SELDA GÜRSU
Herkes birbirine akıl veriyor ama kimse kendi söküğünü dikmeye tenezzül bile etmiyor. “Akıl veren çok, ekmek veren yok” diye bir söz var ya hani, hah, o sözün anlamına şimdilerde vakıf olduğum doğrudur! İnsanlar o kadar çok birbiriyle ilgileniyor ki kendi kendinin eksiğini gediğini görmüyor, görse dahi toparlanma yoluna gitmiyor. Çünkü kendinden daha önemli kimseler var: Başkaları! Onların eksiğini sert bir şekilde yüzlerine vurmak, eksikleriyle dalga geçmek daha çok işlerine geliyor. Hal bu ya, neden gelmesin? Başkalarını acıtmak varken neden kendi canını acıtsın gerçeklerle, yetersizliğiyle, cahil cesaretiyle, dar penceresinin güneşsiz manzarasıyla değil mi (!) Öyle bir zamandayız ki “birisi düşse de gülsem, keyfim yerine gelse” kafasında yaşayan, kaostan beslenen, kendi vasıfsızlığını hata bulmaya çalışarak örttüğünü “düşünen” insanlarla karşılaşmamak mümkün dahi değil.
Ve evet, bu zaman, benim iyiye, doğala olan inancımı hayli yitirmeme neden oluyor; insanlara olan bakışımı zedeliyor. Bugün yüzüne gülümsediğimiz insanların yarın hakkında neler zırvalayacağımız belli değil. Dün zırvalar dolu ithamda bulunduğumuz insana bugün sırf işimiz düştüğü için yapmayacağımız yalakalık yok. Biz, ziyadesiyle ikiyüzlü, kendini zeki sanan ama zekasının övünülecek değil; aşağılık derecede düşük olduğu insanlarız. Değer yargımız eşittir yarar sağlamaya. Bütün karın ağrımız da bu: Eleştiride herkese var, kendine yok; Övgüde kendine var, kimseye yok. Yapmacıklık denizinin içinde boğulursak belki hep birlikte, bizden sonra gelenler kurtulur!