1
Sultan Gümüş Kaya
İlkses Gazetesi Yazarımız

Sultan Gümüş Kaya

Yazarın Köşe Yazıları

KARANLIKTAKİLER

Son dönem Türk sinemasına göz attığımda bende yeri ayrı olan yönetmenlerdendir Çağan Irmak. Öyle ki o olmasaydı ‘Babam ve Oğlum’, ‘Karanlıktakiler’ gibi izlemeye değer daha birçok yapıtı göremiyor olacaktık. Karanlıktakiler demişken bu haftaki köşemizde ona yer verelim istedim. Çünkü Çağan Irmak, Karanlıktakilerle adeta kıyıda kalmış bir konuya değiniyor. Tabi kıyıda kalınca konu ve oyunculuklarda zor olmuyor değil. İşte bu filmi film yapan da oyunculuk. Tabi bu arada görüntü yönetmeninin de (Gökhan Tiryaki) hakkını yememek lazım kendisi de oldukça başarılı bir iş çıkarmış. Film daha başından itibaren karşımıza nasıl bir yapım olarak çıkacağını söylüyor ve bizi yanıltmıyor da. Filmin ilk başlarında Erdem Akakçe’nin oyunculuğu klasik karakterlerine dönse de filmin ikinci yarısında bu durum biraz kendini toparlıyor. Tabi, Meral Çetinkaya’nın oyunculuğuna söylenecek söz yok. Filmi tam anlamıyla ayakta tutan kişi kendisi. Bu sebeple oyuncu seçiminde yönetmeni kutlamak lazım.


Neşeli Günler

Hiç tanışamadığım Münir Usta’ma, Adile Naşit’e, Oya Aydoğan’a, Domdom Amca’ma ve Yeşilçam Sokağı’na yolu düşmüş herkese… Birkaç gün önce usta sanatçı Münir Özkul’a veda etmiştik. Bu hafta onun şahsına ve filmlerine saygısızlık yapıp başka bir filmden söz açmam mümkün değildi. Aksi halde kalbim ağrırdı. Ve Neşeli Günler dedik. Bir kez daha o usta sanatçıları sevdiğimiz, bize aile kavramını tekrar tekrar pekiştiren o günler. Sirke ve limonu bizlere düşman eden günler. Neyse, turşu suyundan sebepler diyerek başlayalım.


Her Çocuk Özeldir

2007 yapımı Aamir Khan’ın karşımıza oyuncu olarak çıktığı ve ayrıca yönetmenliğini yaptığı bu film anne-babaların ve eğitimcilerin izlemesi gereken film listelerinin en üstünde yer alıyor. Bu Hint filmini izlemediyseniz vaktinizi ayırıp izlemeniz size güzel fikirlerle geri dönecektir.


The Pianist

-Neden o Alman paltosunu giyiyorsun?


Slumdog Millionaire

Onlarca kişi çember şeklinde oturmuş genç yarışmacıyı dikkatle izliyor.


Küllerinden Doğan “Kağıt”

210 x 297 mm ebatlarında bir beyaz kâğıt. Düzgün ve keskin köşeleri, sınırladığı alanı net bir şekilde belli ediyor. Hiçbir çizgi kâğıdın dışına taşamaz, izin verilmeyen hiçbir harf kâğıda dâhil olamaz. Hatların üzerinde yaşanır her şey ve hatların sınırladığı kadar. Kâğıdın üzerindeysen eğer, varsındır. Ve sana ayrılmış olan kâğıt henüz beyazsa, yoksundur. Yorumlara, farklı manalara açık değildir bu hatlar. Tıpkı ebatların standart oluşu gibi, her şey tek tip bir kalemin ucundan çıkar, “gücün kanunu” adını alır. Kâğıt konuşur, kâğıt düşünür, kâğıt yazar, alır, verir, yıkar, kurar. Kâğıttan bir harita üzerine “el” le çizilmiş bir dünyada kendi bedeni ve düşünceleriyle sınırlı değildir insanın varlığı. Bir çizgiyle üstü karalanacak, bir kıvılcımla yanıp yok olacak, bir damla suyla dağılacak ve rüzgârda savrulacak kadar öylesinedir. Beyaz kâğıdın üzerindeki harfler adedince ismi vardır, sıfatlarını ve değerini çizgilerin rengi belirler; kaç tane rakam düşülmüşse hanesine, işte ancak o kadardır insan.


