Türkiye birkaç yıldır düşük yoğunluklu ve birkaç haftadır da yüksek yoğunluklu bir şekilde Suriyelilere vatandaşlığı tartışıyor. Fakat tartışmanın odağında Suriyeliler yok, daha çok iç politik eğilimler ve tercihler etrafında yapılan sığ bir tartışma. Bu işin hukuki, sosyal, siyasal, ahlaki ve ekonomik boyutunu evrensel ve bilimsel ilkelerle tartışmak yerine, kutuplaşmanın da etkisiyle birbirini aşağılama ve ötekileştirme ve bundan dolayı bazıları da Suriyelilere yönelik yabancı düşmanlığı ve ırkçılık yaparak konuyu tartışıyor. Tartışmak, konuşmak iyidir, demokrasinin olmazsa olmasıdır, fakat yapılması gereken, olayın tüm boyutlarıyla araştırılması, özellikle halkımız ve göçmenlerin çıkarına olan seçeneklerin değerlendirilmesiydi. Bu yazıda daha çok uluslararası teamülleri, uygulamaları, insan hakları hukuku ve ahlaki bir çerçeve çizmeye çalışacağım.
Sığınmacılara yönelik 'açık kapı politikası' ve yardım mekanizmasını eleştirmek için biraz vicdanı zorlamak gerekir.
Hükümetin sığınmacı politikası dünya kamuoyundan da takdir topladı, fakat Türkiye'nin 1951 yılında Cenevre'de imzalanan Mültecilerin Statüsüne İlişkin Anlaşmaya koyduğu coğrafi sınırlama gibi hatayı, yanlışı düzeltmeyi hiç düşünmedi. Çekinceye göre, Türkiye sadece Avrupa'dan gelen insanlara iltica hakkını veriyordu. Dünyanın diğer bölgelerinden gelenler Türkiye'de geçici olarak sığınmacı olabilir fakat mülteci olamazdı. Bu nedenle, Suriyeliler ve diğer ülkelerden gelenler hep batıya yani Avrupa ve Amerika'ya geçmek istediler. Zira burada kalıcı bir statüleri yoktu. Oysa, Evrensel İnsan Hakları Beyannamesinin 14. maddesi ilticayı bir insan hakkı olarak tanımlamaktadır. Maalesef, Suriyelilerin batıda elde edebilecekleri iltica hakkını ihlal eden diğer bir gelişme ise, AB ile varılan anlaşmadır. Bu anlaşmaya ile bu insanların Avrupa'ya geçişleri engellenecek, engellenemeyenler geri gönderme merkezlerine geri gönderilecekti ki bu tamamıyla uluslararası hukuka aykırıdır. Başta Avrupa olmak üzere, dünyanın pek çok yerinden insan hakları STK'ları bu anlaşmaya tepki gösterdiler. Avrupa'ya geçişleri sınırlandırılıyorsa, o zaman Türkiye'de bu insanlara iltica hakkının ya da başka bir kalıcı statünün tanınması gerekir. Tahminim vatandaşlık meselesi de böyle bir zorunluluğun sonucu olmuş olabilir.
Uluslararası uygulama, genellikle önce iltica hakkı, belli bir süre sonra da vatandaşlık verilmesi şeklindedir. Bizdeki tartışmanın bu kadar ilgisiz ve anlamsız bir yere savrulmasında galiba bu çarpıklığın etkisi de vardır. Fakat Suriyelilere sığınmacılık dışında kalıcı bir statünün verilmesi hem ahlaki, hem insani hem de vicdani bir görevdir. Bunu tartışmak yerine, içeriğini ve şeklini tartışırsak, daha doğru bir yere varabiliriz.
Sorunun daha detaylı tartışılması gerektiğini söyleyen bazı insanların tepkileri kısmen anlaşılsa bile, sosyal medyada #Suriyelileriistemiyoruz şeklinde açılan başlıklar altında dile getirilen kimi yabancı düşmanlığı, ırkçı, ötekileştirici ve aşağılayıcı bir söylem toplumsal ahlak ve terbiye açısından utanç vericidir. Aynı şekilde, bu çevreler bir Suriyelinin yaptığı bir hatayı tüm Suriyelilere mal ederek, onların toplumsal barış ve istikrar için birer tehdit olduğunu göstermeye çalışmaktadırlar. Oysa Türkiye'de her gün yüzlerce suç işlenmesine rağmen, bu suçları toplumun geneline mal eden yoktur.
Suriyelilere vatandaşlık verilmesine tepki gösteren çoğu insanın da, aslında başka topraklardan buralara geldikleri unutulmamalıdır. Zira bugün Türkiye topraklarında yaşayan insanların büyük bir kısmının ataları, 1000, 200 veya 100 yıl önce muhtemelen buralarda yaşamıyordu. ABD'de Trump zihniyetini Türkiye'de canlandırmaya çalışanların da, Trump gibi başka topraklardan Anadoluya gelmeleri ayrıca araştırılmaya değer bir konudur. Bu bakış açısı, sağlıklı, ahlaki, vicdani ve mantıki değildir. İrrasyonel ve duygusaldır, daha kötüsü gayri ahlaki ve gayri insanidir. Bunun gibi pek çok konuda bu bakış açısı, maalesef ortaya çıkabilmektedir. Türkiye toplumunun geleceği için bu hiç de sağlıklı bir durum değildir.
Savaştan, zulümden, baskıdan ve kıtlıktan kaçan insanlara evrensel misafirperverlik gösterilmesi (vatandaşlık da dahil) ahlaki, vicdani ve insani bir görevdir. Konu detaylı bir şekilde tartışılabilir, araştırılabilir, fakat ırkçılığa ve yabancı düşmanlığına asla taşınmamalıdır. Bu, toplumun ahlakını ve insanlığını alıp götüren şeytani bir tuzaktır.