Ortadoğu farklı tarihlerde farklı stratejik, siyasi, ekonomik ve kültürel nedenlerden hep gerginliklere, çatışmalara ve savaşlara sahne olmuştur. Dolayısıyla çoğu zaman istikrarsızlıklar, acılar ve göçler kaçınılmaz olmuştur. Bölge halkları ya dışarıdan gelen işgalciler ya da içerden baskıcı ve despot yöneticilerin zulmüne maruz kalmışlardır. Bugün maalesef bölgede durum tam da karmaşa ve kaosun hakim olduğu böyle bir manzara ile karşı karşıyayız.
Bölgenin bir ülkesi olarak Türkiye, son yüzyılın çatışmacı ve baskıcı Kemalist rejiminin aksine, Ak parti hükümetleri bölgeyle daha barışık ve yakın ilişkiler geliştirmeye başladı. İçerde demokratikleşme sürecine hız verirken, dışarıda, komşularla sıfır sorun politikası, birlikte demokratikleşme ve kalkınma ve model ortaklık gibi yeni politikalarla istikrarlı ve barışık ilişkiler öngören yeni bir dönem başladı. Daha önemlisi, iç barışı da doğrudan etkileyen ve Kemalist rejimin hastalıklarından biri olan anti-Kürt politikalar bir kenara bırakıldı. Zamanın ruhuna uygun, ahlaki, normatif ve birtakım stratejik unsur ve çıkarlar da barındıran bu politika sayesinde bölgede oldukça etkili bir aktör olmaya başladı. Ta ki Arap Baharı Suriye kapısına dayanıncaya kadar. Bu yazıda Türkiyenin tüm Ortadoğu politikaları yerine, sadece son dönem Suriye ve Iraka yönelik siyaset analiz edilecektir.
Suriye çatışmasında Türkiyenin başta demokratik reformlar ve müzakereyi öngören politikalar önermesi oldukça doğru ve yerinde idi. Fakat kısa bir süre sonra politikasını sadece Esad gitsin gibi bir parametreye oturtması yanlıştı. Yine Türkiye önce Batılı güçlerin müdahalesine karşı çıktı, daha sonra batılı ülkeleri müdahale etmemekle suçladı. Bu politikada Türkiye kısmen haklıydı zira ilk başlarda Esadı reforma ve barışçıl bir geçiş sürecine ikna edebileceğini düşünüyordu. Çatışmalar başlayınca, kapılarını mültecilere açması hem insani hem de ahlaki bir politika idi, fakat giriş çıkışların kontrolsüz ve aynı zamanda içinde Nusra ve IŞİD gibi gayri insani ve gayri ahlaki uygulamalarla nefret ve korku yayan muhalifleri ayırmadan maddi, manevi ve siyasi olarak desteklemesi yanlıştı. Muhalefeti siyasi olarak desteklemesi bir yere kadar doğru, fakat MİT tırları olaylarında görüldüğü gibi oradaki savaşı kızıştıran silahlar göndermesi yanlıştı. Orada yapılması gereken tek şey tüm toplumsal kesimleri barışçıl yöntemler ve çatışma yönetimi metotlarına zorlamaktı. Bu barışçıl yöntemleri bugün değil, çatışmaların başladığı ilk zamanlarda yazdığım yazılarda hep savundum. Türkiye, çatışmalar devam ederken bütün kesimlerle görüşüp herkesin çıkarını önemsiyorum demesi doğru, fakat Kürtler Rojavada kendi bölgelerinde istikrarı sağlayınca ve kendi kantonlarını kurunca Kemalist refleks vermesi yanlıştı. Yine Özgür Suriye Ordusu (ÖSO)yu Kürtlere karşı savaşa kışkırtmak, ÖSO başarılı olmayınca, bu defa Kürtlere karşı savaşan IŞİD ve Nusraya en hafifinden göz yumarak ( esasında daha fazla yaptığı ile ilgili medyada çok haberler çıktı) destek vermesi çok büyük bir yanlıştı. Yine Türkiye, maalesef Suriyede ve Irakta son zamanlarda Yeni Türkiye anlayışına muhalif, bir takım kısır analizciler, eski Türkiyenin alışkanlığı olan stratejik ve çıkarcı yorumlar ve sekteryen anlayışlara prim verdi. Bu nedenle önemli hatalar yaptı.
Bugün eğer Türkiye IŞİD ile komşu olmuşsa ve Türkiyenin bölge siyaseti IŞİD-merkezli olmuşsa, bu sadece 49 konsolosluk çalışanlarıyla sınırlı bir durum değildir. Hala IŞİD gibi bir canavara bel bağlayan bazı eski Türkiye kalıntılarının ve ahlaksız yorumcuların hükümete yön çizen bazı kurumlarda kök salmalarındandır.
Türkiyenin Irak politikaları da maalesef Suriyeye paralel olarak El-Malikinin sekteryen tassupçuluğu nedeniyle bir gerginlik sürecine girdi. Irakta Kürdistan bölgesiyle stratejik ve yakın ilişkiler geliştirmesi doğru, fakat el-Maliki ile abartılmış bir gergin siyaset izlemesi yanlıştı. Burada da müzakere ve barışçıl yöntemleri öne çıkaran ve Sünnileri sürece katan politikalar öncelemeliydi. Irakta birçok şehirde konsolosluklar kurarak ilişkisini derinleştirmesi doğru, fakat IŞİDe güvenip Musul konsolosluğunu tahliye etmemesi yanlıştı. IŞİDin gayri insani ve gayri ahlaki zulmünden kaçan halklara insani yardım yapması doğru, fakat sınırı kontrollü bile olsa açmaması yanlıştı. IŞİD Kürdistan bölgesine saldırınca Türkiyenin bölgede tek müttefiki olan Kürtlere yardıma yanaşmaması yanlıştı, fakat Batılı ülkeler Kürtlere silah yardımı yapınca, güya bu silahlar PKKnın eline geçebilir tezini dile getiren IŞİD sempatizanlarını dinlemesi çok ama çok yanlıştı. İran ilk günden Kürt yetkilileri arayarak yardım öneriyor, oysa Türkiyeden yardım talep edildiği halde, rehineler ve cumhurbaşkanlığı seçimleri bahane gösterilerek yardımdan kaçınılıyor. Türkiye bu yanlış politika ile uzun vadeli bir stratejik ortağının güvenini kaybetmiş oluyor. Kürdistan bölgesi eğer İrana yönelirse, siyasi etkinlik, enerjiye ulaşım ve iç istikrarsızlıklar nedeniyle Türkiye Ortadoğuda tamamen etkisiz bir aktör haline gelebilir.
Bu hataları düzeltmek için geç fakat imkansız değil. Öncelikle Türkiye eski Türkiye fobilerinden kurtulmalı, barışçıl yöntemleri güçlü bir şekilde dile getirmeli ve bölge politikalarında IŞİD sempatizanı bazı bölge uzmanlarını(!) dinlemekten vazgeçmelidir. Aksi takdirde uzun vadeli bölgesel yeniden yapılanma sürecinde, tamamen oyun dışı kalabilir.