Uluslararası İlişkiler bir disiplin olarak, bir ilişki türü olarak ve bir alem olarak, hem akademik anlamda çalışanlar tarafından hem bu işi fiilen yapan diplomat ve politikacılar tarafından ve hem de diğer ilişkili-ilişkisiz insanlar tarafından en çok manipüle edilen alanlardan biri gibi görünmektedir. Nedeni, bu alanın birçok bilinmezliklerle dolu olması, karanlık olması, görülememesi, kimisine göre anlaşılamaması, farklı farklı boyutlarının olması, menfaat ve çıkar boyutunun geniş olması ve gerçekte zor olmasına rağmen, kolay (herkesin üzerinde konuşabilmesi) görünmesinden ileri gelir.
Son bir asırlık süreçte bu kadar çetrefilli bir alanı okumaya, anlatmaya ve anlamlandırmaya çalışan, aydınlatma gayretinde olan bir dizi teori, görüş, paradigma ve kavram geliştirilmiş fakat hala anlaşılması mümkün olmamıştır. Algı çağı olarak adlandırılan günümüzde hakikati ortaya çıkarmak, vicdan, ahlak ve adalete katkı yapmak yerine, amaç çoğu zaman algı operasyonları, çıkar, kimlik, birilerine ve bir amaca hizmet etmek olunca bu alanda uzmanlardan ziyade çoğunlukla komplo teorilerinden beslenen kişiler kamuoyunu bilgilendirmektedir. Uluslararası ilişkiler sadece dış politika değildir, bazen iç yansımaları daha da önemlidir. Komplo teorileri, insanlara bir kafa konforu sağladığından, çokça komplo teorilerine tamah edilmektedir. Çoğu ülkede bu komplo teorilerinde toplumsal çıkar diye tanımlanan şeyler, hakikatte muktedirlerin çıkarlarına hizmet etmektedir. Ondan sonra gelsin dış güçler, gitsin üst akıl, gelsin hainler, gitsin satılık kalemler türü milli bir edebiyat geliştirilmektedir. İlim, bilim, rasyonellik, tahlil, tetkik, tenkit ve terkip out; cehalet, itaat, takiyyat ve methiyat in oluvermektedir. Bu arada olan hakk, hakikat ve insanlara olmaktadır.
Hakk nedir peki?
Kuran-ı Kerimde Hakk kelimesi 287 defa geçmiş ve doğru, gerçek, meşru, gerekçeli, kazanılmış, zorunlu, doğru yapılmış, doğruluğu ispatlanmış, hukuki gerçek, kaçınılmaz gerçek, daha gerçek gibi anlamlarda kullanılmış. Hakk aynı zamanda Allah'ın isimlerinden biri ve en büyük hakikat da onun ilahlığıdır. Bu mutlak gerçeği inkar ise en büyük zulüm ve karanlık olarak tanımlanır. Lokman Süresi 13. Ayet, Hani Lokman oğluna demiş ki; Ey oğlum, Allah'a şirk koşma. Şüphesiz şirk, gerçekten büyük bir zulümdür.. Yine Ra'd süresi 16. Ayette, De ki Göklerin ve yerin rabbi kimdir?, Allahtır de. De ki Onu bırakıp da kendilerine (bile) bir faydası ve zararı olmayan dostlar (mabutlar) mı edindiniz? De ki Görmeyen ile gören bir olur mu? Ya da karanlıklarla (zulümat) aydınlık (nur) bir olur mu?
Zulüm kuranda 315 defa geçmekte olup haksızlık, adaletsizlik, hukuksuzluk, karanlık, zalim, daha fazla adaletsizlik anlamına gelirken, nur kelimesi kuranda 194 defa geçmekte ve ışık, aydınlık, aydınlatma ve ateş anlamlarına gelmektedir.
Rad süresi ayet 16da yapılan kıyaslamada Görmeyenle gören ve karanlık ile aydınlık bir olur mu? Denilerek aslında zulümat ile görmeme ve nur ile de görme eşleştirilmiştir.
Bu ayetlerden ve kavramlardan yola çıkarak çok boyutlu ve bilinmezliklerle dolu olan uluslararası ilişkileri farklı bir açıdan anlamak mümkündür.
Güce dayalı, salt (ulusal) çıkar odaklı, hukuk ve ahlaktan yoksun ve ahlak taşıyıcısı olan insanı değil, ahlak dışı (amoral) olduğu iddia edilen devleti merkeze alan anlayışlar zulüm ve haksızlık üretir, insanlığı karanlığa sürükler. İslami ve insani olan anlayış ahlak odaklı, insan merkezli, hakk ve adalet temelli olmak durumundadır. Nihayet dış politikada ahlakı reddedenler bu alandaki temel aktörün devlet olduğu ve onun da ahlakla sınırlı olmadığı tezini ileri sürerler. Fakat asıl aktörün soyut bir varlık olan devlet yerine, onun adına hareket eden insanlar olduğu gerçeği göz ardı edilmektedir. Şöyle ki, uluslararası ilişkilerde olduğu gibi, devlet denen şey de bir insan yapısı, icadı ve inşasıdır. Bu yapı, uluslararası ilişkilerde kendisi bir aktör, birey, birim olarak hareket etmiyor onun yerine insanlar hareket ediyor, kararlar alıyorlar. Dolayısıyla, o alınan kararların sonuçlarından da insanlar sorumludur. Aldıkları kararlar sonucu bir hukuksuzluk, ahlaksızlık, zulüm ve baskı oluştuysa ahlaken o kişiler sorumludur. Suçu devlet denen yapıya atmakla o ahlaki ve insani sorumluluktan kurtulamazlar.
Uluslararası siyasette demokratik ülkelerin ya da haktan ve hukuktan bahseden, hatta İslam olduğunu söyleyenlerin bile zulümata hizmet etmesi esasında bundandır. Yani bunların Uluslararası İlişkilerde ahlakı, hakkı, adaleti görmezden gelmeleri, bugün dünyayı çatışmalara ve karanlığa sürüklemektedir. Oysa adalet ve ahlak merkezli, ilim ve hakikat odaklı Nurani bir anlayış, uluslararası ilişkilerin bazı teorilerinde var, hem de pratikte mümkün. Yeter ki insan, insan olduğunu unutmasın.