Sayfa Yükleniyor...
1-7 OCAK VEREM HAFTASI NEDENİ İLE BU MAKALEYİ YAZARKEN BU KONUDA BİLGİLERİN VE TEDAVİNİN ÇOK FAZLA DEĞİŞMEDİĞİNİ ÜZÜLEREK SÖYLEMEK ZORUNDAYIM. AMA ÇOKLU İLACA DİRENÇ SORUNUN ÜLKEMİZDE VE DÜNYADA ÖNEMLİ BİR MESLE OLMAYA DEVAM ETTİĞİNİ, GİDEREKTE ARTTIĞINI, HATTA TIPTA “MDR TÜBERKÜLOZ” DENEN BU PROBLEMİN NE KADAR CİDDİ OLDUĞUNU TEDAVİSİNİN OLA(M)ADIĞINI ÖĞRENEN BİR HASTANIN GİRESUN’DA “GÖĞÜS HASTALIKLARI UZMANI MESLEKTAŞIMIZI”TABANCA İLE ÖLDÜRMESİ İYİ BİR ÖRNEKTİR. SAĞLIKTA DÖNÜŞÜM PROGRAMI İLE HASTANELER AÇIKCA BİR TİCARET YERİ, HASTALARDA BURADAN ALIŞ VERİŞ YAPIP SAĞLIĞINI PARA İLE YERİNE GETİRMEYE ÇALIŞAN BİR MÜŞTERİ DURUMUNA SOKULMUŞTUR. BÖYLECE BU TİCARİ İŞLETMELER NE KADAR HASTA BAKIP, AMELİYAT VE TETKİK YAPARLARSA O KADAR PARA KAZANACAKLARININ BİLİNCİ İLE HASTALARININ KANINI EMMEYE BAŞLAMIŞTIR. BULAŞICI SALGIN HASTALIKLARDA BUNDAN NASİBİNİ ALARAK GİDEREK ARTMIŞ, KONTROL EDİLEMEZ DURUMA DÜŞMÜŞTÜR. ÖZELLİKLE TÜBERKÜLOZ VE BUNUN EN CİDDİ ŞEKLİ “ÇOKLU İLACA DİRENÇLİ FORMU” ÇOK BÜYÜK SORUN HALİNE GELMİŞTİR. KORUYUCU HEKİMLİĞİNDE GİDEREK TİCARİLEŞMESİ BU DURUMU İÇLER HALİNE SOKMUŞTUR.
Tüberküloz bilebildiğimiz en eski enfeksiyon hastalıklarından biridir. Bu hastalık son yüzyılda tedavi edilebilen bir hastalık olsa da, kullanılan anti tüberküloz ilaçlarına karşı gelişen direnç ülkemizde ve dünyada en önemli sağlık sorunlarının başında gelmektedir. Geçmişte de önemli salgınlara neden olan tüberküloz veya halk dilindeki adıyla verem hastalığı, son zamanlarda HIV/AİDS ile beraberliği nedeni ile yayılmaya
Birinci Basamak Sağlık Hizmetleri ülkemiz koşullarında son derece önemli olup, bunun tahribatı nedeni ile oluşacak zararlar gelecekte telafi edilemez boyutlara ulaşacağı kesin olup, bu tahribatın siyasi nedenlerle ileri aşamalara geldiği yadsınamaz bir gerçektir.
Ülkemizde 1980’lerin sonlarında adını resmen duymaya başladığımız, 2003’lerde “Sağlıkta Dönüşüm Programı” olarak bizlere aktarılan bu yapılaşma sadece birinci basamakla kalmayıp, tüm sağlık sistemini etkileyerek adeta içinden çıkılamaz bir biçime dönüştürmüştür. İnsanlarımızın sağlığı altüst olmuştur. Neoliberal uygulamalar çerçevesinde planlanan bu dönüşüm neticesi sağlık insafsızca sermayedarların eline terk edilmiş, kamu; Amiyane tabirle etkisizleştirilip, seyirci durumuna düşürülmüştür.
