TÜRKİYE TOPLUMUNUN BARIŞ KAPASİTESİ


  • Oluşturulma Tarihi : 04.05.2015 07:54
  • Güncelleme Tarihi :
TÜRKİYE TOPLUMUNUN BARIŞ KAPASİTESİ yazının resmi

 

Toplumsal ilişkiler, farklı girdilerin etkisiyle ya barışçıl ya da çatışmalı olabilir. Çatışmacı bir kültüre sahip toplumlarda ilişkiler daha fazla çatışmacı bir trend izlerken, barışçıl kültürlerde barışçıl ilişkilerin daha fazla olduğu görülmektedir. Türkiye toplumuna bakıldığında tarihsel ve siyasal kültür hatta sivil kültür bile çatışma temelli bir anlayışa dayanıyor. Bu nedenle, sorunlarını barışçıl yollarla çözmek yerine çatışma ile çözmeyi yeğlemektedir. Hatta çatışma gerektirmeyen rekabeti bile çatışma zeminine çekerek onunla baş etmeyi tercih etmektedir. Bu çatışmacı kültür belki tarihin belli dönemlerinde fayda sağlamış gibi görünse bile, günümüzde artık miadını doldurmuştur. Fakat Türkiye'deki aktörler hala bunun farkında değiller gibi.

Çatışmacı kültürün etkisinde olan toplumlarda da doğal olarak barışçıl ilişkilerin gelişmesine katkı yapan aktörler vardır. Bu aktörler belki çatışmayı engelleme kapasitesine sahip değiller fakat barışçıl ilişkilerin gelişmesine kendi güçleri mesabesinde katkı yapabilirler. Gruplar arası barışın inşasında önemli rol alan bu aktörler bireyler olabileceği gibi kurumlar da olabilirler. Bunların başında evrensel ilkeler ve hakkaniyet ölçüsünde işleyen bir adalet sistemi, tarafsız kolluk ve polis teşkilatı, öğretmenler, akademisyenler, din görevlileri, sanatçılar, yaşlılar ve sivil toplum kuruluşlarıdır. Bu aktörlerin barış temelli söylem ve eylemleri bir toplumun barış kapasitesini ve sürdürülebilir bir barış inşa etme iradelerini belirler.

Türkiye'de barış kapasitesini belirleyen aktörler incelendiğinde, örneğin adalet sistemine bakıldığında, devletin üç temel erkinden biri olmasına rağmen, önemli oranda ve tarih boyunca siyasetin ve belli güç odaklarının etkisinde ve hatta güdümünde olduğu görülmektedir.  Bu ülkede özellikle siyasi davalarda karar önceden büyük oranda tahmin edildiği gibi güç temelli bir yönde çıkmaktadır. Devlet odaklı ve güç temelli bir anlayış adalet sistemini ve yargıçları teslim almış durumdadır. Yargıçların ilkokuldan üniversiteye aldıkları eğitimin bunda önemli bir rol oynadığını hatırda tutmakta fayda var. TESEV tarafından yargıçlarla yüz yüze yapılan bir ankette yargıçların %65'i devlet çıkarı adalet ya da haklarla çakışırsa devlet çıkarına göre karar vereceklerini ifade etmiştir. Aynı şekilde, Türkiye'den Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine giden davaların %65'inden fazlasında insan haklarına aykırı karar verildiği istatistiklerle sabittir. Kısacası, toplumda adalet ve hakları sağlamak ve korumakla görevli yargı sistemi, asli görevini ihmal ederek devleti ve onun çıkarlarını öncelemekte beis görmemektedir. Bundan da vahim olan, zaman zaman adaletin devlet içinde belli güç odaklarının çıkarları ve telkinleri doğrultusunda hareket ettiği de bir vakıadır. 28 Şubat döneminde askerlerden brifing alan yargıçlar, KCK ve Ergenekon gibi siyasi davalarda hakemlik yerine ideolojik bir taraf gibi davranan mahkemeler ve parti kapatmalarda cevval olan yargı, toplumsal barış inşa etmede sınıfta kalan kurumların başında gelmektedir. Bu ülkede sürdürülebilir bir barış inşası ve toplumsal barış kapasitesinin arttırılması için adaletin evrensel ölçeklerde işleyebilen bir yapıya kavuşturulması esastır.

