Sayfa Yükleniyor...
Türkiye Felsefe Kurumunun 2002 yılında yaptığı öneri üzerine, kasım ayının üçüncü perşembe günü, bütün dünyada on sekiz yıldır Dünya Felsefe Günü olarak kutlanıyor. “Bilgi sevgisi” anlamına gelen felsefenin uğraşı alanı nedir? Felsefe, kısaca, insanın kendisi ve yaşadığı toplum üzerinde düşünmesi, kendini tanımaya çalışmasıdır. Filozoflar, felsefenin iyileştirici, rahatlatıcı etkisinin de olduğunu savunuyor.
Gerçekten de görüyoruz ki, dünya bizimle başlayıp bizimle bitmiyor. Yaşantılar ve sıkıntılar sadece biz varız diye değil, bizden önce de, bizden sonra da sürekli tekrarlanıyor. İtalyan düşünür Umberto Eco’nun dediği gibi, “Biz hayata kozlar oynandıktan sonra giriyor, bu oyunu kimin kazanıp kimin kaybedeceğini bilmeden çıkıyoruz.” Felsefenin faydası, yaşanan sevimsiz olaylara, maddi sıkıntılara, bunalımlara, burukluklara, kısacası zorluğun her türlüsüne çare bulmaya gayret etmesindedir.
Felsefe Gününü dünyaya kabul ettiren Türkiye Felsefe Kurumunun Başkanı Prof. İoanna Kuçuradi, yaptığı açıklamada, 2020’de hayatımızın belki de en zor yılını yaşadığımızı belirterek, salgını fırsata dönüştürmek isteyenleri, “Zelzeleyle konuştuğunu ve zelzeleyi durdurduğunu” internette ilan edenleri, “Kıymetli zamanınızı kendinize ayırın, tezinizi/ödevinizi biz hazırlayalım” diye reklam verenleri eleştirdi. Ayrıca insan olmanın sorumluluğunu hatırlatmanın felsefeye ve eğitime düştüğünü vurguladı. Batı ülkeleri, 18nci yüzyıldan itibaren Aydınlanma çağıyla
Geçtiğimiz haftalarda kardeşimiz Azerbaycan işgal altındaki topraklarını kurtarmak için şanlı bir mücadele verirken, Ermenistan Cumhurbaşkanı Serg Sarkisyan da durmaksızın Türkiye’yi suçluyordu; 17 Ekim günü Sarkisyan“Türkiye 105 yıl önceki gibi 2020’de de bize soykırım uygulayacak” diye bir iddia bile ortaya attı.
Aslında 105 yıl önce olan neydi? Osmanlıİmparatorluğununeşit haklara sahip Ermeni yurttaşlarının bir bölümü, Birinci Dünya Savaşında Rus desteğiyle Doğu Anadolu’dadevlete karşı isyanlar çıkarınca,1915 yılında askeri zorunluluklar nedeniyle OsmanlıHükümeti tarafından güney vilayetlerine gönderildiler. Daha sonrası malum; isyanlar bastırılınca Ermeniler Batı kamuoyunu etkilemek amacıyla mağdur rolü oynayıp “soykırım” yalanına sarıldılar. Cumhuriyet dönemimizde de Türk düşmanlığını bırakmadılar. 1970’lerde ve 80’lerde masum diplomatlarımızı öldürdüler. Azerbaycan topraklarını işgal ettiler. Batı alemi ise daha çok dini güdülerle Ermenilerin sırtını sıvazlamaya devam etti.
Ancakdaha o zamanlar, henüz olayların ateşi devam ederken, Ermenilerin suçlamalarına karşı, Avrupa’nın ortasında bir Macar kardeşimiz bir kitap yazarak unutulmaz bir dayanışma örneği sergiledi: 1915’te isyancı Ermenilerin yerlerinden uzaklaştırılmalarının üzerinden henüz bir yıl geçmemişken, Budapeşte’de yaşayan tiyatro yazarı, gazeteci Dr. Atilla Orbók, Ermeni tezlerini çürüten, belgelere ve dikkatli bir incelemeye dayalı,etkileyicibir kitap kaleme aldı.1916’da basılan Ermenilerin İhtilal Hareketi başlıklı bu
Biden’ın kazanmasıyla artık seçimi kaybettiği kesinleşmiş görünen Trump, yalanlarıyla, kibirli ve yüksek perdeden konuşmalarıyla, dağınık yönetim şekliyle, her konuyu ağız kalabalığına getirmesiyle, salgını ciddiye almamasıyla, Ukrayna’ya yapılacak askeri yardımı siyasi rakibine karşı kullanmak istemesiyle, herhalde Amerikan siyasi tarihinde unutulmayacak bir iz bırakmış oldu. Biden’in kazanmasıyla ABD ile ilişkilerimiz nasıl etkilenir? Aslında her şey bize bağlı; biz demokrasi ve özgürlüklerle simgelenen, Atatürk’ün gösterdiği çağdaş uygarlık düzeyine ne kadar yakınlaşırsak; Cumhuriyet’in kuruluş felsefesinden ayrılmadan, ulusal meselelerde ne kadar sağlam durursak, sadece ABD’yle değil tüm dünya ile ilişkilerimiz düzelme yoluna girer.
