Sayfa Yükleniyor...
Çağımızda hiçbir şey yapmadan, her şeye sahip olma fikri herkesi etkisi altına aldı. Akşama kadar oturayım, elimi sıcak sudan, soğuk suya koymayayım ama her türlü isteğim de yerine gelsin devri başladı ve yeni nesillere, yani çocuklarımıza da yansıdı bu durum. Küçük olayları bile dağ gibi büyüten, gelip geçici olaylar yaşanırken feryat figan eden ve hiçbir şeyle mutlu olmayı başaramayan bir toplum ortaya çıktı.
Aile içinde, eşler arasında, arkadaşlıklarda dostluklarda, ticarette, özel ve devlet kurumlarında sürekli şikayet duyuyoruz, kimse kimseden memnun değil ve herkes, kendinin haklı olduğunu iddia ediyor. Aslında yasadığımız coğrafyaya ve topluma baktığımızda, herkes haklı ve herkes haksız çünkü adaletin doğru işlemediği bir yerde kimsenin haklı veya haksız olduğu belli olmuyor maalesef. Çoğu insan, doğru yol varken, dönemeçli yollardan gitmeye çalışıyor, sonra da doğru yolu bulmak için hem ruhunu hem kalbini ve hem de zihnini yük bindiriyor.
Kolayca çözülecek bir sorunu veya olayı iletişim aracıyla çözmek yerine, kaba kuvvete veya büyük tartışmalara mahal verecek şekilde çözme hevesi var çoğu insanlarda. Tabii ki burada sıkıntı sadece insanlarımızda veya toplumda değil, kötü yöneticiler, eğitimsizliğin eğitimini veren okullar ve kurumlar, iş sevmez devlet idarecileri sayesinde kargaşa hiçbir zaman bitmez çünkü yeni nesilleri geleceğe hazırlama düşüncesi yok ve devlet politikası haline getirilmiyor.
Dünyamızda milyarlarca insan var, kimileri iyiliği kendine prensip edinmiş ve kimileri de kötülüğü. Anladığınız üzere dünya, iyiler ve kötüler diye ayrılmakta. Bu iki oluşum içinde binlerce unsur var ve bu unsurlardan en önemli olanı ise saygı kavramıdır. Saygı güzeldir, insanın insana saygılı olması bütün kötülüklere duvar olur çünkü kötülüğü besleyen ve kötülüğe can damarı olan en önemli kavram saygısızlıktır.
Saygı varsa, huzur vardır ve saygı varsa, sevgi vardır çünkü saygı bütün kapıları açar. Evliliklerde, arkadaşlıklarda, kurumlarda her zaman saygı ön planda olmalıdır, eğer ön planda değilse orada muhakkak karmaşa, tartışma ve kavga vardır. Böyle olunca da düzensizlik ortaya çıkar, düzen kaybolur ve herkes kendi düzenini kurmaya çalışır. Eşler arasında olmayan saygı, sevgiyi ve huzuru bitirir mesela veya devlet-özel kurumlardaki olmayan saygı ise kurumların çökmesine ve hatta yıkılmasına mahal verir.
Saygı sadece insanlara veya kurumlara değildir, hayvanlara da saygılı olmakta güzeldir, onlar da bizimle yaşayan canlılar nihayetinde. Tabii ki insanlara zarar veriyorsa bazı hayvanlar, onları ıslah etmekte veya barınaklara yerleştirmekte fayda vardır, örneğin bu fikri çoğu insan belirtir ama şu fikri düşününce bile, bunu söyleyen insanların ne kadar saygılı olduğunu anlarız, tüm topluma böyle insanlar gereklidir.
Huzur için, sevgi için ve vefa için birbirine karşı duyarlı olmalı, haklarını gasp etmemeli
Bir Anadolu kültürüdür; kadınlar, erkeklerin bir adım gerisinde durmalı, kadının aklı kıt olduğu için erkeğe itaat edecek, çoğu zaman söz hakkı verilmez. Kadınlara otur oturduğun yerde denilir Anadolu’da, yemek yapar, çamaşırları yıkar, evi temizler ve çocuklarına bakardı kadınlarımız. Günümüzde evli olan kadınların yarısı evliliğinden mutlu değil çünkü bütün yük onların sırtına verilmiş evliliklerde ve tabii ki evdeki genç kızların.
