Teokratik yönetimler, gücünü dinden alır. Peki ya demokrasi? Demokratik herhangi bir ülkede gücünü dine dayandırmak ne kadar doğru? Gazi Mustafa Kemal, “Bütün zorba hükümdarlar hep dini alet edindiler; Hakiki ulema, dini bütün alimler hiçbir vakit bu zorba hükümdarlara boyun eğmediler. Fakat gerçekte alim olmamakla beraber, sırf o kılıkta bulundukları için alim sanılan, çıkarına düşkün haris ve imansız bir takım hocalar da vardır. Hükümdarlar işte bunları ele aldılar ve işte bunlar dine uygundur diye fetva verdiler. Gerektikçe yanlış hadisler uydurmaktan çekinmediler. Gerçek ve imanlı ulema her vakit her devirde bunların kinine hedef oldu” diyerek özetlemiyor mu işin aslını?
Ama gelip görelim ki “dinsiz” denilerek çirkin bir ithama layık görülen yine Atatürk oluyor. “Bunun neresinde ‘dinsizlik’ gördüğünüz?” desem, ağzını açıp da iki kelime edemeyecek insanlar tanıyorum. O kadar sığ görüşlüler ki, bir şeyi elli farklı yolla anlatmaya kalksan sana verecek cevabı tekdüze olur. Ama “din” dersen işler değişir. Onun hakkında bir karşıt görüş duyduğunda, “anlama yetisini kullanma kabiliyetine sahip olamadığından” direkt muhalefet olur ve o kişiyi dinsiz/Allahsız/kitapsız” eyler. Buna karar verecek olanın kendisi değil, Allah olduğunun bile bilgisine sahip değildir çünkü.
Şunu da belirtmekte fayda var: insanlarımız, iki Allah, üç peygamber deyince yelkenleri suya indiriyor. Dini kendi içinde yaşarsın. Kişisel tercihindir. Yönetim öyle mi? Yönetimi dine dayandırmak, insanların zaafını, inancını suistimale girmez mi? Verdiğin kararlara Allah’ı, kitabı eklersen insanlar reddetmeye çekinmez mi? Din dogmatiktir, sorgulanır mı? Bunu onlar da çok iyi biliyor sevgili okuyucularım. Biliyorlar da ses etmiyorlar. Çünkü böylesi onlar için çok daha iyi. Söyler misiniz bana, yolunuza taş koyulduğunda mı daha rahat ilerlersiniz, yolunuz boşken mi?
İşte böyle... Dini, kitaptan öğrenip ‘ibreti’ tarihten alalım. Alalım ki, doyan ruhumuz, doyurulan refahımız olsun. Siyaseti ise “özgür/tutarlı/stratejik” fikirler takip etsin. Etsin ki uçuruma sürüklenmesin bir yanımız. Dinin yeri kişinin içidir, miting alanı veyahut meclis kürsüsü değil.
Ne güzel söylüyor Demirel, “Bugünün güneşiyle dünün çamaşırlarını kurutamazsınız.”
İşin ironik yanı şu: Ne bugünün güneşi doğdu, ne de dünün yaraları kabuk tuttu. Dünü yok sayıp, dini sömürürsek bugün de var olamayız, görünen o ki bu unutuldu...