Three Idiots

“aal iz uel”


Kaplumbağalar da Uçar

İran’lı sinema yönetmeni Bahman Ghobadi, “Kaplumbağalar da Uçar” filmiyle bizlere, savaş gerçekliğine daha yakından bakabilme fırsatı sundu. Filmini, ‘diktatör ve faşistlerin politikalarına kurban edilen tüm masum dünya çocuklarına’ ithaf eden Ghobadi, bu filmiyle savaş ortamında büyüyen çocukların çığlığı da oldu aynı zamanda. Mayın tarlaları içinde büyüyen hatta geçimlerini bölgedeki mayınları toplayıp satarak sürdüren çocukların, bedenleri gibi paramparça edilmiş hayatlarına tanık olmamızı sağlayan film, bizleri film boyunca sorgulamaya ve yaşanmışlıkların izini sürmeye çağırmakta.


Cennetin Çocukları

1997 İran yapımı Cennetin Çocukları, yönetmen Majid Majidi’nin senaryosunu da yazdığı bir film. İki kardeş arasında paylaşılan bir çift yırtık, çok eski bez spor ayakkabının etrafında dönen müthiş bir hikaye. Birçok sinemaseverin “en iyi 10 film” sıralamasını güncelletecek özellikler taşıyor. İnternet’teki yazılarda bir klasik olan Bisiklet Hırsızları ile karşılaştırıldığını görüyoruz. Masalsı, insan ruhuna işleyen, çocuk saflığında bir yapısı var. İyilik ve dürüstlüğe, dayanışmaya dair önemli vurgular içeriyor. Oldukça düşük bir bütçesi ve anlamlı mesajıyla; tüketim toplumuna dönüştürülen dünyanın en azından bir an durup düşünmesini sağlayabilmiştir belki. Filmi özetleyip, izlerken aldığım notları paylaşmak istiyorum sizlerle:


Kirazın Tadı: Yaşamaya değecek bir şey

Her şeyi tükettiğimizi düşündüğümüz anda, yaşamdan bir solukta geçmeyi isteriz. Bu yılgınlık ve mutsuzlukla, ölümün çaresizliğine sığınırız çoğu kez. Ancak öyle bir an gelir ki; tek bir neden, evet tek bir neden bizi hayata tekrar tutundurur. Bizlere hiç uzak olmayan Badii’nin hikayesi de böyle başlar aslında. Toprağın öyküsüyle başlayan bir film “ Kirazın Tadı”. Yönetmenliğini ve senaryosunu Abbas Kiyarüstemi’nin üstlendiği filmde; İntihar etme kararı aldıktan sonra, parayla mezarına toprak atacak birisini bulmak için yola koyulan Badii’nin hikayesi anlatılır.


Soraya’yı Taşlamak

“Olmayın riyakarlık edenlerden


İnception / Başlangıç

Filmin temel felsefesi rüya üzerine kurulu. Hepimiz “Gördüğümüz en uzun rüyanın sekiz saniye olduğu” hakkındaki darb-ı meseli duymuşuzdur. Rüya içerisindeki süre, rüyanın mekanı, bilinçaltının duyarlılıkları, bilginin elde ediliş tarzı ve rüyadan nasıl uyanılacağı; ayrıca rüyanın hangi bilincin üstünde kurulacağı ustalıkla işlenmiş filmde. Şöyle tasvir edebiliriz: Rüya; katmanlar halinde, adeta “rüya içinde rüya” şeklinde ilerleyen bir mefhum olarak ele alınmış. Bilinçaltındaki sırları elde etmek için zaman zaman katmanlarda ilerleme kaydetmek gerekmekte. Ancak bu beraberinde bilinçaltında uzun süre tutsak kalarak kaybolma tehlikesini de getirmektedir. Ayrıca rüyada geçtiği hissedilen süre; gerçekte çok cüz’i bir zaman dilimine denk gelmekte ve bilinçaltında kaybolma konusu bu hususta ciddi sıkıntılara sebep olabilmektedir. Bu tehlikeden kurtulma ise ciddi bir ekip çalışmasını gerektirmektedir.