Günümüz sorunları ailelerin altına dinamiti koyuyor, özellikle evliliklerdeki bitmek bilmeyen istekler ve teknolojinin gelişmesiyle aile yapısındaki değişimler buna neden oluyor.
Ekonomik sıkıntıların fazlaca olması, sosyal medyadaki her olanın gerçek sanılması, hayal dünyasında yaşayan gençlerimiz için aile kavramının pek bir ehemmiyeti kalmıyor ve aile bağları yavaş yavaş yerinden kopuyor.
Eskiden de sorunlar vardı muhakkak ve hatta belki de sorunlar günümüzdeki kadardı ama sadece aile ve toplum baskısından dolayı ortaya çıkmıyor, insanlar isyan etse bile bunu dışarıya yansıtmamak için çaba gösteriyorlardı.
Aile yapısındaki gösteriş merakı ve dışarıdaki insanların yediklerini içtiklerini sosyal medyadan paylaşması ise bir özenti durumu ortaya çıkarıyor aile içinde.
Mutsuzken bile mutluymuş gibi paylaşımların atılması, neredeyse adım attıkları yerleri bile insanların gözüne sokularak afişe edilmesi ise onlar yaşıyor, biz neden yaşamıyoruz düşüncesi ortalığı kasıp kavuruyor maalesef.
Özellikle kadınların sosyal medyadan gördüklerine çok bağlanması, aynı hayatı yaşamak istemeleri ise ailede huzuru kaçıran olayların başında geliyor.
Özel hayatın artık olmaması ve herkesin, herkes hakkında fikrinin olduğu bir genel toplumsal yapıya dönüştü.
İnsanların gittikleri her yerleri, başka insanlara reklam yapması ve bak biz geziyoruz, yiyoruz, içiyoruz demeye getirmeleri ise gücü yetmeyen ve ekonomik olarak sıkıntı yaşayan eşlerin evliliğine zarar veriyor.
Gelişmiş medeni devletlerde ayıp karşılanacak olaylar ve gösterişler, gelişmemiş toplumlarda ise bir
Her yetişkinin hayatını bir başka insanla birleştirdiği ve bazen on yıllarca devam bir ilişki durumudur. Kimi zaman çok iyi geçer ve kimi zaman da bu birliktelik biter. Bazen iyi bir şekilde, bazen de kötü bir şekilde biter ama şu bir gerçektir ki iki insanın birbirine kol kanat gerip, yardımcı olması insan tabiatına uygundur. Ülkemizde de evlilik fazladır, neredeyse her gencin hayallerinde evlenmek vardır.
Her şey pahalı, her şeye zam ve vatandaş zor durumda şu an. Özellikle iki bin yirmi bir yılıyla birlikte ülkede iki farklı kesim oluştu; fakirler ve zenginler. Orta direk denilen kesimin yok olup, daha da fakirleşmesi ve zenginlerin ise daha çok zenginleşmesiyle birlikte ekonomi içinden çıkılmaz bir hal aldı. Seçimlerde ideolojiye oy verilerek aslında ülke ve vatandaş kendi altına dinamit koyuyor çünkü yanlış ekonomik politikaları sebebiyle fakirliğin ve yoksulluğun artması ve yine iktidar olsun, muhalefet olsun aynı partilerin en yüksek oy almasıyla birlikte yanlışı yanlışla kapatma olayı gerçekleşiyor. Yanlış yapan birine gidip destek verildiğinde, o yanlış yapan birileri, doğru yaptığını zannetmeye devam edecek ama bir ders verildiğinde ise belki kendini düzeltir ve halkçı bir yönetim ortaya çıkar diye karar almak lazım.
