Sayfa Yükleniyor...
Doğu Bloku ülkelerinde meydana gelen reform hareketleri ve Soğuk Savaşın son bulması sürecinde uluslararası ilişkilerde oluşan olumlu hava Fukuyama’ya Tarihin Sonu tezini yazdırdı. Ona göre tarih boyunca ve özellikle Soğuk Savaş döneminde yıkılmak istenen liberalizm galip gelmiş ve bundan sonra da hep hâkim ideoloji, anlayış ve sistem olacaktı. Sonunda tüm dünya liberal demokrasi olacak, insan hakları ve özgürlükler yaygınlaşacak ve sürekli barış sağlanacaktı. Radikalizm, dini fanatizm ve milliyetçilik kısmen direnç gösterse de engel olamayacaklarını iddia etmekteydi.
Oldukça ses getiren bu tez, ilk dönemlerde ciddi destek bulmasına rağmen, zamanla karşıt yaklaşımlar geliştirildi, hatta uluslararası ilişkilerde hava tam tersine dönüşerek otokrasiler çağına yelken açıldı. Bugün o gün olma yolunca ciddi bir mesafe almış durumda.
1996’da Huntington’un Medeniyetler Çatışması tezi, Soğuk Savaş sonrası dönemde çatışma temellerinin kültür ve medeniyet olacağını ileri sürdü. Fukuyama küresel barıştan bahsederken Huntington çatışmalardan bahsediyordu. Bu tez de çok tartışıldı, fakat bugün bakıldığında daha doğru bir okumaya benziyor. Zira 1990’larda dünya çapında meydana gelen çatışmalar 100’ün altında iken bugün bu rakam 400’ün üzerindedir. Başka bir ifade ile, o günden bugüne küresel çatışmalar dört kat artmıştır. Tam olarak bir medeniyetler çatışması olmasa bile bu çatışmaların neredeyse tamamı sivil çatışmalar olup çoğunluğu kültür ve kimlik temellidir. Bu da Huntington tezini destekleyen önemli bir göstergedir.
Fukuya’ya en büyük cevap aslında 2008 yılında Robert Kagan’dan geldi. Tarihin Geri Dönüşü ve Rüyaların Sonu tezi ile dünyanın düşünüldüğü gibi barışçıl, demokratik ve evrensel insan haklarını kucaklayan bir yere doğru gitmediği, tam tersine göz ardı edilen milliyetçiliklere dayalı otokrasilerin giderek yükselmekte olduğunu ileri sürdü. Bu otokrasilerle mücadele etmek için de demokratik Batı ülkelerinin iş birliği yapması gerektiğini ileri sürdü. O zamanlar, Kagan’ın bu iddialarını destekleyecek güçlü kanıtlardan bahsetmek henüz zordu. Söz konusu kitabını Türkçeye çevirdiğim halde ben dâhil, çoğu kişi analizlerini fazlaca realpolitik bir çizgide bulmuştu(m).
Bugün Huntington ve özellikle Kagan’ın geliştirdiği tezlerin küresel gelişmeleri daha iyi okuduklarını söylemek yanlış olmaz. Tabi, bu durumun kalıcı ya da geçici olduğunu kestirmek de zor. Belki 20 yıl sonra tersi bir durum ortaya çıkabilir. Fakat bugün itibariyle popülist otokrasilerin oldukça revaçta olduğu, güçlendiği, yaygınlaştığı ve demokrasi kalitesinin yerleşmiş demokrasilerde bile düştüğü görülmektedir. Küresel çapta bakıldığında bir iki istisna dışında dünya liderlerinin kalite, ahlak ve demokrasi açısından sorunlu oldukları görülmektedir. Küresel düzeyde bir vizyonsuzluk ve çapsızlık göze çarpmaktadır. Çok büyük bir kısmı demokrasi ve demokratik değerlerle mücadele ederek, popülist ve otokratik eğilimler göstermektedir.
Dünya tarihinde buhranlar hep olmuştur. Değerler krizi ve liderlik sorunları çokça olmuştur. Fakat dün tarihinde bu denli kolektif yozlaşma ve evrensel ahlaki değerlerden uzaklaşmanın oluştuğu bir dönemden bahsetmek zor gibi görünmektedir.