YORUM VE ÖNERİ: TTB VE TÜM SAĞLIKLA İLGİLİ DEMOKRATİK KİTLE ÖRGÜTLERİ, SENDİKALAR, MESLEK ODALARI VE BAĞIMSIZ MEDYA ‘NIN TÜM İTİRAZLARINA RAĞMEN BU AŞINMA DEVAM ETMEKTEDİR. SEVGİLİ HOCAMIZ “PROF.DR. NUSRET FİŞEK’İN” KEMİKLERİ MAALESEF SIZLATILMAKTADIR. BİRAN ÖNCE BU ANLAYIŞI TERKEDİP HOCAMIZIN ÜSTÜNE BASA BASA VURGULADIĞI KORUYUCU HEKİMLİĞİN ÖN PLANDA OLDUĞU TOPLUMCU BİR SAĞLIK YAPILANMASINA VE ÖRGÜTLENMESİNE GİDİLMELİDİR. KORUNMA TEDAVİDEN ÜSTÜNDÜR.
TÜM DOSTLARA YENİ YILDA SAĞLIK VE MUTLULUKLAR DİLİYORUM.
SAĞLIK İNSANGÜCÜ EĞİTİMİNDE PLANSIZLIK GİDEREK MÜTHİŞ İNSANGÜCÜNÜN HARCANIP TÜKETİLMESİNE, BUNALIM VE BU ALANDA TELAFİSİ GÜÇ İŞSİZLİĞİ DOĞURMUŞTUR. TTB, TDB VE TEB’İN BU KONUDAKİ ORTAK AÇIKLAMASINDA BU DRAM OLDUĞU GİBİ RAPOR EDİLMİŞTİR. NOKTASI VİRGÜLÜNE DOKUNMADAN AYNEN AKTARIYORUM.
“Türk Tabipleri Birliği (TTB), Türk Dişhekimleri Birliği (TDB) ve Türk Eczacıları Birliği (TEB), ortak bir açıklama yaparak, Türkiye’de tıp, dişhekimliği ve eczacılık fakültelerinin insangücü planlamasından yoksun şekilde açılmasının ve fiziki koşullar dikkate alınmaksızın kontenjanlarının artırılmasının, eğitimin ve sağlık hizmetinin niteliğine zarar verdiği uyarısında bulundu.
Açıklamada, tıp, dişhekimliği ve eczacılık eğitimindeki plansız niceliksel artışın nitelikli insangücü yetiştirilmesini imkânsız hale getirdiği belirtilerek, bu durumun ülke kaynaklarının yanlış kullanılmasına yol açmasının yanı sıra vatandaşların nitelikli sağlık hizmetine ulaşmasını da tehdit ettiği belirtildi.
Sağlık meslek örgütlerinin birincil görevinin toplum sağlığını korumak ve kişilerin nitelikli sağlığa kavuşmalarını sağlamak olduğunun hatırlatıldığı açıklama, sağlık insangücü planlamalarının ivedilikle yapılarak, fiziki koşulları yetersiz fakültelerin kapatılması, var olan kontenjanların azaltılması, öğretim üyesi eksikliği tamamlanmadan yeni fakülte açılmaması, fakülteler açılmadan önce meslek örgütlerinden ve akademiden görüş alınması gerektiği vurgulandı.
Sağlık
Hâlihazırdaki bilgilerimiz sigara içimi ile grip enfeksiyonu arasındaki bağlantı konusunda yetersiz olup daha çok gözlem ve duyuma bağlı olduğunu düşünüyorum. Daha önceki yazılarımda belirttiğim gibi içinde bulunduğumuz “Kış Mevsimi” ve maalesef “Grip aşısı Olmama Eğilimi” yüzünden özellikle risk gruplarında grip enfeksiyonunun yan etkilerinin çok büyük olacağını söyleyebilirim. Yapılan çok yönlü araştırmalarda “DEVAMLI SİGARA İÇİMİNİN GRİP OLMA RİSKİNİ ENAZ 5 DEFA DAHA FAZLA ARTTIRDIĞI” gösterilmiş olup, o zaman sigara içenlerinde bu riskli gruba eklenmesi doğrudur derim. Hemen eklersek iyi olur.