Benzinden tutun, gıdaya kadar, ilaçlardan tutun, kiraya kadar her şey pahalı ve faizin yükselmesiyle birlikte ciddi bir ekonomik daralma oldu ve halk önünü göremiyor şu an. Demokrasinin en güzel yanı oy kullanmaktır, emekli için, asgari ücretli için hakkını güzelce ortaya yansıtma yeridir seçim, tabii ki güzel kullanılırsa. Emekli, asgari ücretlinin geçimi çok zor, halkın içindeyiz ve bu durum şahsımı da etkiliyor çünkü sonuçta benim de bir ailem var ve markete girdiğimde, fiyatların her gün yükseldiğine şahit oluyorum. İdeolojiden
Bir ülkenin kolayca yıkılması için toplumun ahlaken çökmesi gerekir. Bunun için de devletin isminin değişmesine gerek yok veya başka devletler tarafından, memleketinizin işgal edilmesine gerek yok çünkü bir toplumu yozlaştırıp ele geçirmek için artık savaşmaya da gerek yok, günümüz teknolojisinde ve kötü yöneticilerin etkisi sayesinde bu durum kolayca gerçekleşir. Tabii ki sadece yöneticilerle iş bitmiyor, nihayetinde yöneticiler de toplumun içinden çıkan insanlar.
Türkiye’deki siyasi iklime baktığımızda, en önemli unsurlarında başında din eksenli muhafazakar kesim ve Atatürk merkezli laik kesim gelir ve bu kesimler ikiye ayrılmış ve ülkeyi de ikiye ayırmışlardır. Bu iki kesimin kıyasıya düşmanlığı ve rekabeti yüzünden ülke gitgide kötüye gidiyor. Eskinin güzellemesini yapmaya gerek yok ve geçmişte de bu ülke fakirlikle boğuşuyordu, o zamanlarda tabii ki şu anki gibi teknolojik gelişim ve her şeye ulaşılabilirlik yoktu ama coğrafik olarak bu kadar güzel yerde duran bir ülkenin sorunları yine günümüzdeki sorunlardı. Atatürk – laiklik tarafından ile din – muhafazakarlık yani bildiğiniz üzere sağ, sol davaları!
Güzel şehir İzmir, doğası ayrı güzel ve insanları ayrıca güzel. Son yıllarda göç almasıyla biraz eski yapısını kaybetmiş diyebiliriz ve kötü olayların fazlaca yaşandığı bir yer haline geldi. Tabii ki bu başka bir yazının konusu, asıl anlatmak istediğim ise ideolojinin arkasına sığınarak, Atatürk’ün ismine yaslanarak bir şehrin köy gibi yönetilmesinden bahsedelim.
Nereden başlamalıyım bilemiyorum tabii ki çünkü o kadar eksik var ve o kadar düzensiz bir şehir ki hangi konudan başlamalıyız bilemiyorum doğrusu. Öncelikle altı üstü bir depremde ve tam yirmi bir fay hattının geçtiği İzmir’deki yapıların yüzde altmışı risk altında, düşünebiliyor musunuz, yüzde altmış yapı riski içinde. Yani milyonlarca insanın canı tehlikede. Ülkemin en büyük üçüncü şehri olan bir yerde yani İzmir’de doğalgaz erişimi yüzde altmış dokuz, ne kadar ayıp ve ne kadar zavallıca bir durum. Şehirde geri kalan yüzde otuz birlik kesim odun, tezek, elektrikle ısınmaya çalışıyor.
Keşke sadece yukarıda anlattığımız olaylar olsaydı ama değil tabii ki ne doğru düzgün altyapısı var ve ne de yolları özenli. Yollar çukurdan geçilmiyor, abartı olmasın ama İzmir’deki çoğu araç sahipleri, arabalarını bu yüzden tamirciye götürüyor. Altyapısı bozuk dedik bir kere anlatalım, ülkedeki en pahalı içme suyunu kullanan şehir. İçme suyu dediysek yanlış anlaşılmasın, içilecek gibi değil, ağzınıza bir yudum aldığınızda
Yeni bir seçim sürecine girmiş bulunuyoruz, yine ve yeniden vaatler, halkı düşünen siyasetçiler ortaya çıktı. Zaten bu halk ancak seçim zamanında hatırlanır, bu sadece siyasetçilerin suçu değil aslında, hiçbir talepte bulunmayan ve ses çıkarmayan halkın da büyük eksikliği ve suçu var. Hizmetten çok, ideolojiye oy veren ve kendine kuru ekmeği, soğanı layık gören bir halk anlayışına kim neden değer versin ki?
