İnsanların iletişim kurduğu ve bilgi paylaşımı yaptığı Facebook, Twitter, Youtube, Instagram, Periscope, Google, LinkedIn, iTunes, Yahoo, MySpace ve Wikipedia gibi sayıları 100e yaklaşan bütün dijital platformlara genel olarak sosyal medya denmektedir. Sosyal medya platformları yerinde kullanıldığında hayatımızı kolaylaştıran, hızlandıran ve zenginleştiren bir fonksiyon vazifesi görürken, bilinçsiz kullanıldığında ise psikolojimizden, sosyal davranışlarımıza, inancımızdan ahlakımıza her türlü zarar verebilecek bir alandır. Sosyal medya tıpkı bir ilaç gibidir. Bilinçli ve bilimsel bir temelde kullanılırsa şifa, bilinçsizce kullanılışta kişisel ve toplumsal zehirdir, toplu intihardır.
Bugün itibariyle Internetlivestatsa göre, 7,5 milyarlık dünya nüfusunun 3,7 milyarı internet kullanmaktadır. Yani dünyanın yarısından fazlası. Facebook kurucusu Mark Zuckerbergin yaptığı duyuruya göre, geçen hafta itibariyle dünya çapında sadece Facebook kullanıcısı iki milyarı aşmıştır. Twitter yarım milyara yaklaştı. Hergün milyonlarca mail yollanıyor, milyarlarca paylaşım yapılıyor ve yüzbinlerce resim ve video indiriliyor. Dijital dünyada yaşam hızı, ışık hızından hızlı devam ediyor. Bu hızlı dünyada hatalar yapmak, güvenlik tehditleriyle yüzleşmek, mahremiyet hakkını kaybetmek, maddi ve manevi zararlara uğramak olağan güncel hayatın pratiği adeta. Bu tehditleri ortadan kaldırmak imkansız fakat riskleri asgari düzeye çekmek mümkün.
Bütün bu tehditlerin yanında en büyük toplumsal tehditlerden ve geleceğimizi cehenneme çevirecek risklerden birisi sosyal medyanın kişilerde oluşturduğu radikalleşme, gettolaşma ve kutuplaşmadır. Peki bu nasıl mümkün olabiliyor?
Öncelikle ve özellikle toplumda insanları fiziksel hayatta radikalleşmeden koruyan şey hayatın bizatihi fiziksel gerçekliğidir. Kendinizle aynı düşünce, inanç, ideoloji ve çıkarlara sahip insanlara ulaşabilmeniz için sizinle aynı şeyleri paylaşmayan insanlarla yüzleşmeniz, onlarla konuşmanız, onlarla yüz yüze gelmeniz ve belki de onlarla yolculuk yapmanız gerekmektedir. Bu süreçlerde gerçekleri fark etmeniz daha kolay. Düşünceleri sorgulama imkanımız artıyor. Kafamızda soru işaretleri beliriyor. Dile getireceğimiz bir takım aşırı, kutuplaştırıcı, ötekileştirici ya da düşmanlaştırıcı düşüncelerimiz tepkiyle karşılaşıyor ya da karşı argümanlarla zayıflatılabiliyor. Bu da bizim toplum içinde daha dengeli davranmamızı, dengeli konuşmamızı sağlıyor ve bizi diğer insanların hassasiyetlerini dikkate almamıza zorluyor.
Fakat sosyal medyada bu toplumsal sınırlar ve ahlaki toplumsal denetim mekanizması ya minimum düzeyde oluyor, ya da çoğu zaman hiç olmuyor, hatta aynı zihniyetteki insanlarla aynı platformları paylaştığımız için bu aşırı, uç, radikal, ötekileştirici, dışlayıcı, nefret ve hatta ırkçı düşünceler alkış alıyor, beğeni topluyor, yeniden paylaşılıyor. Paylaşıldıkça düşünce dünyamızdaki hakikati, doğruluğu ve gerçekliği(!) pekişiyor. Yani takdir alıyor. Bunlar takdir aldıkça düşünce dünyamızda meşruiyetleri artıyor, onlara olan inancımız derinleşiyor ve radikalleştikçe radikalleşebiliyoruz. Sadece bu da değil.
Fiziksel dünyada biz kendimiz, kendi gerçek kimliğimizle birtakım işler yapıyoruz. Gerçek kimliğimiz de doğal olarak bize bir toplumsal ve ahlaki sınır çiziyor. Fakat sanal alemde sahte kimlikler oluşturarak içimizdeki şeytanı sahaya sürebiliyoruz. Normalde yüzümüzü kızartacak şeyleri sahte bir kimlikle rahatlıkla dile getirebiliyoruz. Sanal alemdeki trollere, dijital şeytanlara, ahlaksızlar ordusuna bakın, %90ı sahte isimler, sahte kimlikler kullanmaktadır. Trolluk gibi ahlaksız ve aşağılık bir sıfatı bile gururla(!) taşıyan yüzbinleri bulmak kolay sanal alemde.
Sanal alemde canınızı sıkanları, sizi rahatsız edenleri, size hayrı ve sabrı tavsiye edenleri arkadaşlığınızdan atabilir, bloklayabilir, size ulaşımını engelleyebilirsiniz. Fakat fiziksel hayatta bu mümkün değildir. Sosyal medyada sizin gibi düşünenlerle ama yalnız sizin gibi düşünenlerle ortak platformlar kurabilir, gettolaşabilir, hem de oldukça homojen ve katıksız bir getto oluşturabilirsiniz. Bu sanal gettolarda birbirinize gaz verebilirsiniz. Radikalleştikçe radikalleşebilirsiniz. Sınırsız bir söylem ve düşünce birliği oluşturabilirsiniz. Fakat bu durum, maalesef hayatın gerçekleriyle uyuşmuyor. Bu sınırsız radikalleşme ile üretilen (sınırsız) gerçekler(!) ve düşünceler maalesef gerçek hayatın gerçekleriyle uyuşmayabiliyor. Fakat olsun. Önemli, olan oluşturulan sanal gettoda, arkadaş grubunda ve çevremizde kabul görmesi ve takdir edilmesidir.
Orada üretilen düşünceler sadece bizi radikalleştirmiyor, o uç düşünceler paylaşıldıkça, gettoları aşıyor, diğer gettolara ulaşıyor, ya da diğer açık platformlarda görülebiliyor ve öteki olarak görülen insanlarda da karşı radikalleşmeye neden oluyor. Nefret (söylemi) üretiyor ve toplumsal kutuplaşma ve çatışmayı artırıyor ve körüklüyor. Özellikle çocukların psikolojisi üzerinde derin etkileri olabiliyor bu tür paylaşımların. Geleceğimizi, toplumsal barışımızı ve birlikteliğimizi zayıflıyor.
Bu tehditlerin farkında olarak sosyal medya platformlarını kullanmalı, tehditleri ve riskleri anlamalı, ideolojik ve taraflı paylaşımlara mesafeli durmalı, aşırı söylemlerden kaçınmalı ve bu söylemlere başvuran arkadaşlarımızı da mümkünse uyarmalıyız. Dijital şeytanlar olan trollere hiçbir şekilde prim verilmemeli. Gerçek isim ve kimliğini kullanmayanları arkadaşlığımıza almamalı, paylaşımlarını (iyi bile olsa) önemsememeli hatta özellikle engellemeliyiz. Zira şeytanların her türlüsünden, özellikle dijitalinden ancak zarar gelir insana.