GRİP AŞISI OLMASI GEREKEN RİSKLİ GRUBU TEKRARLAMAKTA
YARAR VAR. BUNLAR NELERDİ HATIRLAYALIM.
Son yıllarda yaygın göç dalgası ve aşı tartışmaları nedeni ile bence çok önemli bir sorunu “MENENGOKOK ENFEKSİYONLARI VE AŞISINI” TEKRAR HATIRLATMAK VE FARKINDALIK OLUŞTURMAK GÖREVİ YİNE BİZ HEKİMLERE DÜŞMÜŞTÜR Bizde burada üzerine basa basa bu konuyu anlatmaya çalışacağız.
MENİNGOKOK ENFEKSİYONU VE AŞISI:
Önce meningokok nedir? Onu kısaca açıklayalım. Tıpta bulaşıcı menenjitlere neden olan, bunun sonucunda ağır sekeller oluşturabilen kok (küre) biçiminde bir bakteridir. Çocuklarda ve erişkinlerde menenjit yapan bakterilerden en önemlilerinden biridir. Gelin yine kısaca bu bakterinin yaptığı enfeksiyonlara karşı oluşturulmuş bu aşıyı konuyu teknik ayrıntıya girmeden kısaca tartışalım.
Meningokok Aşısı:
İki türlüdür. MCV4 (55 yaş altındakilere), diğeri MPSV4 (56 yaş ve üzerindekilere uygulanan, polisakkarit türünden aşıdır) dür.
Aşı kimlere uygulanmalıdır?
Bağışıklık sisteminde önemli bir rol oynayan kompleman yetmezliği olanlara, işlevsel dalak yetersizliği olanlara veya dalağı alınmış olanlara iki doz yapılmalıdır.
1. HIV/AIDS’lilere iki doz,
Bu gün sizlere tekrar olacak ama yine gündeme oturan cinsel yolla bulaşan hastalıklardan biri olan, ama daha çok yakın insan teması ile geçen ve çok eskiden beri bilinen romanlara ve hikâye kitaplarına geçmiş bir hastalıktan, derinin parazitik enfeksiyonlarından biri olan “UYUZDAN” bahsetmeye çalışacağım. Yaşlılardan çok çocuk ve genç yaşlarda görülen bu hastalık genellikle geri kalmış ülkelerde gözlenir. Cilt enfeksiyonlarının en önemlilerinden biridir. Burada yine akılda kalacak şekilde genel kavramlardan söz edip, olanak elverdiği ölçüde terminolojiye kaçmadan anlatmaya çalışacağız. Gayemiz sağlık konusunda bilinçlenmenin ve farkındalığın yükselmesidir.
Uyuz mikrobik yani paraziter bir enfeksiyon hastalığı mıdır? Parazitikse etkeni nedir?
Evet parazitik ve cildi tutan bir enfeksiyon hastalığıdır. Etkeni “SARKOPTES SCABİEİ” olup, bir parazittir.
Uyuzda risk faktörleri:
*HIV-AİDS
*Bağışıklık sisteminin baskılanması (Tümöral hastalıklar, kemoterapi, radyoterapi vb.)
