Sayfa Yükleniyor...
Arap Baharı’nın son halkası ve oyun bozucu bileşeni olan Suriye çatışmaları Mart 2011’den günümüze hız kesmeden hatta katlanarak, yeni aktörler, yeni süreçler, yeni çatışmalar ve yeni ittifaklarla ülkeyi harabeye çevirmeye devam ediyor. 20. yüzyılın en uzun savaşı olan İran-Irak savaşı 8 yıl sürmüştü. 20. yüzyıl maalesef iyimserlikle başladı ve fakat savaş ve çatışmaların yoğunlaştığı bir süreçle devam ediyor. Suriye küresel çatışma ve savaşların odak noktası haline geldi. Zira bugün Suriye’de yerel aktörlerin dışında bölgesel ülkeler ve küresel aktörler de kıyasıya bir güç mücadelesi içindeler. Barış çalışmalarının temel ilkelerinden birisidir: Bir çatışma uzadıkça yeni aktörler ve yeni süreçler doğurur ve bu da barış süreçlerini zora sokar. Suriye çatışmaları dikkate alındığında barışın sadece zor değil, oldukça zor olduğu görünmektedir.
Ülkenin 1/3’ü dünyada mülteci olmuş durumda. Diğer 1/3’ü de ülke içinde ve fakat yerinden edilmiş. Ekonomisi bitmiş, şehirler harap, yüzbinlerce can kaybı. Etnik ve dini gruplar arasında güven yok olmuş. Yolsuzluk, hırsızlık, fidye, talan ve soygun günlük ekonomik faaliyetler haline gelmiş. Ülke dünyanın her tarafından gelmiş olan şiddet örgütlerinin talimhane alanına dönüşmüş. Bu da yetmemiş bölgedeki her ülke ve küresel aktörler kendileri için savaşan militan gruplar kurmuşlar. Silah veriyorlar, eğitiyorlar, para veriyorlar ve savaştırıyorlar. Hepsi aynı işi yapıyor ama her biri diğerinin militanına terörist diyor. Suriye’de uluslararası ittifaklar da oldukça hızlı değişiyor, NŞA’da olma ihtimali dahi olmayan ittifaklar kuruluyor, bir anda dost düşman, düşman dost olabiliyor.
Bütün bu karmaşık süreçlerden sağlıklı bir barış süreci çıkarmak mümkün mü? Teorik olarak evet, fakat pratikte pek de olası değil. Çünkü Suriye’de bir şekilde faaliyet gösteren tüm aktörlerin farklı ve çatışan çıkarları var. Ve maalesef Suriyelilerin çıkarları en az saygı gören çıkarlar cinsinden. Zira kendisine saygısı olmayan, başkasının kuyruğuna takılmış bir topluluğa başkasının saygı göstermesi, çıkarlarına değer vermesi zordur. Herkes “önce ben!” diyor. Bu kadar fazla aktörün ve çatışan çıkarların olduğu bir alanda çatışmak ve savaşmak barışmaktan daha kolay geliyor insana.
Teorik olarak taraflar savaştan ümitlerini kesince barışa razı olurlar. Suriye’de her zaman çatışmadan çıkar sağlayabileceğini düşünen bir aktör olabiliyor. Birkaç yıl öncesine kadar Esad yönetimi zayıftı ve barışı isteyen taraftı. Şimdi ise, barışı istemeyen taraf o. Velev ki yerel aktörlerin hepsi barış istedi, bölgesel ülkelerden birisinin çıkarına uymadı mı - ki büyük ihtimalle öyle olacak o zaman- söz konusu ülke kendi militanlarını şiddete yönlendirir ve süreci sabote eder (ki şimdiye kadar çok örnekleri oldu). Yerel ve bölgesel aktörlerin çıkarları korunmuş olan bir süreç olduğunu düşünelim ve fakat küresel aktörlerden birisinin ya da birkaçının çıkarları zedelensin, o zaman yine aynı senaryo.
Yani, Suriye’de barış gerçekten çok zor. Fakat dünya tarihinde ebediyen devam eden bir çatışma da yok. Bir gün barış gelecek, fakat ne pahasına ve maliyeti ne olacak? Barışmak zordur, savaşmak kolaydır. Savaşmak için bir sabotajcı yeter, fakat barışmak için birçok iyi insana, iyi niyete, ahlaka ve insanlığa ihtiyaç vardır. Barış için yerelden küresele tüm aktörlerin öncelikle yereldekilerin olmak üzere birbirlerinin haklarına ve çıkarlarına saygı göstermesi gerekir.
Elindeki güce ve medyaya güvenen ahlaksız kişiler, karar alıcılar ve yapılar, bölgeye sadece savaş ve gözyaşı getirir. Barışın merkezinde güç değil, ahlak ve adalet anlayışı yer alır. Bu yoksa barış da yok. Suriye’de kısa vadede böyle bir süreç görünmüyor olabilir, fakat tüm barış süreçleri de hep umulmadık zamanlarda geldiler. Suriye’de aynısı neden olmasın!