Dünyanın tek süper gücü olması hasebiyle ABDnin siyasi, güvenlik ve ekonomi stratejileri dünyanın barış ve istikrarı için önemlidir. Tarihteki diğer büyük güçler gibi ABD de ahlaken dünya barışı ve istikrarından sorumludur. Fakat özellikle son yıllarda bu sorumluluğu hakkıyla ne derece yerine getirdiği meselesi, bir tartışma konusudur. Soğuk Savaş sonrası dönemi dikkate alırsak, zaman zaman bu görevini önemli ölçüde başaran ABD (Clinton dönemi ve kısmen Obama dönemi), Bush döneminde maalesef evrensel değerler ve barışçıl yöntemler yerine güvenlik ve silaha yöneldi.
Trump dönemi ise, tam bir muamma. Küresel politikalara yönelik stratejisi bir türlü anlaşılamamaktadır. Bir yıldır ABDyi yönettiği halde hala bir stratejisi ya da Trump doktrini denebilecek bir anlayış ve bir metinden bahsetmek oldukça zordur. Geçen hafta yayımlanan Ulusal Güvenlik Stratejisi belgesinin bu muammayı giderip gidermeyeceği hala net değildir. Buna rağmen, bu belge yönetimin dış ve güvenlik politikaları hakkında önemli ipuçları vermektedir. Trump bir tüccar olmasına rağmen, Cumhuriyetçi selefi Bush gibi güvenlik politikalarını önceleyeceği ve bir küresel güvenlikleştirme politikasıyla yeniden küresel bir kutuplaşma ve kamplaşmaya istekli olduğu görülmektedir.
Ulusal Strateji Belgesi o kadar güvenlik merkezli bir anlayışla tasarlanmıştır ki barışla ilgili bölüm bile güç kavramıyla birlikte işlenmekte ve bu bölümde bahsedilen konular ABD rekabetçiliğinin korunması, ülkenin askeri, savunma, nükleer, siber uzay ve istihbarat gibi yeteneklerinin arttırılması ve birkaç sayfada bilgi, diplomasi ve ekonomi konuları işlenmektedir. Bu bölümde işlenen konulara bakıldığında barıştan ziyade savaşın merkeze alındığı bir konsept göze çarpmaktadır.
Küresel güvenlikleştirme politikaları sonucu oluşturulacak kamplaşma ve kutuplaşmada düşmanlar da açıkça belirlenmiş durumdadır. Küresel düşmanlar Çin ve Rusya, bölgesel düşmanlar İran ve K. Kore, algısal düşmanlar da DEAŞ ve El-Kaide. Belgede maalesef radikal İslamcı terörizm, radikal İslamcı teröristler ve radikal İslamcı gruplar şeklinde kavramlar kullanılarak anlamı barış olan İslam dini, terörizm ile eşleştirilerek 11 Eylül Saldırıları sonrası radikal güvenlikçi ve İslam dünyasıyla hasım bir anlayış geliştirilmiştir.
100 yıl önce dünya barışını sağlamak için Miletler Cemiyetini kuran Başkan Wilsonun asırlık halefi olarak Trumpın küreselleşme, bilgi çağı ve değerler çağı olarak düşünülen 21. yüzyılda dünya barışını ilkel güvenlikçi ve zorba bir anlayışla sağlayacağına inanması bugünkü dünya toplumunun talihsizliği olarak düşünmek gerekir. Zamanın ruhuna uygun olmayan ve dünyayı felakete sürükleyen anlayışlar bunlar. Maalesef bugün kürsel çapta neredeyse her yerde, bir kaç istisna hariç, Trumpvari dünyayı felakete sürükleyen bir dünya liderleriyle karşı karşıyayız.
Bular dünyayı nasıl mı felakete sürüklüyorlar?
Barışın doğasına aykırı bir şekilde onun silahla ve kaba kuvvetle sağlanacağına inanan bir anlayışla hareket ederler. Bunlar, bir ailede, bir kurumda, bir şirkette, bir ülkede ya da dünya çapında zorbalığı yöntem olarak seçen kişiler. Zorba ve baskıcı bu kişiler, dünyada insanlar arasında sevgi ve barış yerine sadece şiddet ve nefret üretirler.
Yapılan araştırmalardan da anlaşıldığı gibi, gerçek bir barış, hiçbir düzeyde silahla ve baskıyla kurulmamıştır ve kurulmayacaktır. Şiddet ancak karşı şiddeti besler ve doğurur. Barışın sağlanması ancak barışçıl yöntemler, insanlık onuruna saygı ve eşitlikle sağlanabilir. Güç ve silahla barış sağlanamaz. Güçlü olan haklı değildir her zaman. Son örneği, BM Genel Kurulunun Kudüs kararıdır. Haklılığı vicdan ve ahlak belirler. Aynı şekilde barışı da vicdan ve ahlak belirler. Bu nedenle, küresel barış ve adalet ancak vicdanlı ve ahlaklı bireylerin çabalarıyla sağlanabilir. İnsanlık tarihinde var olan bir sürü zorbalıklara rağmen, dünyada hep iyilik kazanmıştır. Ahlak ve vicdan kazanmıştır. İyilik, ahlak ve vicdan da bulaşıcıdır. Bir birey olarak zorbalığa karşı yakacağımız bir mum küresel barışın güneşi olabilir.