*Çocukluk yaş grubu
*Uyuzlu hastalarla aynı ortamda olanlar, bakım ve tedavi veren sağlık çalışanları
*Kortizonlu her türlü ilaç kullanımı
“Hekimlik ve neoliberalizm”: İki zıt kavramı nerden buldun diyebilirsiniz. Dünyada Anamalcı sistemin en önemli artı değer alanlarından biri “Silah sanayisi” ise, diğer iştahı kabartan en önemli sahası “İlaç ve sağlık Endüstrisi” olduğunu belirtmekte yarar var. Sağlık deyince ekip lideri konumundaki hekimliğin neoliberalizm içindeki rolünü değerli bir meslektaşımın bir tiyatro yazarından günümüz hekimlerine(Ben abartmıyorum ama direnemeyip TTB çatısı altında örgütlü mücadele edemez isek, meslektaşlarımız maalesef tablodakine benzer duruma sokulmaya çalışılacaktır) uyarladığı benimde bize göre ayarladığım aşağıdaki metini aktarmak daha çarpıcı olabilir. Bu senaryo saatlerce bu üzücü durumu anlatmaktan daha etkili olup, bize öğretici ve yol gösterici de olabilir. İşte size senaryo:
“MUHTEŞEM 14 MART TIP BAYRAMI İÇİN AÇIK ARTTIRMADA DOKTORLAR KAPIŞILIYOR!
Ooo kimleri görüyorum sağlık endüstrisinin bütün ünlü patronları aramızda, başka türlüsünü beklemek abes olurdu, bugün satışa çıkardığımız ilk parça Dermanoğlu Tıp Merkezi emektar doktoru genel tababet ve insan hayatı uzmanı Seyfullah Yolasığmazoğlu, son yılların poliklinik sayı rekortmeni, yatan hasta sayısında lider, şiddete dayanıklı,7/24 çalışabilen, aylık ödeme gecikmesini çok iyi tolere eden nadide bir parça, evet beyler 10 bin liradan açıyorum, yok mu arttıran, evet beyefendi 15 bin verdi, beyler bayanlar
Her 1 Aralık günü geldiğinde, ilk defa değerli hocam merhum Prof.Dr. Enver Tali Çetin’in istemini kırmayarak, bu işe gönüllü meslektaş ve diğer meslekten değerli arkadaşlarımla beraber 14 yıl kurucu başkanlığını yaptığım “GİRESUN AİDS SAVAŞIM DERNEĞİNİ” kurmuştuk. Korunma tedaviden üstündür ilkesinden hareket ederek, Koruyucu Hekimlik çerçevesinden hareket ederek farkındalık yaratmaya çalışmıştık. Bizlere destek olan sevgili Valimiz merhum ALİ HAYDAR ÖNER’İ HASRET VE ÖZLEMLE ANIYORUM. Sağlık Bakanlığının bilgilendirici açıklaması aşağıdadır. AIDS’siz bir dünya özlemi ile.
HIV Enfeksiyonu 1980’li yıllardan beri tüm dünyada görülmektedir. Bulaşma yolu ise en sık korunmasız cinsel temas, ikinci olarak ise damar içi madde kullananların ortak paylaştığı enjektörler ile olmaktadır. HIV Enfeksiyonu, tüm yaş gruplarında görülebilmektedir. Hastalığın kesin tedavisi bulunmamakla birlikte uygulanan ilaç tedavileri ile HIV/AIDS hastalığından ölümler azalmaktadır. Bununla birlikte uygulanan ilaç tedavisi bulaşıcılığı da engellemekte, HIV(+) anne ve babadan, HIV(-) bebek doğabilmektedir. Ancak hastalığın aşısı bulunmamaktadır. Önlenebilir bir hastalık olan HIV /AIDS ile mücadelenin en etkili yolu, korunma önlemlerini uygulamaktır. Tek eşliliğin yanı sıra, riskli cinsel temasta doğru kondom kullanımı, hastalığın cinsel yolla bulaşmasına karşı en güvenli ve basit korunma yollarıdır. Birleşmiş Milletler HIV/AIDS Ortak Programı UNAIDS 2013 yılı raporuna göre; dünyada 2012 yılı
Bildiğimiz kadarı ile 1932’den beri Noel alışveriş sezonunun başlangıcı sayılan şükran gününden sonraki ilk Cumaya denk gelen KARA CUMA yani İngilizce yazılışı ile BLACK FRIDAY’dir.
KARA CUMA’dan ilk defa 1961 yılında gazetelerde BLACK FRİDAY olarak bahsedildi.
