YA YENİDEN BARIŞ VE PROAKTİF BİR DIŞ POLİTİKA, YA DA...


  • Oluşturulma Tarihi : 05.10.2015 06:21
  • Güncelleme Tarihi :
YA YENİDEN BARIŞ VE PROAKTİF BİR DIŞ POLİTİKA, YA DA... yazının resmi

Türkiye tarihinin en büyük ve en hayırlı projesi olan Barış Süreci maalesef ağır bir yara almış durumdadır. Derin bir krizle karşı karşıyadır. Bu kriz aşılırsa gerçek bir barışa ulaşmak mümkün, fakat kriz iyi yönetilemez ve daha da derinleşirse korkarım ki bu fırsatı da kaçırırsak uzun bir zaman barışı konuşmak bile imkansız hale gelecek. Barış süreçlerinin uluslararası iklimin sunduğu fırsatlar olduğunu daha önceki yazılarımda çokça vurgulamıştım. Bu çerçevede Rusya'nın doğrudan Suriye'ye müdahalesi gibi Ortadoğu'da meydana gelen son gelişmeler ve 1 Kasım seçimlerinin önemli olduğunu söylemek gerekir. Oluşan aktif ittifaklar, bölgedeki Türkiye'nin rolü ile ilgili gelişmeler ve genel seçimler (bugünlerde Türkiye'de çatışmaları durduracak bir ateşkes olursa) barış sürecini iyi yönetmek için bir fırsat olabilir.

Fakat Barış Sürecini sonsuza dek yokluğa mahkum etmek için ciddi bir gayret var. Medya başta olmak üzere her platformda sürecin aslında kötü olduğu, PKK'yı güçlendirdiği ve toplumsal barışı zedelediği gibi kimi asılsız ve art niyetli söylemler giderek artıyor. Bu söylemleri üretenlerin zaten hep barış karşıtı olanlar olduğunu unutmamak gerekir. Oysa temel neden sürecin kendisi değil, maalesef sürecin yanlış yönetilmesidir. Barış eğitimi, katılımın ve şeffaflığın sağlanamaması, geçmişle yüzleşme ve arabuluculuk sisteminin kurulamaması gibi temel yapısal sorunlar göz ardı edildiği için bu noktaya gelindi. Bu sorunlar defaatle yazıldı, çizildi fakat 'ben her şeyi bilirimci anlayış' bunları hiç ama hiç dikkate almadı'. Bunlar umarım yeni dönemde ders olur da daha sağlıklı bir süreç yürütülebilir.

Barış süreci Türkiye tarihinin en hayırlı, en erdemli ve en iyi iş olduğunu ve 100 yıl geçse bile gelinecek tek nokta olduğunu unutmamak gerekir. Dünyada Kürt sorunun gibi derin çatışmaların hiçbiri silah ve kaba kuvvetle çözülmemiş ve çözülemez de. Bu nedenle, ne kadar önce toplumsal barış ve adaleti sağlayabilme becerisini gösterirsek o kadar hızlı yol alacağız. Tekçi, inkarcı, asimilasyoncu ve faşizan uygulamalar Türkiye toplumunun 20. yüzyılı ıskalamasına neden oldu. Şimdi 21. yüzyılda nasıl bir grafik çizeceğimize karar verme zamanıdır: Ya hep birlikte barış, demokrasi ve özgürlük diyeceğiz, ya da hep birlikte küresel güçlerin piyonu olmaya devam edeceğiz.

Daha önce, Zengi ve Selahaddin-i  Eyyübi dönemi ve Osmanlı-Kürt Beyleri işbirliğiyle Ortadoğu ve dünya politikasında bu toplum olumlu ve kilit bir rol oynadı ve ittifak halinde bugün de oynayabilir. Küreselleşme çağında uluslararası ilişkilerde etkili bir aktör olmanın yegane şartı iç barışını sağlama, komşularla dostane ilişki geliştirme ve yumuşak güç unsurlarını iyi uygulamadan geçer. Türkiye yukarıda bahsi geçen dönemlerdeki gibi yapıcı ve belirleyici bir rol oynamak istiyorsa, çağdaş demokrasi ve evrensel değerlerin gerektirdiği çerçevede iç barışını sağlama çabası içine girecek, bütün Ortadoğu sınırını boydan boya çizen Kürtlerle ve diğer bütün komşularıyla dostane ilişki kuracak ve bölgede yumuşak güç araçlarıyla aktif politika uygulayacak bir paradigmayı (yeniden) geliştirmek durumundadır.

Rusya'nın Esad lehine doğrudan çatışmalara girmesiyle, Türkiye'nin yıllardır sürdürdüğü ayrımcı ve seçici Suriye politikasının başarılı olma şansı çok zor. Bu nedenle, bölgedeki son gelişmeleri ve seçim sürecini de fırsat bilerek hem iç barışını, hem bölge haklarıyla dostane ilişkiler geliştirmesini hem de yumuşak gücü rasyonel kullanarak etkinliğini artırabilir. Tek çıkış yolu budur.

Kısaca, toplum olarak önümüzde iki yol var; ya rasyonel ve ahlaklı duruşla demokratikleşme, barış ve huzura kavuşacağız ya da irrasyonel ve faşizan politikalarla despotizm ve kaosa teslim olacağız.

YA YENİDEN BARIŞ VE PROAKTİF BİR DIŞ POLİTİKA, YA DA...
Prof.Dr. Nezir Akyeşilmen
Yazarımız Kim ?

Prof.Dr. Nezir Akyeşilmen