İkincisi, polis ve jandarma gibi kolluk kuvvetleridir. Bunların da toplumsal olaylarda çoğu zaman taraflı ve ideolojik davrandıkları görülmektedir. Yine bunların önemli bir kısmı toplumsal kesimlere davranış konusunda ayrımcılık yaparken, toplumsal kesimleri algılamaları yönüyle de ayrımcı davranabiliyorlar. Aslında Polis Akademisinde eğitim görenler, derinlikli bir insan hakları eğitimi almalarına rağmen, o eğitimi verenlerin önemli bir kısmı sadece insan hakları bilgisi vermekle yetinmekte ve bir insan hakları anlayışını vermekten kaçındıklarından polislerin adaletli ve hakkaniyetli davranmasını sağlayamamaktadırlar. Eğiticiler aslında barışçıl ilişkilerin gelişmesinde önemli rol almaları gereken kişilerken, askeriye ve kolluk eğitiminde görev alanların önemli bir kısmı daha ziyade ideolojik bir dayatma içine girmektedir. Polislerin hakkaniyetli davranamamasının diğer önemli bir sebebi, üstten aldıkları 'bu işi halledin' şeklindeki emirlerdir. Belki daha barışçıl ve hakkaniyetli olan kişiler bile, böyle bir emir karşısında farklı davranış biçimleri geliştirebilmektedir.

Öğretmenler, akademisyenler ve din görevlileri de büyük oranda bu işlevlerini yerine getirememektedirler. Bir kısmı, temel görevlerini resmi ideolojinin bekçiliğini yapmak olarak algılarken, bir kısmı yetersiz eğitimden ileri gelen bir inisiyatif alamama ve bir kısmı da ideolojik sınırlarını aşamadığından barış inşa fonksiyonlarını icra edememektedirler. Üniversitede bile resmi ideoloji ve lise tipi eğitimi sürdüren tonla akademisyen bulunmaktadır. Daha önemlisi, YÖK Kanunu zaten üniversitenin öncelikli amacının resmi ideoloji çizgisinde gençlik yetiştirmek olduğunu ifade etmektedir. Alt kademedeki eğitim zaten resmi ideolojinin karargahı olarak tasarlanmışlardır. Diyanet devletin ideolojik bir aygıtı olarak kurulurken, din görevlilerini de bu görevi ifa edecek şekilde kontrol etmekte ve yönlendirmektedir. “Cuma hutbelerinde insan hakları” başlıklı araştırmada diyanetin cuma hutbelerinde milli konuları dini konulardan beş kat daha fazla vurguladığı tespit edilmektedir. yani camiler yeşil boyalı bir resmi ideolojiyi cemaate anlatmayı bir görev olarak bilmektedir. Kısacası, öğretmenler, akademisyenler ve din görevlileri de barışçıl ilişkileri inşa etme konusunda görevlerini hakkıyla yapamamaktadırlar. Bunun için devlet zaten insan hakları hukukunda suç olan ideolojik eğitimden vazgeçmeli, akademisyenler akademik özgürlüğünü kullanmaktan kaçınmamalı ve din görevlileri de sadece dini saf bir şekilde anlatacak özgürlüğe ve serbestliğe kavuşturulmalıdır.

Son olarak sivil aktörler olan sanatçılar, yaşlılar ve sivil toplum kuruluşlarına bakıldığında ise, diğer aktörlere kıyasla bunların görevlerini çok daha iyi yaptıkları söylenebilir. Belki bunlardan da %100 bir kapasite beklemek zordur fakat bu toplumun barış kapasitesini gerçek anlamda yansıtan ve belirleyen temel aktörlerin bunlar olduğunu söylemek yanlış olmaz.

Özetle, Türkiye toplumunun barış kapasitesi maalesef bu kapasiteyi oluşturan aktörlerin zayıflığı ve isteksizliği nedeniyle oldukça düşüktür. Bu nedenledir ki bu toplum, sorunlarını barışçıl yöntemlerle çözme iradesini geliştirememektedir. Bu nedenledir ki 100 yılı aşkındır süren bir sorunu çözmek için başlatılan bir süreç bile, üç-beş oya feda edilebilmektedir. Bu nedenledir ki toplumun savaş, ötekileştirme ve düşmanlaştırma edebiyatı oldukça güçlüdür. Bu nedenledir ki, toplumun ahlaki ve mantıki tutarlılığı zayıftır.

Çözüm ise, yukarıda sözü edilen aktörlerin asli görevlerini yerine getirecek kapasiteye ulaşmalarındadır. 

TÜRKİYE TOPLUMUNUN BARIŞ KAPASİTESİ
Prof.Dr. Nezir Akyeşilmen
Yazarımız Kim ?

Prof.Dr. Nezir Akyeşilmen