Amerika’ya dönersek, tarihte Trump’ın pek de yalnız olmadığını görüyoruz. Washington Times’ın tarihçi yazarlarından Michael Farquhar, Amerika Birleşik Devletleri tarihinde yaşanmış büyük skandalları bir kitapta toplamış. Yazar, 2003 yılında Penguin yayınları arasında çıkan A Treasury of Great American Scandals (321 sayfa) başlıklı kitabında, kimi başkanların karıştığı skandallar hakkında bilgiler verirken, kitabının sonunda, ülkesine haksızlık etmemek için, bunların halkın önüne serilmesini sağlayan demokrasinin ve özgürlüklerin değerini de özenle vurgulamış. Bill Clinton’un Monica Lewinsky ile yaşadığı skandal bütün dünyaca biliniyor. Başkan Trump’ın seçilmeden önce hakkında dilden dile dolaşan, özellikle karşı cinsle İlişkileriyle ilgili öyküleri de öyle. Trump’ın “olağandışı” bir kişilik olarak Farquhar’ın
74 yaşındaki Cumhuriyetçi aday Trump ile 78 yaşındaki Demokrat aday Biden’ın yarışacağı Amerikan başkanlık seçimlerine çok az zaman kaldı. Amerikan sisteminde ülke genelinde en çok oyu alan değil, eyalet bazında seçilen 538 “ikinci seçmen”in oylarının salt çoğunluğunu alan aday kazanmış sayılıyor.
Adayların tartıştığı konuların başında, dünyayı saran salgın hastalık geliyor. Kamuoyu yoklamalarında Biden önde görünmekle birlikte her seçimde sürpriz yapan, 29 ikinci seçmene sahip Florida seçmeninin dengeyi değiştirebileceği konuşuluyor. Salgın tehdidini ilk başta ciddiye almayan, halka “deterjan enjekte etmeyi” dahi öneren Trump’tan özellikle yaşlı seçmenlerin ürktüğü söyleniyor.
Kendini dünya düzeninin koruyucusu olarak takdim eden, ancakizlediği emperyalist siyaset nedeniyle diğer ülkelerce eleştirilen Amerika Birleşik Devletlerinin, demokrasi, özgürlükler, kuvvetler ayrılığı ve hukukun üstünlüğü konularında yerleşmiş kurallara sahip olduğunu kabul etmek gerekiyor. Başkan adaylarının televizyona çıkarak canlı yayında tartışıyor olmaları da demokrasi açısından güzel bir örnek, ancak Trump ile Biden’ın çıktıkları programda yaptıkları tartışmanın seviyesi, oy avcılığında ve popülizmde her iki adayın da sınır tanımadığını göstermiş oldu.
Dış politikada ise adayların tartıştığı başlıca konuları, Çin’in küresel gücündeki artışın
Biz mizah yönünden şanslı bir ülkeyiz. Zengin bir güldürü kültürümüz var. Meselelerin ince yönünü bulmakta, hicvetmekte diğer halklardan geri kalmayız. Nasrettin Hoca, İncili Çavuş fıkraları, Akbaba ve Gırgır gibi mizah dergileri, “acıyı bal eyleyen” halkımızın yoksulluğa ve baskılara rağmen gülmesini, güldürmesini iyi bildiğinin; tepkisini iğneli fıkralarla ortaya koyabildiğinin kanıtıdır. Güldürü üstadı Aziz Nesin dünyaca tanınmış bir yazarımızdır. “Dünün güneşiyle bugünün çamaşırını kurutmam” diyen Süleyman Demirel gibi, siyaseti hicivle kaynaştırabilen devlet adamlarımız vardır.
