Sayfa Yükleniyor...
Suriye savaşı Arap Baharı sürecini tersine çeviren, bölgeyi büyük güçlerin çatışma alanına döndüren ve bölgesel istikrarsızlığın merkezi haline getiren olay oldu. Suriye toplumu 21. YYın bu dönemine kadarki en uzun ve en kanlı savaşını yaşadı. Dörtte biri uluslararası göçmen, üçte biri de iç göçmen haline geldi. Şehirler yok oldu, toplum parçalandı. Ülke vekâlet savaşları ve devlet dışı aktörlerin prova alanına dönüştü. Yapılan birkaç cılız barış girişimi ise sonuç vermedi. Fakat artık yolun sonuna gelindi. Kısa dönemde ufukta ya büyük bir savaş ya da büyük bir barış görünebilir.
Nasıl mı?
Halihazırda tek başına hareket eden silahlı muhalif gruplar büyük oranda kontrol altına alındı. Rejimin kontrol edemediği bölgelerde muhalifler değil bölgesel ve küresel aktörler var. Başka bir ifade ile ABD, Rusya, İran ve Türkiye var. Rusya ve İran rejim yanlısı aktörler. Geriye ABD ve Türkiye kalıyor.
Bu durumda iki ihtimal var. Ya bu ülkeler ve ortaklık kurdukları yerel aktörlerle birlikte Cenevre ya da benzeri bir süreçle nihai bir barış planı üzerine anlaşacaklar ya da rejimle savaşacaklar. Rejim ve müttefiklerinin ülkenin bir kısmının dış güçlerin kontrolünde olmasını kolay kolay kabullenmelerini beklemek fazla saflık olur. Uluslararası ilişkilerin mantığına aykırı bir durumdur bu. Kendilerini hazır hissettiklerinde harekete geçerler.
Bu iki opsiyondan barış ihtimali var mı? Var. Burada yeter ki herkes samimi bir şekilde barış istesin. Fakat muhalif gruplar son altı yılda büyük oranda sadece savaşa hazırlık yapmışlar. Silahlanmışlar, silahlı militan gruplar kurmuşlar. Barış sürecini yürütecek kapsamlı sivil bir oluşum ya da barış sonrası dönemde yeniden yapılanma sürecinde rol alacak sivil ve siyasal mekanizmalardan yoksunlar. Bu nedenle, olası barış sürecinde bu farklı farklı grupların sağlıklı bir süreç yürütebilmeleri zor. Fakat imkânsız değil.
İkinci ihtimal yani savaş seçeneğine gelince o da, oldukça karmaşık. Rejim ABD kontrolündeki bölgeler ve Türkiye kontrolündeki bölgelere gözünü dikmiş durumda. Suriye Hükümeti bu bölgelerde yer alan örgütlerin büyük bir kısmını terör örgütü olarak kabul ediyor ve onlarla terörle mücadele kapsamında uğraştığını söylüyor. ABD bölgesindeki örgütlere yönelik giriştiği -Dere Zorda ve Güneyde - birkaç girişimde aralarında rejim askerleri, İran ve Rusya askerlerinin de can kaybı yaşadığı sert karşılık alınca geri çekildi. Dolayısıyla, kısa vadede o tarafa yönelmesi biraz zor. Bu durumda tek seçenek kalıyor. Başta İdlib olmak üzere El-Bab ve Afrin gibi Türkiye kontrolündeki bölgelere yönelmek. BM ve diğer uluslararası kaynaklar bu konuda son zamanlarda bir takım uyarılarda bulunuyorlar. İç savaştan dolayı hem bu bölgede çok büyük bir nüfus toplanmış hem de farklı amaç ve yapılanmalara sahip örgütler var. Olası bir savaş beraberinde çok büyük can kaybı ve büyük göçleri getirecektir.
Türkiye açısından yeni bir göç dalgasının yanında, görece iyi ilişkiler yürüttüğü Rusya ve İranla da karşı karşıya gelme ihtimali yüksektir. Bu çerçevede, son zamanlarda Rusya ve İsrail yakınlaşması, İsrail ve S. Arabistan yakınlaşması, bölgesel Arap ülkelerin bu ittifaka sıcak bakması, Rejim ve Rusya güçlerinin bölgeyi ara ara bombalaması kıyamet senaryosu için güçlü sinyaller.
Bütün bu ihtimaller göz önüne alınmadan atılacak adımlar sonuçsuz kalacaktır. Bölge fırtına öncesi bir sessizlik yaşıyor. Bu süreç barışa evrilmezse, büyük bir savaş kaçınılmaz olacaktır. Bu yöndeki faaliyetlerin ve diplomatik girişimlerin hızlandırılması hayati derecede önemlidir. Savaş seçeneği yönünde olası bir gelişme, bölge halkıyla birlikte, Türkiyeyi tarihinin en büyük kriziyle karşı karşıya bırakabilir. Birincisi, yeni göç dalgasına yönelik tavrı, ikincisi ise, savaşa girip girmeme konusunda vereceği karar. Barış ihtimali için ne kadar çaba sarf edildiği bilinmiyor, fakat ne kadar elzem ve acil olduğu gün gibi aşikâr görünüyor.