Ne kadar bir dini gelenek olarak kabul görse de aslında “VAHŞİ ANAMALCI SİSTEMİN en büyük tüketim çılgınlığının ulaştığı son aşamadır. Bizde bu çılgınlık maalesef daha da abartılı olarak yerleşmeye başlamıştır. Dünyada açlık çeken insan sayısının “2017 yılında 821 milyona” ulaştığı yani her dokuz kişiden birinin aç kaldığı bilinen bir gerçektir. Kapitalizmin aç kalan insan sayısı hiç umurunda olmamıştır. Önemli olan tüketim ve buradan para babalarının sağlayacağı kazançtır. Yani bilimsel anlamı ile “ARTI DEĞER”dir. Üretimden kopan ve daha hızlı biçimde tüketim toplumuna yönelen ülkemizde durum daha da vahim ve dramatiktir. THD(Tüketici Hakları Derneği)ne göre 16 Milyon insan açlık sınırındadır(Yani her beş kişiden biri). Şu andaki bizdeki tablo dünya ortalamasının yaklaşık 2 katı kadardır. Bu koşullarda şu soru karşımıza gelebilir. Gereksinimlerimiz ne olacak? Elbette giderilecektir. Ama bir mont yerine 4,bir ayakkabı yerine 5 almak ihtiyaç ötesinde resmen çılgınlık ve tamamen gösteriştir. Bu örnekleri çoğaltabiliriz. Bana göre “Hayırlı CUMALAR”ın yerini
YAŞLILIKTA AĞIR SEYREDEN ENFEKSİYONLAR :
• Grip
• Zatürree ve kana mikrop karışması
• Bakteriyel menenjit
Dikkat: Yaşlılarda görülen en önemli özellik; bulguların alışılmışın dışında olması ve sinsi seyretmesidir. Onun için tedavide geç kalmayalım!
YAŞLILARDA ENFEKSİYONLARIN ÖNLENMESİ:
• Düzenli sağlık kontrolü
• Beslenme
• Kişisel hijyen
• Kronik hastalıkların tedavisi
• Deri ve mukoza bütünlüğünü koruma
• Vitaminler (A,E,C,B) ve mineraller (çinko)
• Aşılama (Tetanoz, difteri, zatürree, grip aşısı, özel durumlardaki aşılar)
YORUM VE ÖNERİ: Yukarıda saydığım temel değişimleri göz önüne alınarak buna göre yön çizilmesi gerekir. Koruyucu Hekimliğin en önemli alanlarından biri olan yaşlıların enfeksiyonlardan korunması için temel olan; “Sağlıklı beslenme, hareket,
Ülkemizde ve dünyada giderek artan yaşlı nüfus, beraberinde birçok sorun getirdiği gibi, Enfeksiyon hastalıklarında da birçok değişiklik ve artış getirmiştir. Biz bu yazımızda teknik terminolojiden kaçınarak, yalın bir şekilde konuyu anlatmaya çalışacağız. Umarım amacımıza ulaşırız.
YAŞLILIK (65 YAŞ VE ÜZERİ):
Yaşlılıkta bağışıklık sisteminde; daha çok hücresel yanıt yetersizliği belirgin olmakla birlikte, buna paralel olarak hümoral (sıvısal) yanıtta da bozukluk olmaktadır.
YAŞLILIKTA ENFEKSİYONU KOLAYLAŞTIRANLAR :
• Bağışıklık sistem değişiklikleri
• Doku ve organda değişiklikler
• Süregelen hastalıklar
• Sosyal çevre
YAŞLILIKTA DOKU VE ORGAN BOZUKLUKLAR:
• Mide asidinde azalma
• Bağırsak çalışmasında azalma
• Solunum sisteminde işlev bozukluğu
• Reflekslerde bozulma
• Derinin yağ ve su içeriği kaybı
•
Eğitim emekçisi arkadaşlar ile ne zaman karşılaşsam; Siz doktorlar hep tıbbi konuları konuşuyorsunuz, yazıyorsunuz, hiç mi eğitim aklınıza gelmiyor? Her şeyin başı sağlık ama, “Sağlıklı bir toplum olmanın temeli eğitimden geçer” diyerek sitem ederek, her zaman sağlık konularında özelliklede “Enfeksiyon ve Koruyucu Hekimlik” konusunda yazıyorsunuz, çok güzel. Birazda eğitim yazabilir misiniz demezler mi? Bende 24 Kasım Öğretmenler Günü’nün tozu dumanı geçsin, bu fırsat ile yazayım dedim.