Peki neden hizmet değil de ideolojiye oy verir bizim halkımız? Bu durum sadece ülkemizde değil tüm dünyada yaşanan bir olay ama Türkiye sert bir coğrafya olduğundan (siyasi, ideoloji, terör) gibi, ayrıca iki kutuplaşmış taraf olduğu için oylar değişkenlik göstermiyor. Bu konuyu biraz açalım isterseniz, şöyle ki; İzmir’deki belediye başkanı yani C’nin adayı hiçbir şey yapmasa bile yine büyük çoğunluk o adaya oy verecektir, bu durum mesela Erzurum’un A’nın adayı için de geçerlidir, hiçbir şey yapmasalar bile yine kazanırlar.
Çok partili süreçten bu yana çoğu zaman ideolojilere oy verilmiştir, bu durum ise ülkeye zarardan başka bir şey vermemiştir. Mesela bir ile, ilçeye hizmet değil de hangi taraftansa o yüzden oy verildiği sürece halk hep kaybeder ve siyasetçiler kazanır. Bazı yerel seçimlerde ise il ve ilçeyi bilmeyen siyasetçiler aday gösterilir ve halkta gider oy verir, itiraz etmeden. Halkta, durun bir
Hayat bazen acımasızdır ve herkese de adil davranmaz. Bazı insanlar doğuştan şanslıdır ve bazıları da şanssız ama şu bir gerçek ki ne kadar şanssız olursanız olun, insan kendi şansını kendi oluşturur. Bunu gerçekleştirmek zordur ama imkansız değildir çünkü çabalayıp, kendimize değer verip, kendimizle barışık olmalıyız ki şans faktörünü yenebilelim.
Hiç kimse ilk tanıdığımız gibi kalmaz, düşer maskeler sonradan yavaş, yavaş çünkü çıkarları bitmiştir insanın. Bazen içimizden geçiririz ve keşke herkes ilk haliyle kalsaydı diye, değişmeseydi deriz ama gerçek hayat buna imkan vermiyor bazen. Konuşmaya başlarken ve biraz sonraki zamanda, ne kadar da güzel kalpliymiş ve öve öve bitiremeyiz bazı insanları ama sonradan anlarız ki fazla acele etmemek gerekliymiş.
***
Tanışınca mutlu olduğumuz, iyi ki hayatımıza girdi bu insan dediklerimizden ilk darbeyi aldıktan ve gerçek yüzlerini gördükten sonra pişman oluruz. Acele etmişiz bu insan hakkında hüküm vermeye deriz, halbuki iyi niyetle yaklaşmış ve onlardan da aynısını dilemişizdir. Maalesef ki dünyada bu çıkarcılık hissi bu kadar kuvvetli oldukça, kolay kolay bir şeylerin düzelmeyeceğini iyice öğreniriz.
***
Selam verip, merhabalaşan insanlar, iyi niyetle yaklaşsalar ve sürekli samimi olmak isteseler bile, yine de insanlar kolay kolay birbirlerine yanaşmıyor çünkü daha önceki olanlardan dolayı üzüldüğü olaylarda bu durumun aynısının yaşandığı aklına gelir. İnsanlar birbirlerine güven duygusunu kaybettiler. İster bu iki yabancı kişi olur, isterse de eş, dost, akraba olur fark etmiyor, bir kere güven kaybedilince de maalesef geri gelmiyor veya zor geri geliyor.
***
Düzen böyle devam edecek muhtemelen, çıkarlar üzerine kurulan hiçbir bağ, sağlam temeller üzerine kurulmaz. Hiçbir bina nasıl ki temelsiz,
Her insan sevmek ve sevilmek ister ilgi görmek ve sahiplenilmek ister çünkü insanlar yaradılış gereği birine veya birilerine ihtiyaç duyar. Yalnızlık Allah’a mahsustur derler ve sadece O kimseye gereksinim duymaz anlayışı var ama Allah bile melekleri, cinleri ve insanları yaratmıştır. Kaldı ki yaratıcı böyle bir şeye gereksinim duyuyorsa, onun yarattığı insanlar tabii ki sevgi ve ilgi ister.
