Yaşanmışlıklar vardır, hatırlamak ve hatırlamamak arasında kaldığımız. O yaşanmışlıklar savurandır zaten ruhu. Kapısından içeri buyur etmeyendir güveni. Öyle ki, kilit vurandır dimağa. Kaçırandır insanlardan, -en önemlisi- kendinden. Sindiremez insan evladı. Boşlayamaz yaşananları. Halihazırda edemez ikiyüzlülük. Ya daima sever, ya daima nefret eder. Öyle bir keskindir virajları. Dili mi? Hiç bahsetmiyorum dilinden! Şüphesiz, diliyle karşısındakini yerden yere vurabilecek tek varlığın ta kendisidir insan. Parçalar insan, parçalanır, gülümser, düşer insan. Yavana atamaz bir şeyleri, gizler insan. Alıkoyamaz öfkeyi, zehrini döker insan. Alabora olmuş hayatına bir silleyi de kendi vurur insan. Egosundan yine de ödün vermez insan. Öyle ya, hep etrafındakileri suçlar insan. Bir de, iş işten geçtikten sonra timsah gözyaşlarını döker insan. Beyni vardır, zekidir görüngede halbuki. Ama söyle, hangi delikte, nerede?
İpin altında da oynar üzerinde de. Düşmem de der, düşer de. Sevmem de der, sever de. Egosunu da doyurur, karnını da. Öyle bir illetli varlıktır insan. Tüm doğrular ona, tüm yanlışlar başkasınadır. Tüm iyiler ona, tüm kötüler başkasınadır. Burnu havada, ayağı karadadır. Öyle zillet bir varlıktır insan. Bencildir, empatiden uzaktır insan. Elinin değdiği her şeyi bataklığına çeker insan. Toydur, çoğu şeyi anlamasa da “bilirim” der insan. Cehaletin elini eteğini öpendir insan. Diyorum ya, bu alemin en beteri, en sefilidir insan. Parayı kontrollü harcadığı gibi duygularını kontrol edemez. Bazen harcanacak şeyin para olduğunu unutur, gözünü insanlara çevirir. Öyledir işte insan. Dünyaya kazığını bağlamış gibi yerleşir, ölümü hesaba katmaz insan. Ani gidişlere mahal verir, toprak olur insan. En acısı da kiriyle, pasıyla, nankörlüğüyle, hastalığıyla toprak anayı kirletir insan! Bunlar yetmezmiş gibi bir de ölünce affedilir insan.
Söyle, ruhu kötü olan için toprağın altı ya da üstü ne fark eder?
Bu musun sen insan?