihsel, kültürel, siyasal, coğrafi ve etnik hatta dinsel(mezhebi) özelliklerini hem iyi tahlil edilmeli hem de bunlar dikkate alınarak hareket etmelidir. Bunlar bile bir yere kadar yararlı olabilir. Kısacası, Ortadoğuda siyaset yapmak, deveye hendek atlatmaktan zordur.