Sevgili eğitim emekçileri arkadaşlarım hemen belirteyim, gayem “5 Ekim “ ile “24 Kasım’ı” karşılaştırdığım sanılmasın. Şeytan ayrıntıda gizlidir derler. Bazen bu tümce anahtar olabiliyor. Tarihi günleri irdelerken; oluş şeklini, tarihi saptayan iradeye,amacına nesnel, diyalektik, somut ve sınıfsal pencereden bakmaz isek, mesafe alamayıp yarı yolda kalabiliriz diye düşünüyorum. Gelelim konumuza:
Milli Eğitim eski Bakanı Mustafa Necati’nin hazırladığı “Millet Mektepleri Talimatnamesi;
11 Kasım 1928’de, o zamanki bakanlar kurulunda onaylanarak, 24 Kasım 1928 de resmi gazetede yayınlanmıştır. Millet mekteplerinin amacı, Arapça yerine “Latin Harflerle” eğitim yapmak idi. Ülkede 16-30 yaş aralığındaki herkese bu eğitimi vermeyi ilke edinmişti. Aynı zamanda Atatürk bu tarihte, yani 24 Kasım 1928’de “Millet
Geçenlerde arkadaşların uyarısı ile “Gazeteci yazar değerli bir araştırmacıyı, “Habertürk ve Fox televizyonunda konu sağlık olunca doğal olarak izledim. Üzülmedim desem yalan olur. Daha öncede başka bir televizyonda bu tarz programı olmuş. Anlatılanlara ve aldığım bilgilere göre aynı anlamlarda konuşma olmuş. Saygıdeğer gazetecimizin bence en önemli ve altı çizilecek meselesi aşı konusundaki iddiasıdır. İlaç ve diğer sağlıkla ilgili konuları kitabı iyice okuyup değerlendirmek daha doğru olur diye düşünüyorum. İddiaya göre; “Bölgelere göre aşı ve ilaçların içeriğinin düzenlenmesi gerektiğidir. Hiç İstanbul da yaşayanla, Hakkâri de yaşayan bir olur mu? Çevre, beslenme, genetik farklı. Öyleyse kişiye özel olarak aşı içerikleri düzenlenmeli” diyor. Oysaki kesin olan şu gerçek: Bütün dünyada aynı çiçek aşısı yapılarak (Yer, beslenme, genetik ayırımı yapılmadan) eradikasyon (Dünyadan temizlenme) tamamlandı. Aynı oral polio (Çocuk Felci) aşısı kullanarak eradikasyon hedeflerine ulaşıldı. Burada şunu belirtmeden duramayacağım. Son zamanlarda bazı popüler, ünlü, tanınmış birikimli, kamuoyunca da tanınan değerli dostların bazı arayışlar içinde olduğunu görüyoruz. Hedeflerini bilemediğim ve ileride belli olacak bir görev veya bir görev üstlenmiş olabilirler mi bilemiyorum. Şimdiden kestirmek güç. Belki de sadece belli bir anlayışa yaranarak kamuoyu oluşturup, yer ve mevki kazanmak olabilir. Bunlar benim tahminlerim. Zaman doğruyu gösterecek. Ulusalcı geçinip tutarsız
En sık rastladığımız, en çok soru sorulan enfeksiyonlardan olan solunum yollarının yangısal hastalıklarında, mikrobiyolojik tanı son derece önemlidir. Bu grup hastalıklardan sırası ile sinüzit, nezle, grip, farenjit, tonsillit, larenjit, trakeit (nefes borusu yangısı), bronşit ve pnömoni (zatürree) bizleri yatağa düşüren, ciddi yan hastalıklara yol açan enfeksiyonlardır. Aynı zamanda maliyet açısından bakıldığında ciddi rakamlara yol açmaktadır. Bu grup hastalıklarda sağaltımdan (tedaviden) önce mikrobiyolojik tanıya gitmek bizlere çok önemli mesafeler kazandıracaktır. Birçok sağlık merkezlerinde her gün yapılan bu işlemler hakkında sade vatandaş ve tıp mensuplarına farkındalık yaratmak amacımız olmalıdır.
