Vicdan tüm insanlarda doğuştan bulunan bir adalet, hakkaniyet ve merhamet terazisidir. Zamanla alınan eğitim ve kültür bu özü geliştirebilir ya da köreltebilir. Yani çevre faktörü bir insanı daha iyi bir insan yapabilir ya da aşağıların da aşağısına çekebilir.
Ma'ruf ise, evrensel ahlaki ilkelerdir. Meal ve tefsirlerde çoğunlukla iyilik diye çevrilir fakat bu, ma'rufun birçok anlamından sadece bir tanesidir. Bu nedenle eksik bir tanımlamadır. Ma'ruf (عرف - arefe) kökünden gelir ve Kur'an'da 70 defa geçmektedir. Bilmek, tanımak, bilinir yapmak, bilgilendirmek, itiraf etmek, yüksek, iyilik, adil, rasyonel davranış, adil davranış, doğru, uygun, saygın, onurlu ve hak anlamlarına gelmektedir. Kur'an'da Ali İmran 104. ayette 'Sizden; hayra çağıran, [herkesçe bilinen, NA] iyiliği (marufu) emreden ve kötülükten (münkerden) sakındıran bir topluluk bulunsun. Kurtuluşa erenler işte bunlardır.' Arapçada 'خير- hayr' iyilik demektir. Fakat bu ayette hem hayr hem de ma'ruf kelimeleri peş peşe kullanılmıştır. Dolayısıyla Ma'ruf kuranda birçok yerde 'Herkesçe bilinen iyi ve doğru şeyler, evrensel ahlaki ilkeler, temel hak ve özgürlükler' anlamındadır. Zaten Kur'anda ma'ruf'un kullanıldığı anlamlara bakıldığında temel insan hakları kavramları göze çarpmaktadır. Bunlar yukarıda ifade edildiği gibi, hak, onur, saygı, doğruluk, adalet, adil davranış, rasyonel davranış gibi. Buna uluslararası insan hakları hukukunda doğal hukuk da denmektedir. Kabul gören tarifi de 'Yaratıcı tarafından doğaya konan ve herkesin aklıyla bilebileceği ve özgür iradesiyle uyabileceği evrensel ahlaki kurallardır.'
Evrensel İnsan Hakları Beyannamesi (EİHB) birinci maddesi der ki, 'Bütün insanlar hak ve insanlık onuru bakımından eşit ve özgür doğarlar. Akıl ve vicdana sahiptirler ve birbirlerine karşı kardeşçe davranmalıdırlar'. Sadece bu maddeye bakıldığında bile vicdan ve akıl, eşitlik, özgürlük ve onur kelimeleri ki bunlar insan haklarının en temel kavramlarıdırlar ve bu ayetle (Ali İmran 104) müthiş derecede örtüşmektedir. Yine evrensel beyannamenin giriş paragrafı dünyada barışının adaletin temeli olan insan haklarının sağlanmasıyla mümkün olabileceğini ifade ediyor.
Bu ayetin öncesinde ve sonrasında gelen ayetler de ayrışmayı, bölünmeyi ve birbirini ötekileştirmeyi nehyedip beraberliği, uzlaşmayı ve barışmayı emrediyorlar. Ve 104. ayet aslında toplumsal barış ile dünya barışını sağlayacak ya da katkı yapacak kişilerin iyiliğe çağıran, evrensel ilkeleri emreden ve kötülüklerden sakındıran kişiler olacağı ilan ediyor.
Daha önceki yazılarımda da çokça vurgulanan bir husus var. Dünyada her toplumda ve her zaman uyuşmazlık, çatışma ve sorunlar olur. Fakat aynı zamanda bu sorunların barışçıl yöntemlerle ya da daha az bir zararla çözülmesini sağlayan barışa ve iyiliğe çağıran kişi ve gruplar da vardır. Buna da toplumların barış kapasitesi denmektedir. Toplumsal çatışmaların az zararla çözülmesini sağlayan kişi ve gruplar adaletçiler, emniyetçiler, eğitimciler, din görevlileri, yaşlılar, STKlar, sanatçılar v.s. kişilerdir. Bunlar aynı zamanda toplumların ve dünyanın vicdanını temsil ederler.
Fakat bugün dünyaya baktığımızda maalesef bu gruplar dünya genelinde büyük oranda etkisizleştirilmişlerdir. Son 10 yılda dünya genelinde insan hak ve özgürlükleri gerilemekte, hukukun üstünlüğü ilkesi zayıflamakta ve demokrasi kalitesi düşmektedir.
Emri Bil-Ma'rufu yapacak insan sayısı ve etkinliği azaldığında vicdan zayıflar, dünyada çatışma ve şiddet artar, barış yok olur ve zulüm artar ki bugünkü dünya hali maalesef budur. Fakat ümitsiz olamayız, olmamalıyız. Herkes kendi çapında hayra davet eder ve evrensel ahlaka çağırırsa uyuyan vicdanları uyandırabilir, köreltilen vicdanları sivriltebilir, toplumsal ve dünya barışına katkıda bulunabilir. Kur'an'ın ifadesiyle 'İyiliğe davet eden' iyi insanlar grubuna dahil olabilir.
Bunu kim istemez ki!