Dünyanın hangi yöresi ve coğrafyası olursa olsun, o yerde yaşayan insanlar sevmek ve sevilmek ister çünkü insan fıtratında vardır bu durum. İnsanlar yalnız yaşayabilir muhakkak ve kimseye de tamah etmeyebilir yaşadığı dönem içinde lakin insanlara en iyi gelen şey konuşmak, dertleşmek ve birilerine kalbinin yolunu açmak iyi gelir. Bu durumu ise sevdiklerini kaybedince anlıyor insanoğlu.
Askerlerin şehit haberiyle herkesin yüzü düşmüş ve ülkenin neredeyse tamamı gözyaşı dökmüştü. Haber kanalları son dakika olarak duyuruyordu bu acı olayı. İlk gün altı asker şehit oldu ve bir o kadar yaralı, sonraki gün aynı yerde altı asker daha hakkın rahmetine kavuştu. Her yerde tepkiler vardı ve herkes birbirini suçluyordu, muhalefet partileri, iktidarı ve iktidar da muhalefeti sert eleştiriyordu. Yani her zamanki gibi kör dövüş vardı.
Teknolojik gelişmeler, hayatımızı hem olumlu ve hem de olumsuz etkilemiştir. Her şeye kolayca ulaşılabilirlik ve coğrafya fark etmeksizin, herkesin aynı görseli, aynı anda görmesine olanak sağladı sosyal medya ve teknoloji.
Dünyanın her yerinde adaletsizlik ve hukuksuzluk var, bu adalet ise genellikle güçlülerin ve zenginlerin lehlerine çalışır. Daha doğrusu, adaletsizliğin adaleti hep güçlüden yanadır. Geri kalmış ve dinle yönetilen ülke insanın da en çok kullandığı cümledir “Adaleti Allah’a bırakalım.” Dünyada yaşıyoruz ve madem burada yaşıyoruz, o halde yapılan eylemin bir ödülünün ve cezasının verilmesini talep etmek en doğal olanıdır çünkü bu hayatın olağan akışına göre yapılan bir durum değerlendirmesidir.
İnanışlı insanlar kendilerine göre haklılar çünkü devletler, yöneticiler, adaleti tesis etmeye yetkili olanlar, güçlüden, ezenden, zenginden yana olduğu için nereye başvursalar bile bir şey elde edilmeyeceğini bilirler. İşte bu yüzdendir ki güçsüz ve inanışlı olan ahirete bırakır adaletsizliği, zaten yapacak bir şeyi de yoktur. Peki, her şeyi Allah’a bırakmak ne kadar doğru? Dünya nüfusunun çoğunun, Allah’tan geldiğine inandığı dört büyük kitap bile dünyada adaleti isteyin diyor ama bu dört büyük kitabı anlatanlar ise insanlara sürekli Allah’ın bir adaleti var diyerek ve sürekli ahireti işaret ederek, insanları pasifleştirmiş ve halkın hakkını aramalarına engel olmaya çalışmışlardır.
Zalimlik olur yine Allah’a bırak, zulüm olur yine Allah’a bırak, insanlara haksızlık olur yine Allah’a bırak. Bu durumu insanlar çok yanlış anlamış, bazen güçsüzlüklerinden ve bazen de din adamlarının insanlara pasifleştirme aşısını vurmasıyla. İncil’i konuşma diline çevireni
Bu kalabalık, sadece araç sayısıyla değil, içinde taşıdığı stres ve huzursuzlukla da kendini gösteriyor.
Şehir trafiği adeta bir labirent gibi; bir yoldan diğerine geçmeye çalışırken, sürekli bir araç akışının içinde sıkışıp kalınıyor. Yeşil ışık yanınca bir nebze umutla ilerlerken, kırmızı ışıkta tekrar duruyor, bir sonraki yeşil ışığı bekleniliyor. Yolda kaybolan sadece zamanımız değil, aynı zamanda birbirimize olan saygımız da... Trafikteki stres sadece yolda geçen zamanla sınırlı değil, aynı zamanda araç içinde taşıdığımız insanlıkla da ilgili. Birinin hatasını affetmek, diğerine yol vermek yerine, kornalara ve kötü bakışlara sığınıyoruz. Belki de birbirimize olan tahammülsüzlüğümüz, trafiği daha da çekilmez kılıyor.