Tanşuğ Bleda’dan önceki dönemlerde Numan Menemencioğlu, Cevat Açıkalın ve Muharrem Nuri Birgi de nükteleriyle tanınmış büyükelçilerimizdendi. Büyükelçi Birgi’nin, 1964-67 arasında Paris’te Nato Daimi Temsilcimiz olduğu dönemde bir Konsey oturumunda Yunan Delegesine karşı yaptığı bir müdahale tıpkı Harold Macmillan’ın Birleşmiş Milletler’de Kruşçev’i zor duruma düşürmesi gibi, salonu kahkahalara boğmuştu. Ergün Sav’ın Diplo-drama-tik Anlatılar (Bilgi Yayınevi, Ankara, 1992, 202 sayfa) kitabında aktarıldığına göre, Yunanistan delegesi Christos Palamas’ın (1973 yılında bir buçuk aylığına dışişleri bakanlığı yapmıştı) Kıbrıs konusunun görüşüldüğü Konsey toplantısında yaptığı Türkiye aleyhine uzun konuşmada sarf ettiği sert sözleri Birgi önce sükûnetle izliyor. Palamas’ın hiddetini ve sözcüklerin dozunu artırması üzerine Birgi ısrarla elini kaldırarak söz istemeye başlıyor. Genel Sekreter Manlio Brosio “Sayın Büyükelçi Birgi, Yunan delegesi sözünü
Mizah ile Kültür
Evet, nüktedanlık diplomatlar için yararlı bir meziyet, ama eklemek gerekir ki, diplomasi çerçevesinde yapılan mizah esas itibariyle kültürlerarası bir meseledir, yani yapılan nüktenin yabancı kültürlerde de kolay anlaşılır olması, olmadık anlamlara çekilemiyor olması önemlidir. Diğer bir deyimle, yapılan şakaların tercüme edilebilir olması, sizin dilinizde ne diyorsa çevrildiği dilde de aynı anlamı uyandırıyor olması önemlidir. Bu engel bir kez aşıldıktan sonra, artık karşı tarafı güldürmenin faydaları başlıyor demektir:
Bir yabancı yaptığınız espriye güldüyse, yani onu kendi kültüründe de güldürmeyi başarmışsanız, o yabancı söylediklerinize daha açık olmaya, aradaki önemli bir buz kitlesi erimeye başlamış demektir. Gülmüyorsa, anlatmaya çalıştığınız gerçeği kabullenemiyor demektir. Bernard Shaw, boşuna “İnsanlara gerçeği anlatmak istiyorsanız onları güldürün” dememiş.
Çoğu zaman müzakerelerin gergin anlarını dağıtmanın, rahatlatmanın yolu da mizahtan geçer. Zor mesajları iletmenin, onları bir bakıma “tatlandırmanın” yolu da mizahtır. Bir protokol hatası aniden her şeyi berbat etmişse, meydana gelen skandalı olsa olsa hoş bir nükte affettirebilir; her şey kesildiği yerden bu sayede devam edebilir.
Şüphesiz yerli yersiz her şeyi espri konusu
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinde (KKTC) geçen pazar günü yapılan ikinci tur Cumhurbaşkanlığı seçimlerini, iki devletli çözümün de konuşulması gerektiğini savunan Ersin Tatar kazandı. Kıbrıs davamız için hayırlı olsun. Zor zamanlarda sağduyulu kararlar alabilen Kıbrıs Türk halkının 1955’ten beri süregelen mücadeleci ruhuna güveniyoruz. Nitekim, seçimle ilgili yorumlar arasında, Kıbrıs Türk halkının, 2004 Annan Planından beri Rumlara uzatmaya devam ettiği zeytin dalını artık geri çektiği değerlendirmesi öne çıkıyor.
Gerçekten, Türk tarafının iyiniyetle 1968 yılından beri Rumlarla sürdürdüğü federasyon görüşmeleri, 2017’de Crans-Montana’da çökmüştü. Anlaşıldı ki, Rum tarafı, ileride bütün Kıbrıs’ı ele geçirmelerini sağlayacak bir anlaşma imzalanmadığı sürece, hiçbir uzlaşmaya evet demeyecek, görüşmeleri uzattıkça uzatacaktı.