Büyük Adam Küçük Aşk

İnsanları tanımak için kendimize fırsat verdiğimizde, ne dilin önemi kalır ne de ırkın. İşte; Büyük Adam Küçük Aşk, bu çıkış noktasından filizleniyor. Aynı coğrafyada yaşadığımız insanlara önyargı ile yaklaşmanın yanlışlığını tokat gibi yüzümüze vuran, insan sevmenin ne kadar değerli bir kavram olduğunu öne çıkaran bir hikaye. Sadece alt metini ile değil, anlatısıyla da vuruculuğunu taçlandıran filmin yönetmenlik koltuğunda Handan İpekçi otururken, başrollerini Şükran Güngör, Füsun Demirel, Yıldız Kenter ve Dilan Erçetin paylaşıyor. Film, 2001 senesinde Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde En İyi Film ve En İyi Senaryo dahil aday olduğu 5 dalda mutlu sona ulaşsa da bir dönem ülkemizde sansür yemekten kurtulamamıştır.


LEON

“Uyku umrumda değil Leon, ben aşk istiyorum ya da ölüm.”


MUSTANG

SULTAN GÜMUŞ / gumusultan@outlook.com


Sevmek Zamanı

Sevmek Zamanı; bize tanıdık gelebilecek bir konuyu özellikle kendi dönemi için alışılanın dışında bir üslup ile anlatan, başrolünü Müşfik Kenter’in oynadığı bir Metin Erksan filmidir. Konusu surete, yüze aşık olmak olan film, bilinen Türk aşk filmlerinin çok dışında bir anlatıma, mekânsal kurguya ve ince diyaloglara sahiptir.


SEÇİMLERİN VE SEVGİLERİN TÜRKÜSÜ SELVİ BOYLUM AL YAZMALIM

Sevgi neydi? Sevgi iyilikti, dostluktu, sevgi emekti.


Canım Kardeşim

Yeşilçam denildiğinde akla gelen ilk isimlerden olan Ertem Eğilmez’in bereketli filmografisi içerisindeki en gerçekçi filmlerinden Canım Kardeşim, usta yönetmenin dönemin ekonomik ve sosyal koşullarını birebir yansıttığı en ağır dramalarının başında geliyor. Öncelikle belirtmek isterim ki Canım Kardeşim, Tanrı’ya şükürler olsun ki iyi niyetli bir film değil. Düpedüz, sözcüklerin en yalın anlamıyla iyi film. Sanatın ve günlük yaşantımızın akışı içinde “iyi niyet” deyimi öylesine sık, yersiz ve gereksiz kullanıldı ki bu sözcük benim dil dağarcığımda da anlamını yitirdi. Evet, Canım Kardeşim senaryosu, rejisi, görüntü yönetimi, sinema dili, duyurusu, gerilimi, kurgusu ve tanıtma yazıları ile gerçekten iyi bir film. Tıpkı iyi bir roman, iyi bir şiir, iyi bir öykü, iyi bir resim gibi Canım Kardeşim de iyi bir film.


Hayvan Çiftliği

“Keşke daha önce okusaymışım” diyeceğim bir roman daha okudum. Herkesin, hayatta en az bir Orwell eserini okuması gerek. Kesinlikle. Hayvan Çiftliği ne zamandır sepetimde bekliyordu, sonunda, yaklaşık yirmi gün önce kitabı aldım ve dün bitirmiş bulundum. Kitabın son cümlesini okurken kafamdan geçirdiğim şey ise, bu kitabın anlatabileceğinden daha fazlası olmasıydı. Kitapta ön planda olan kurguydu. Zaten bir peri masalı şeklinde yazıldığından, kahramanlarımız da hayvanlar olduğundan aşırı felsefik kelimeler, aşk dolu cümleler falan yok. Ama aslında bir kitapta bulunması gereken bütün her şey bu 152 sayfanın içerisinde var. Sizde iz bırakacak 152 sayfanın içerisinde.


