Biraz Hasbihal


  • Oluşturulma Tarihi : 26.09.2018 06:50
  • Güncelleme Tarihi :
Biraz Hasbihal yazının resmi

Hiç, “benim evrende yerim ve rolüm ne?” diye sordunuz mu kendinize? Aslında bu soru öznel olmakla birlikte tartışmaya da hayli açık bir konudur. Kimi insan dünyayı kendi varoluşuna bağlar, kimisi dünyaya bağlanır, kimisi ise yer-mekan fark etmeksizin kendini küçücük, önemsiz bir nokta olarak nitelendirir. Bu düşüncelerin en yadsınamaz tarafı ise insanın varlığında saklıdır.
İnsan, varoluşundan bugüne kadar hep merakını dindirmek için farklı cevaplar aramadı mı? Ama sonunda cevaptan çok sorunun ehemmiyetini anlamadı mı? İşte okuyucularım! Önem taşıyan, yani aslolan şey, “merak etmek” Bu, her ne kadar zahmetsiz bir şekilde yazıya dökülse de çoğu insanın yoksun olduğu ya da etkili kullanamadığı şey merakın ta kendisidir.
Bunların haricinde bir de öyleymiş gibi sanılan (!) özgürlük var. Özgürlük neydi sahi? İstediğini yapınca özgür mü oluyordu insan? Özgürlük, bu kadar basit bir eylem mi? Bana kalırsa özgürlük diye adlandırılan şey, “sığlık” İnsanların size karışmaması özgürlük değildir. Özgürlük, sadece insanlar karışmayınca elde edilemez. Kafanızdaki düşünceler de sizin özgürlüğünüzü kısıtlayamaz mı? Bunu hiç düşünmediniz mi? Bir eylemde bulunmadan önce o iç ses diye adlandırdığınız “yapma” sözcüğü bile özgürlüğü kısıtlayıcı bir etken değil midir? Örneğin kurallar... Kurallar varken özgür olabilir misiniz? Bana kalırsa biz “özgürüz” diyerek kendimizi kandırıyoruz ve kendi yalanlarımıza inanmakta da üzerimize yok.
Bahsetmeden geçemeyeceğim: Feminizm dalgasına kadınları yüceltmek nasıl bir aklın süzgecinden geçmiş bir şeydir? Kendini Feminist diye adlandıran “bazı” fırsatçılar, Feminizm’in kelime anlamından -kimisi bunu da bilmiyor- başka ne biliyor? Geçtiğimiz günlerde sözde bir feministle karşılaştım sosyal medyada. “Feminizm nedir?” diye bir soru yönelttiğimde bana verdiği cevaptan gülme payından başka bir şey çıkaramadım. Feminizm’in kelime anlamını bile söyleyemeyen bir Feminist. Aman ne güzel... Şunu belirtmekte fayda var: Feminizmin kökleri, 1700’lü yıllara dayanır ve kadın-erkek eşitliğini savunur. Ama bu sözde algı operasyoncuları, toplumu ayrıştırmaktan, kadını erkeğe, erkeği kadına düşman etmekten başka hiçbir baltaya sap olamıyor.
Geçmişe bakıyorum da, biz ki Osmanlı’nın son, Cumhuriyet’in ilk dönemleri ve süregelen 50 yıl arasında okuma oranını sıçramaya uğratmadık mı? Şimdi ise insanların okuma edimi var ama bunu kullanmaya eriniyor. Benim en çok yakındığım nokta da insanların okumadığı için cehalete teslim olması. Aslında görünürde okuyor ama hangi zihinle, hangi gözle? Okulu, kitapları eziyet olarak gören bir nesle ne anlatabiliriz? Elden ne gelebilir o istemedikten sonra? Hani, “bilmemek değil, öğrenmemek ayıptır” demiş ya atalarımız, şimdi ise bilmediklerini bile kabul etmiyor, üste çıkmaya çalışıyorlar. Garip ve trajik bir durum...
Ne kadar güzel özetliyor İmam-ı Azam, “Cahillerle yaptığım bütün tartışmaları kaybettim.”
 

Biraz Hasbihal
Selda Gürsu
Yazarımız Kim ?

Selda Gürsu