SOLUNUM YOLU ENFEKSİYONLARINDA EN ÇOK YAPILAN MİKROBİYOLOJİK TESTLER
Boğazdan yapılan yaymalar, boğaz, balgam kültürleri ile balgam yayması, balgamda tüberküloz basili aranması, balgamın tüberküloz kültürüdür.
BOĞAZDAN YAYMA
Ağız temizlendikten sonra kültür çubuğu tükürüğe değmeden tonsillere (bademciklere) ve boğaza sürülür. Sürüntü lam dediğimiz cam parçasına sürülerek kurutulur. Kuruyan örnek boyanır. Mikroskopta iltihap hücreleri aranıp (parçalı çekirdekli hücreler), sonuç kaydedilir. İltihap hücreleri varsa boğaz kültürü yapıldıktan sonra kültür sonucu çıkana kadar bakteriyel iltihap gibi değerlendirilip, tedavi planlanır.
Konuyu anlaşılır yapmak için, yine sorulu yanıtlı açmaya çalışalım. Şu şekilde sorulara birlikte karşılık verelim! Bakalım bu konuda duyarlılığımız artacak mı?
Bulundukları ortama göre suları sınıflandırma:
1)Deniz, 2)Havuz, 3)Akarsular, 4)Artezyen, 5)Kaynak, 6)Şebeke sularıdır.
Suları nasıl kullanıyoruz?
Banyo, bahçelerin sulanması, yüzme, temizlik, içme amaçlı kullanmaktayız.
Su nelerle kirlenir?
İnsanın, hayvanın çıkartıları (Dışkı, idrar vb.) ve kimyasal maddelerle kirlenir.
Suyu kirleten kimyasal maddelerin başlıcaları:
Arsenik kurşun, nitrat, talyum, benzen, karbon tetraklorür, hekzaklorobenzen vb.
Su ile ilintili enfeksiyonlar hangi yollarla olur?
1)Doğrudan sudan kaynaklanan enfeksiyonlar: Aynı su kaynağından çok kişinin yararlanması, ılıman ve sıcak iklim bunu kolaylaştırır. Örnek vermek gerekirse; tifo, para tifo, kolera, hepatit-A. Çözüm suyun kirliliğinin önüne geçmektir.
2)Su azlığı veya yokluğundan kaynaklanan enfeksiyonlar: Suyun niteliğinden çok niceliği önemlidir. Günlük temizlik ve diğer gereksinimler için suyun yeterli olmaması sorunu doğurur.