Ayrıca, şehir içindeki araba kalabalığı, sadece bir yere yetişme kaygısı değil, aynı zamanda trafikte geçen uzun saatlerin bir sonucu olarak hayat kalitemizi de etkiliyor. Yoğun tempoda çalışanlar için eve geç dönüş, aile ile geçirilen zamanın kısıtlanması anlamına geliyor. Sadece birkaç kilometrelik mesafe için harcanan saatler, zamanla büyük bir kayba dönüşebiliyor.
Belki de bir gün, şehir içindeki araba kalabalığından şikâyet etmek yerine, trafikteki insanlar arasında daha fazla empatiyle hareket ederiz. Belki de yolda geçirdiğimiz zamanı daha anlamlı hale getirir, birbirimize gülümser, saygılı oluruz. Belki de trafikteki kalabalık, bir gün şehirdeki huzurun simgesi olur.
Bazen zorlu yollardan, bazen de kolay yollardan geçeriz. Bu yolları belirleyen nedenlerin başında da yaşadığımız coğrafyalardan kaynaklı. Afganistan’da yaşayan bir gençle, İsviçre’de yasayan bir gencin yaşam mücadelesi tabii ki aynı değildir. Coğrafyanın yanında bağnaz inanışlar ve fikirler de vardır muhakkak. Bizim gibi ülkelerin insanları ise genellikle hem coğrafya ve hem de inanışlar, fikirler arasında kalmıştır. Ne tam coğrafyasının özelliklerini taşımıştır ne de tam anlamıyla diğer yanındaki ülke insanları gibi davranmıştır. Birbirine bağladığı iki kıtanın da özelliklerini taşımaktadır ülkemiz. Dini inanışlar bağnazlık getirir mi peki, her şeyi dine bağlayan fikirler ise tabii ki bağnazlık getirir çünkü dinde adı konmamış bir buluşun veya fikrin kabul görmemesi olağan bir durumdur.
Öncelikle şunu belirtmek isterim ki köpek kelimesi mecazi anlamda kullanılmıştır ve köpeklerin de en az diğer canlılar kadar bu dünyada yaşamaya hakkı vardır. Yaptığınız her işte, başarıda ve çıktığınız her yolda size köstek olmaya çalışanlar olacaktır. Bununla da kalmayıp, iftira atacaklar, hakaret edecekler, doğrularınıza yanlış diyecekler, bazen hakaret edip, kendi kirlerini ve çamurlarını size atmaya çalışacaklar ama siz bildiğiniz yoldan, onlar istedi diye vazgeçmeyeceksiniz.
Her devletin içinde bir zalimlik vardır, kendi zulmüne ses etmeyenler ise başka zulümlere ağlar genellikle. Bu devletlerde yaşayan halkın fikirleri de genellikle devletlerinin düşüncesini taşır. Yani anlayacağınız, kendi kusurlarına gece olanlar, başkalarının kusurlarına gündüz olur çünkü menfaat ve dünyadaki kirli emeller vardır.
Güzel bir kalbe sahip insanların kafasında, halk tabiriyle elli tilki dolaşmaz, hırsları, arzuları ve talepleri fazla yoktur. Genellikle elindekileriyle yetinmeyi bilirler ve fazlası içinde çok çabalamazlar veyahut çok azı çabalar. Kötü insanlar ise hep daha fazlasını ister, aklını sürekli başkalarını kandırma ve kısa yoldan nasıl daha yükseleceğinin telaşı vardır üzerlerinde.
Bir insanın ilkeleri, duruşu olmalı çünkü bir insanı tanımak için bunlar olmazsa, olmaz olgulardır. Duruşu olan insanın sevgisi de dostluğu da iyidir ama bir karaktere sahip olmayan biri ise herkese yüktür. Hem topluma, hem aileye ve hem kendisine. Doğruyu, iyiyi, güzeli, dürüstlüğü ilke edinmiş bir insan her zaman kalite kokar.
İnsanlar birbirinden uzaklaşıp, yalnızlaşıyor ve böyle olunca da herkes kendi canının derdine düşüyor ve karşısındaki insana ne tahammül edebiliyor ve ne de onun ihtiyacına merhem oluyor. Anlayacağınız üzere, hep ben ve hep ben anlayışı hakim şu an toplumda ve bireylerde.