Bildiğiniz üzere yetmişli yıllardan beri üniversiteye geçişte sınav sistemi uygulanıyor. Peki ya aradan geçen elli küsur yılda bilin bakalım kaç kez değişime gidildi? Bir mi? İki mi? Hayır, hayır... Tamı tamına beş kere. İlki Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Sınavı (ÖSYS) -1974- , ikincisi iki oturumdan oluşan Öğrenci Seçme Sınavı (ÖSS) ve Öğrenci Yerleştirme Sınavı (ÖYS) -1981- , üçüncüsü ÖSS ve ÖYS’nin tek basamağa toplanmış hali olan ÖSS -1999-, dördüncüsü iki basamaktan oluşan Yükseköğretime Geçiş Sınavı (YGS) ve Lisans Yerleştirme Sınavları (LYS) -2010- ve nihayet sonuncusu yine iki basamaklı olan Yükseköğretim Kurumları Sınavı (YKS) 2018’de uygulanmaya başlandı.
Sorulması gereken soru: Sürekli değişime gidilmesinin amacı nedir? Yapılan eylem ise yakınmak…
Eğitim bir lisandır. Lisan ise bir insan. İnsan dünyadır. Dünya kararınca insanın içinde ışık kırıntıları bulabilir miydiniz?
Henüz (!) oturmuş bir sistemimiz, daha doğrusu ‘bir eğitim sistemimiz’ var mı yok mu şüpheliyim. Bu soruyu, bu cevapsız soruyu son bir yıldır kendime sormaktan kendimi alamıyorum. Seneye neler olacak, YKS’nin yerlerinde yeller mi esecek bilemiyoruz. Bu bağlamda öğrencinin psikolojisinin niçin hesaba katılmadığı sorusu da ayrı bir yanıtsızlık halini alıyor.
Geçen sene, yani YKS’nin ilk defa uygulanacağı yıl, adaylara Türkçe ve matematik testlerinden en az 0,5 net yapmaları konusunda kural konmuştu. Sözel bölüme yönelik çalışan, matematiğe dair hiçbir yetkinliği bulunmayan öğrenciden yarım net istenmişti. Ve aynı şekilde sayısal alana hazırlanan adaydan da Türkçe için yarım net istenmişti. Neyse ki bu feci hatadan dönüldü.
Eğitim sistemi bir deneme tahtası değildir. Hele hele öğrenci, o tahtanın hedefi hiç değildir! Bir türlü anlamlandıramadığımız, her seferinde “düzeltme” adı altında yaptığınız -yapmaya çalışıp da batırdığınız- şeyler bir yarar sağlamayacak. “Göreceksiniz” demiyorum. Çünkü gördüğünüz için sürekli değişime gidiyorsunuz. Sorunun köküne inmeden bunu halletmek mümkün değildir, asla da olamaz. En başta yeniliğe önayak olan sorumlu kişi, “ben öğrenci olsaydım, bu ezberci sistem karşısında n’apardım?” diye kendine sormalı. Olmadı mı? Kendi ayaklarıyla hiçbir aracı olmaksızın eğitim kurumlarına giderek kendi görmeli bir öğrenci ne istiyormuş, ne yapıyormuş. Onu da mı yapamadı? O zaman o kişinin o mevkide bir işi olmamalı benim nazarımda. Öğrencinin gözüyle olaya bakamayan, huyuna gitmeyip de yoluna sürekli taş koyan, sınav sistemini değiştirip garip garip kurallar getirip de öğrencilerin psikolojisini duman eden bir zahmet terk etsin o mevkiyi...
Eğitim sistemi bir bahis değildir. “Şunu yapacağız, bunu yapacağız” demekle işlemez. İcraata davet ediyorum. Ama bunaltmadan, ama çelişkili/anlamsız/gereksiz yükler yüklemeden öğrencinin sırtına. Ezberci sistemin tohumlarını atmayın artık hevesli yüreklerin içine. Çünkü o tohumlar yeşermiyor, yeşermeyecek, yeşeremez!
Beş seçenekten dördünü eleyenlerin “zeki” ilan edildiği bir sistem kadar gülünç, hayır, içler acısı bir şey ne gördüm ne de duydum. Bilme eyleminin/öğrenmenin kağıt üzerinde iki kıytırık cümle ile meydana gelebileceğini düşünen zihniyetler bizi, bizleri, ardımızdakileri eğitemez. Kendini ifade edemeyen bireyler yetişiyor, ne acı. Eğitmeyen sistemin adı “eğitim sistemi” olmuş, vay ki ne vay!