Türkiye halkı gibi kalabalık, çok büyük çoğunluğu dindar olan, çeşitli etnik, mezhebi, sosyal, ekonomik ve felsefi gruplardan oluşan, türlü türlü siyasal tecrübeler yaşamış bir toplumda dindar diye bir bloktan bahsetmek sosyolojik olarak sağlıklı olmasa bile, genel olarak analizlerde kullanılan bir kavramdır. Bu nedenle, bu yazıda da bu genel anlamında kullanılacaktır.
Tanzimattan yakın tarihe kadar büyük bir kısmı irticacı kavramı ile susturulan veya denetim altında tutulmak istenen bir gruptu. İlk çok partili sistem denemesinden, Takriri Sükuna, başörtüsü yasağından, 28 Şubata baskı ve dışlama politikalarıyla terbiye edilmeye çalışılan bir toplumsal kesim. Kendi içinde tarikat, cemaat, sosyal ve ekonomik olarak çok çeşitli olmasına karşın, büyük düşmana (baskıcı rejim) karşı önemli oranda birleşebildiler, zaman zaman birlikte hareket ettiler, önemli oranda aynı siyasal partilere yöneldiler.
Baskı altındaki insanlar gerçek anlamda kendisini gösteremez, potansiyelini kullanmaz, duygularını olduğu gibi açığa çıkaramaz, takiyye revaçta olur, baskıcı güce karşı istekli olmasa bile - çoğunlukla mahalle baskısı ve ya karşı tarafın aynı kefeye koyduğu insan gruplarıyla hareket etmek durumunda kalır. Nihayetinde farklı olsalar bile, aynı (belirgin, hakim) kimlik ile tanınırlar. Gerektiğinde alt kimliklerini ve çıkarlarını bir kenara koyar, geçici de olsa işbirliği yaparlar. Türkiyede dindar kesim de 28 Şubat gibi süreçlerde benzer bir tavır geliştirdi büyük oranda. İstisnalar her zaman olmuştur ve olacaktır tabi.
İlk iktidar denemesi 28 Şubat darbesiyle kesildi, ikinci deneme kendisini tahkim ederek devam etmektedir. Dindar olarak tanımlanan kitle iktidar olunca, baskı ve ötekileştirmeden kurtulunca bu defa alt kimlikler (tarikat, cemaat, sosyo-ekonomik statü, etnik ve felsefi düşünce) de kendisini göstermeye başladı. Bu defa bu gruplar kendi aralarında farklı olan kimlik ve çıkarları için ayrıştılar. Öncelik ve hedefleri farklılaştı ve zaman zaman da çatıştılar. Bu çatışmaların bir kısmı kamuoyuna yansıdığı gibi, bir kısmı çatışma yönetiminde gizli çatışma dediğimiz türden alttan altta devam ediyor. Bugün eskiden dindar bilinen toplumsal kesim başta ümmetçilik ve milliyetçilik, demokrasi ve otoriterlik, insan hakları ve baskıcılık, adalet ve güç, çıkar ve eşitlik, tahakküm ve bölüşüm gibi konular başta olmak üzere, pek çok konuda ayrışmış, çoğullaşmış, hatta çatışma durumundadır.
Bir toplum ya da toplumsal kesimin kendi içinde ayrışması, hatta şiddete evrilmediği sürece çatışması toplumsal dinamikler, gelişim ve dönüşüm için hayati önemdedir. Bir toplumsal kesim yekpare ise, farklı düşünceye yer yoksa o grup çürümeye terk edilmiş demektir. Orada hoşgörü ve demokrasi olmaz, aksine baskıcı bir totaliterlik vardır. Fakat şiddete evrilmediği sürece çatışmaların (görünür ve görünmez çatışma ya da uyuşmazlık ve şiddet içermeyen krizler) olması iyidir. Yeter ki bu çatışmalar yönetilebilsin. Yani şiddete evrilmesin. Zira, bu çatışmalara literatürde faydalı çatışmalar denir. Toplumu geliştirir, dönüştürür, değiştirir, demokratikleştirirler. Demokrasinin can suyu olan çoğullaşmayı sağlar.
Çoğullaşma (siyasi, ekonomik, kültürel ve felsefi) olmadan demokrasi olmaz. Bu nedenle, bugün yukarıda zikredilen temellerde ve şiddet içermeyen bir tarzda dindarların ayrışması, Türkiyede daha sağlıklı ve barışçıl bir toplumsal zemine hizmet eder. Fakat bu ayrışma şiddete, tekfire ve düşmanlığı (kriz ve şiddetli krize) dönüşürse o zaman, zararlı çatışmaya dönüşmüş olur ki, bu da topluma zarar verir. Demokratikleşme ve barışçıl bir toplumsal düzen yerine, otoriterleşme ve istikrarsızlığa hizmet eder.
Özetle, dindarlar ve tüm toplumsal kesimler için çoğullaşma ve farklılaşma iyidir. Fakat bu farklılaşmanın ve çoğullaşmanın yararlı olması için karşılıklı saygı ve hoşgörünün olması gerekir. Sadece ben doğruyum, diğerleri yanlış anlayışı çoğullaşmayı değil, tefrikayı, otoriterliği ve istikrarsızlığı doğurur. Saygı ve hoşgörünün temelinde de ahlak ve adalet yatar. Ahlak büyük oranda tutarlılıktır. Bir kötülük sana yapılınca yanlış, ama sen başkasına yapınca doğru olmuyor. İnancımızın ve birçok ahlaki öğretinin de temelini oluşturan ilke şudur: Kendine yapılmasını istemediğin şeyi, başkasına yapma! Bu ilkeyi uyguladığımızda, dindarların çoğullaşması, tüm Türkiye halkının kendi içinde çoğullaşması barışa, demokrasiye, özgürlüğe, imana ve ahlaka hizmet eder sadece. Aksi takdirde ortada ne demokrasi, ne insan hakları, ne özgürlük, ne onur, ne iman ne de ahlak kalır. Herkes görünürde bir yüce dava için (özünde çıkarı için), o yüce davanın tüm ilkelerini ayağının altına alır.