Sayfa Yükleniyor...
Suriye savaşları bilgi çağında insanlığın aslında yeri geldiğinde sorumsuz, bencil ve çıkarcı bir doğaya sahip olduğunu gösteren önemli bir olay. İnsan bilgi, ahlak ve teknoloji alanında ne kadar mesafe alırsa alsın, bazı temel özellikleri değişmeyeceğini gösteriyor. 20.yy. (özellikle 2. yarısı) demokrasi ve insan hakları tecrübesi iki zorbanın (Putin-Trump) eliyle ya da ihtirasları sonucu insanlığa asırlara mal olacak bir şekilde geri götürülüyor. 7 milyar insanın kaderi iki zorbaya terk edilemez. 7.000.000.000 ikiden büyük olmalı değil mi? Matematik bazen sosyal gerçekleri açıklayamıyor maalesef. O nedenle, biz yine sosyal bilimlere dönelim.
Çatışma yönetimi disiplininde tarihi gerçeklere dayalı, tecrübe ürünü bazı temel ilkeler vardır. Bunlardan bazıları şöyledir: Yoğun şiddet içeren çatışmaları kontrol etmek zordur. Bu aşamaya varan çatışmalarda yönetme inisiyatifi tarafları aşar. Zira, çatışmaya bölgesel ve küresel aktörler dahil olur ve kontrol kaybedilir. Bu durumda barış küresel sistemin sunabileceği bir fırsat oluyor. Başka bir ifade ile, yoğun şiddet içeren çatışmalarda ele geçirilen barış fırsatları en iyi şekilde değerlendirilmeli, aksi takdirde bazen taraflar istese bile barış yapamazlar. Diğer önemli bir gerçek ise, hiçbir çatışma sonsuza dek sürmez/sürmemiştir/sürmeyecektir. Eşyanın tabiatına, Allahın sünnetine aykırıdır. Sonsuzluk yalnızca ona aittir. Yani barış bir gün mutlaka gelecektir, fakat neyin pahasına? O zaman bu kadar acı, katliam, zorbalık, ahlaksızlık, gayri insanilik niye? İki delinin keyfi için mi?
Suriye savaşları öyle bir hal aldı ki sağlıklı bir şekilde takip etmek, okumak ve anlamak bile imkânsız. Her gün yeni ittifaklar, yeni cepheler, yeni savaşlar, yeni örgütler ve yeni acılar yaşanıyor. Kim kimin müttefiki belli değil. Kim haklı, kim haksız; kim güçlü, kim güçsüz o da belli değil. Görüntüde müttefik olanlar, sahada savaşıyorlar, aynı sofrada olanlar vekâlet yoluyla birbirinin kuyusunu kazıyorlar.
Bu savaşın en büyük silahı medya ve algı operasyonlarıdır. Bir yerdeki sivil acılar medya yoluyla vicdanlara kazınırken, öbür taraftaki siviller terörist oluveriyor. Bir devletin müdahalesi uluslararası hukuka uyduruluyor, öbürünün aynı müdahalesi işgal ya da zorbalık olarak verilebiliyor. Algı operasyonları, hak-ile batılı, doğru ile yanlışı birbirine karıştırmış durumda. Medyada kim güçlüyse haklı olan ve doğru olan o oluyor. Sosyal medya ayrı bir savaş alanı. Görece ahlaken zayıf bir varlık olan insanların önemli bir kısmı anonimlikten ya da sahte kimlikleriyle canavarlaşabiliyor, ahlaksızlaşabiliyor ve hatta insanlığından kolayca sıyrılabiliyor. Bütün bu hengâmede olan mazlum Suriye halkına oluyor.
Peki, bütün bu karmaşık tablodan barış çıkar mı? Yakın gelecekte Suriye halkı savaşsız bir dünya ile tanışır mı?
Yine çatışma disiplinine göre zor, ama imkânsız değil. Bunun için birçok faktörün bir araya gelmesi gerekiyor. Öncelikle orada belirleyici aktörler konumunda olan küresel güçlerin sahiden barışı istemesi lazım. İkincisi, bölgesel aktörlerin Suriye barışını ve istikrarını çıkarlarının ve hırslarının önüne koyması lazım. Üçüncüsü, yerel aktörlerin demokratik bir düzene, eşitlikçi bir sisteme ve adil bir paylaşıma razı olması lazım. Bu şartların hepsi birbiriyle ilintilidir. Belirleyicilikte bir hiyerarşi olsa bile biri olmadan diğerleri zor görünmektedir.
Bu şartların ve barışın oluşmasına katkı yapmak, her insanoğlunun ahlaki ve insani sorumluluğudur. Herkes kendi çapında az veya çok dünyayı daha güzel ve yaşanabilir bir yer haline getirebilir. İyilik de kötülük de bulaşıcıdır. İyilik yapan iyiliğe, kötülük yapan kötülüğe katkı yapmış olur. Barış yapılan bir şeydir. Hep birlikte yapılır. Kişisel katkı bu nednle önemlidir.