Siyaset Bilimci Filozof Thomas Hobbes doğa durumunda yani örgütlü toplumun olmadığı durumda insan insanın kurdudur ya da doğa durumu savaş durumudur der. Bir üst otorite olmadığı için herkes kendi çıkarlarını ve doğal haklarını korumak için kendi gücüyle kendisini savunur. Emniyet için daha çok güç toplamaya başlar. Bunu aşmak için haklarımızı korumak ve emniyetimizi sağlamak için sosyal ya da siyasal sözleşme çerçevesinde devlet kurulur. Toplumsal düzen ve adaleti korumak için tehlikeli de olsa canavar anlamına gelen Leviathene güç devredilir. İç politikada bu üst otoritenin barışçıl ilişkilerin gelişmesine katkı sağlaması beklenir. Birbirinden farklı bakış açıları olsa bile sosyal sözleşmeci filozoflara göre, devlet ya da otorite toplumla yaptığı sözleşme ilkeleri çerçevesinde davranır.
Küresel çapta devlet gibi bir otorite olmadığından yani bir dünya hükümeti olmadığından uluslararası politika Hobbesi öncü kabul eden Realistler tarafından bir tür güç politikası olarak tanımlanır. Yani uluslararası politikada bir hiyerarşi yok, aksine anarşi ( üst otorite yokluğu) olduğundan aktörler birbirinin kurdu olarak görülür. İç politika ise tam tersi bir hiyerarşi olduğundan düzen var, barışçıl ilişkiler var.
Bizde iç politikaya bakıldığında hele hele seçim dönemleri siyasi aktörler arasında barışçıl ve demokratik bir rekabet yerine adeta bir harp meydanı gibi değerlendirilmektedir. Birbirlerine en ağır hakaretler yapmaktan, bombaların patlatılmasına, çatışma dilinden ötekileştirmeye bir dizi sıcak harp terim ve yöntemlerine başvurulur.
Neden?
Bizdeki siyaset hala siyasal olgunluktan yoksun mu? Demokratikleşmediğinden mi? Siyasal kültür, çatışmacı bir anlayış üzerine geliştirildiğinden mi? Yoksa rant siyaseti ağır bastığından mı?
Siyaset Bilimci Muhammed Eyub üçüncü dünyada devleti kaynakların güç yoluyla dağıtılması' olarak tanımlar.
Daha önceki yazılarda ifade edildiği gibi, siyaset özünde barışçıl ilişkileri barındırır. Siyaset temelde, toplumdaki değerlerin ve kaynakların barışçıl bir şekilde bölüşülmesidir. Kimin ne alacağına karar veren bir mekanizmadır. Bu bölüşüm barışçıl olduğu kadar adil olmalıdır ki düzen sağlanabilsin. Bu düzen de bir takım kurallar (hukuk) ve kurumlar (yasama, yürütme ve yargı gibi siyasal kurumlar ve uluslararası örgütler v.s) kanalıyla sağlanır. Meşru güç ya da otorite bu bölüşümde önemli bir unsurdur.
Kurallar ve kurumlar çalışır durumda olduğunda, örneğin yerleşmiş demokratik bir sistemde bölüşüm barışçıl ve görece adil olabilmektedir. Şiddet ve siyaset dışı mekanizmalara başvurmak, ya yok denecek kadar az ya da düşük seviyelerde olabilmektedir.
Kurallar ve kurumlar net olmadığı zaman yani fonksiyonel ve etkili olmadığında bu bölüşüm barışçıl olamıyor. Bu defa bölüşümün aracı kurumlar ve kurallar yerine güç hatta şiddet olabiliyor. Bu nedenledir ki demokrasinin yerleşmediği yani siyasal kurum ve kuralların yerleşmediği toplumlarda siyaset de barışçıl olamıyor, daha çok şiddetli hatta şiddet içeren bir rekabete dönüşüyor. Çünkü kurallar ve kurumlar net değilse siyaset bir rant aracına dönüşüyor. Kaynakların otorite eliyle tüm topluma değil de kendi yandaşları arasında bölüşüme dönüşüyor. Aslında demokratik olmayan ülkelerde olan tam da budur. Bu nedenle siyaset kurumu barış yerine şiddet dilini kullanıyor hatta yeri geldiğinde birbirine şiddet uygulayabiliyorlar. Bizde olan da böyle bir şey. Ahlak ve adalet değil, çoğunlukla güç ve tahakküm esas alınıyor.
Demokrasinin tam olarak yerleştiği, toplumsal kurum ve kuralların fonksiyonel olduğu, barışçıl bir siyasi kültürün geliştirildiği, eşitlik ve özgürlük herkes tarafından herkes için kabul edildiğinde ancak siyasi aktörler, birbirlerine karşı hoşgörü ve anlayışlı davranır. Rant siyaseti ve yerleşmemiş kurumlar olduğu sürece, siyaset savaş olarak algılanır ve kimisi onu kurtuluş savaşına dönüştürür, kimisi devrime. Fakat çoğunun hepsinin hedeflediği şey tam olarak ranttır. O rantı oradan alın, bakalım kaç kişi savaşmaya devam eder?