Vesikalı Yarim

Belli başlı oyuncuların yer aldığı belli başlı hikayelerde, aynı karakterler aynı cümleleri aynı seslerden yüzlerce kez dile getirmiştir Yeşilçam melodramlarında. İnsanlarımız bu seslere kulaklarını hiçbir zaman kapamamış, salonlara koşup aynı aşklara, aynı acılara ortak olmuş, üzülmüş, ağlamış ve tüm bu cefanın bir mükafatıymışçasına, her seferinde, hikayenin sonunda birbirine kavuşan çiftlerin mutluluğuyla ayrılmıştır salondan. Daha önce defalarca izlenmiş olmaları bir tarafa, başvurulduğunda, kaçırdığınız sahnelerdeki tüm boşlukları otomatik olarak dolduracak melodram formülü nakşedilmiştir içimize. Yeri gelir, Ekrem ve Nalan’ın bir görüşte başlayan aşkları ilk darbesini aldığında sonunu bile görmeye gerek duymayız filmin. Yarın öbür gün başka bir kanalda rastlanacak Ferit ve Alev, nasıl olsa kaldığı yerden devam ettirecektir bu hikayeyi. Senaryolar, müzikler, isimler, cisimler. Her şey o kadar aynıdır ki birbirinden ayırıp hakkında konuşmayı bile beceremeyiz bu filmlerin bazen. Parça parça, sahne sahne, şarkı şarkı yer edinirler belleklerde.


Küçük Prens

Hızlı ve modern dünyaya karşı bir anti-manifesto. İnsanların modern gündelik uğraşlarının yapaylığına, anlamsızlığına ve insanların bu anlamsızlıktan bihaber olmalarına bir eleştiri. Bundan kaçış yolu olarak çocukluk idealize edilmiş. Ne acı ki, o da bir gün mutlak olarak son bulacak.


Anlat İstanbul

İstanbul ve gece. 5 hikaye. Birbirinden çok ayrı gibi görünen bu hikayeleri birleştiren bir tek şey vardır. Hepsi eski peri masallarına benzerler. Senaryo bir çingene klarnetçiyi Fareli Köyün Kavalcısı’na dönüştürür. Kırmızı Şapkalı Kız bir mafya kuryesidir. Cindirella ise talihsiz bir fahişe. Katilinden kaçan “dünya güzeli” bir prenses. Beyoğlu ormanında 8. cüceyle karşılaşır. İstanbul bataklığına yeni gelmiş bir Kürt genci Uyuyan Güzel ile tanışır. 5 ünlü masal, İstanbul gecesinde bir belirir bir kaybolur. Sıradan hayatların içinde masalımsı pırıltılar yanar ve söner. Yüzyıllardır dilden dile dolaşan, defalarca sinemaya ve tiyatroya dönüştürülen ya da kaynaklık eden bu beş önemli masal, İstanbul’un eşsiz güzelliği ve görünmeyen alemleriyle birlikte bu büyülü şehirde geçen beş hikayeye dönüşüyor. Ancak bu kez her şey beklediğimizden daha kirli. Birbirlerini ortak noktada buluşturan tek şey ise içtenlikle kurulmuş masal ruhları oluyor. Beş ayrı yönetmen tarafından çekilen bu beş farklı hikaye bu anlamda sinemamızın öncül yapıtlarından biridir.


The Truman Show

Televizyonda yaşasak. Annemiz, sevgilimiz, en yakın arkadaşımız, babamız oyuncu olsa. Banyo aynamız kamera olsa, dişlerimizi fırçalarken dünyanın en çok izlenen şovuna katılsak. Yaşadığımız yer bir stüdyo olsa. Peki ya yönetmen? Yönetmen de tanrı olsa. The Truman Show, 1998 yılından, daha ‘Biri Bizi Gözetliyor’ tarzı yarışma şovlarının olmadığı yıllardan, çok katmanlı, büyüleyici bir film.


Hakkâri’de Bir Mevsim

VAR OLDUM, KAYBOLDUĞUM EN SOĞUK YERDE