Doyamıyoruz.
Elimizdekilerle asla yetinemiyoruz.
Hep bir yokluk, viranelik içerisinde, perperişanız.
-NEDEN?
Çünkü olabildiğine açgözlüyüz.
Halbuki aç gözlü olmak yerine gözümüzü açsak -manevi anlamda- ne çok şeye sahip olduğumuza vakıf olacağız. Keza asla açmıyoruz. Ömrümüzü devam ettirebilmek adına çalışmalıyız. Bu da paranın anlam ve önemini gözler önüne seren en önemli unsur. Peki ya maddiyat kadar maneviyatın da olduğu kanısı? Bunun üzerine maddiyata kafa yorduğumuz kadar hiç kafa yoruyor muyuz? -Hayır!
“Mutlu muyuz?” -Ona da hayır! “Huzurlu muyuz?” -Hayır. Hepsine, her şeye hayır. “Bu kadar hayır içerisinde evet gizlenir mi?” -Tabii ki de evet! Hayırların içerisinde gizli olan en somut varlık bizleriz. Ekmek parası kazanmak uğruna yüzü sirke satan bizler, evet! Bu söylemi biraz açmak istiyorum. Çalışıyoruz, yoruluyoruz, gün içerisinde aktifiz ve neredeyse kimimiz bütün gün ayakta, kimimiz de masa başında. İşimize odaklanmalı mıyız? Ziyadesiyle. Ama mesai bitiminde, kapı kapandığı andan itibaren kendimize dönerek, ruhsal anlamda kendimizi iyileştirerek, yaşananlara olumlu bakarak ve baktırarak, ailemize karşı güler yüzlü olarak, sosyal yaşama kendimizi kapatmayarak. Velhasıl kelam, bazı şeyleri kapının ardında bırakarak. Dikkatinizi çekerim, bu bir boş verme değil, yerine ve zamanına göre davranma, tabiri caiz ise bunu yaşam tarzı haline getirebilme adına verilmiş bir misal. “Bazı küçük sırlar, günü değil ömrü kurtarır” diye boşuna dememişler. Hırslı olduğumuz ve çalıştığımız kadar, kendimize zaman tanımalı ve ona -kendimize- ne istediğini sormalıyız. Tabiri caiz ise kendimizle hasbihal etmeliyiz. Ama bu hasbihal aylık gelir-gider hesabı çıkarırken ki hararetli ruh haliyle yapılan hasbihalden ibaret olmamalı. Geleceğimizi düşünmeliyiz örneğin. Sinirsiz, stressiz, biraz gerçekçi biraz hayalci. Çünkü hayal, gerçekliğin sırta yüklediği ağırlığı hafifletmiştir her zaman.
Gerçekliğin ağırlığı altında ezilmektense kendinizi bir terazi yerine koyup durumları eşitleyin. Ne bir yanınız yaprak döksün, ne de diğer yanınız tozpembeliklerin içerisinde uçuşup -gerçeklerle yüzleşince- yere çakılsın.
Loşça değil, hoşça kalın! En önemlisi de, “KENDİNİZLE KALIN.”