Kıbrıs’ta federal bir çözüm neden olmuyor? Federalizm uzmanları, iki taraf arasında güçlü bir ortak çıkar, karşılıklı saygı ve güven, paylaşma kültürü bulunmadığı sürece federal bir düzenin kurulmasının hayli zor olduğunu savunuyor. Kıbrıs’ta da Rum tarafının Helenizm saplantısı, nüfus-ekonomik güç üstünlüğü, tanınmışlık avantajı üzerinden hakimiyet kurma çabaları, iki kesimliliği sulandırma girişimleri ve nihayet 1960 garanti sistemini ortadan kaldırarak Türk tarafını azınlık yapıp eritme arayışları, adım adım federal çözümün sonunu getirmiş oldu.
Diplomasi Nedir?
Diplomasi bir kriz yönetme sanatıdır; burada dürüstlük, inandırıcılık önemlidir. Bu sanatın icrasında kibire kapılmamak, üstünlük taslamamak esastır. Muhatabınızı masadan kaçırtmadan, ona yenilmişlik hissi vermeden alacağınızı almanız gerekir. Bu sanatı icra ederken kullanacağınız dil soğukkanlı bir incelik ve zarafet dili olmalıdır.
Diplomasi bağlamında, Büyükelçi Bleda’nın kastettiği maske, kitabında da belirttiği gibi, aynı zamanda olumsuzlukları görüp de görmemiş gibi davranmaktır. Bleda’ya göre, görüştüğünüz kişide maske olduğunu anladığınız anda, görüntüye bakıp arkada gizli olanı ya da anlaşılması güç olan gerçeği görmeye başlayabilirsiniz demektir. Böyle bir maskeyi örneğin çok eski bir okul arkadaşınızla görüştüğünüzde mutlaka çıkarırsınız.
Erdemli devlet adamlarımız arasında haklı yerini alan, yaşamı boyunca çetin müzakereler yürütmüş olan rahmetli Rauf Denktaş da, insanların masada takınacağı aldatıcı maskelere karşı dikkatli olunması, her yüzünüze gülene, size gülücüklerle yaklaşana inanılmaması gerektiğini söylerdi. Denktaş da gerek müzakerede gerek özel yaşamında zekâ ürünü nükteleriyle tanınmıştı: Bir defasında, New York’da Birleşmiş Milletler Genel Sekreteriyle görüşme öncesi Rum lider Kipriyanu ile aynı odada karşı karşıya oturarak beklemek zorunda kaldığını, bu sırada Kipriyanu’nun iki elinin parmaklarını tarak biçiminde birbirine geçirerek gergin bir şekilde iki
Böyle bir başlık hemen akla yaşadığımız amansız salgın döneminin “maske-mesafe-temizlik” sloganını getiriyor. Gerçekten salgının şakası yok; bu dönemde maske takmak belki aşıyı bulmak kadar önemli. Mesafe ve temizlik de günlük yaşantımızda maske kadar dikkat gerektiriyor.
Yazımızın başlığı ise sadece bir benzetmeden ibaret. Biz maskeyle mizahın diplomasideki rolünü anlamaya çalışacağız. Diplomaside mizah deyince ilk akla gelen örnek, 1960 yılında Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda kundurasını çıkarıp kürsüye vurarak hiddetli bir konuşma yapan Sovyetler Birliği Komünist Partisi Birinci Sekreteri Nikita Kruşçev’e, İngiltere Başbakanı Harold Macmillan’ın gösterdiği tepkidir: Macmillan, Kruşçev’e dönüp, “Bu konuşmanın bir tercümesini rica edebilir miyim?” diyerek hem gerginliği düşürmüş, hem de dinleyenlerin gülüşmeleri arasında Kruşçev’in yaratmak istediği büyüyü bozmuştu.
Mizahın gücünü savunanlar, “Gülmeyen insanlar ciddi insanlar değildir” derler. Cumhuriyet döneminde Dışişleri Bakanlığının yetiştirdiği diplomatların yabancı meslektaşlarına göre göz doldurmalarını sağlayan özelliklerinden biri de, temaslarında yabancı dilin ve gerektiği anda mizahın inceliklerini ustaca ve ölçüyü kaçırmadan kullanabilmeleriydi. Türk Hariciyesinde Orhan Eralp, Osman Olcay, Mustafa Akşin, Coşkun Kırca ve daha birçok büyükelçi, uluslararası toplantılarda yaptıkları, bilgiye dayanan, yeri geldiğinde hicivden de yararlanan keskin zeka ürünü konuşma tarzlarıyla yabancı meslektaşları arasında ün salmıştı.