Yaşam ve Su
Her gün olmasa da, en az ayda bir kere su ile ilgili yazılı ve görsel basında haber çıkmakta, susuz kalacağımız günlerin yakın olduğu anlatılmaktadır(!). Karşılığında en ufak bir tepki oluyor mu? Duyarlılık var mı? Elbette yok. “Küresel Sermaye sistemi” yapısı gereği dünyadaki tüm kaynakları talan etmekte, buna paralel olarak suları kirletip, kar hırsı ile kökünü kurutmaktadır. Su meta haline girerek, neredeyse birkaç yıl sonra su paylaşım savaşları olması artık konuşulan bir konu halini almıştır. Felaket tellallığı yapmayalım desek de, görünen köy kılavuz istemez. Aklımıza biran susuz bir dünya olabilir mi? diye bir soru gelse olur mu? Böyle bir şey deriz. Bu hızla gidilirse neden olmasın? Saldırgan anamalcıların gözü öyle dönmüş ki, suyu pazarladıkları gibi, havayı da pazarlayacaklarına şaşırmamak gerekir. Onların kazançları ve ekonomik göstergeleri iyiyse her şey yolunda olup, güllük gülistanlık içerisindesiniz, ne diye konuyu abartıyorsunuz, her şeye ideolojik bakıyorsunuz derler. İnsanlar arasındaki eşitsizlik, yoksulluğun ve işsizliğin artışı, salgınlar, çevrenin yok oluşu, savaşlar, katliamlar çocuk ölümleri vb. konular onların sözlüğünde yoktur. Bütün bunlara karşı yine de umutsuzluğa kapılmamak gerekir. Küresel ölçekli, örgütlü bir yapılanmayla bunlara dur diyebiliriz.
Yukarıdaki soruyu yazarken inanınki zorlandım. Önemli yan etkileri olan bu enfeksiyon hakkında bilgilerimizi arttırıp, davranışlarımızı olumlu yönde değiştirmemiz gerektiğine bir kez daha inandım. Elimdeki hazırladığım başka bir yazıyı bırakıp bu soruna azda olsa katkım olsun diye acele bir şey karalamaya başladım. Umarım yararlı olur.
Toplum sağlığını daha doğrusu hepimizi ilgilendiren(kendimizi, çocuklarımızı, torunlarımızı ve yakınlarımızı,) bulaşıcı hastalıkların en önemlilerinden olan KIZAMIK yine gündemimize Antalya’daki üzücü bir haber olarak girdi.
Haber de şöyle; “Antalya’da tıbben kesin tedavisi bulunmayan ölümcül SSPE (Subakut Sklerozan Panensefalit) hastalığına 8 yıl önce üniversite 2. sınıf öğrencisiyken yakalanan 28 yaşındaki Halil Özçelik, yatağa mahkum bir şekilde yaşam savaşı veriyor. Yaklaşık 5 yıldır göz kapaklarını kırpamayan ve bu sebepten ötürü de gözleri adeta kan çanağına dönen genç adam, annesinin her ‘oğlum’ diyerek gösterdiği ilgi sonrası gözyaşı döküyor. Antalya’da yaşayan İbrahim-Gülsüm Özçelik çiftinin 3 çocuğundan en büyükleri Halil Özçelik (28), 2012 yılında İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) Konservatuar bölümü 2. sınıf öğrencisiyken, sağ gözünde görme bozukluğu yaşamaya başladı. İlk etapta kendisine Behçet Hastalığı teşhisi konulan Öztürk, denge ve konuşma bozukluğu yaşadıktan sonra okulu bırakıp Antalya’daki ailesinin
Sevgili Hocam, 1960 sonrası sağlık bakanlığında müsteşar iken ünlü “224 Sayılı Sağlık Hizmetlerinin Sosyalleştirilmesi” yasasını çıkarılmasına ön ayak olarak bu alanda örnek oldunuz. Birçok ülke bu yasayı benimseyerek sağlık yapılanmalarında önemli atılımlar gerçekleştirdiler. Sağlığın doğuştan kazanılan bir hak olması ülkemizde ve dünyada önemli yankı yaptı. Bu kavram 1978 yılında “Alma Ata bildirgesinde Dünya Sağlık Örgütü’nün gündemine girerek “Temel Sağlık Hizmetleri” terimi ile siyasi bir terminoloji oluşturdu.”
Sevgili Hocam, sizin “Sosyalizasyon” sözcüğünü bile sakıncalı bularak, “Sosyalleştirme” sözcüğünü kullanmalarına bile aldırış etmeden yolunuza devam ettiniz. Dönem-5 Toplum Hekimliği stajında ilk defa gruplar halinde köylere dağılarak “Sağlık Ocağı ve Hekimliğinin” ne kadar önemli bir sağlık devrimi olduğunu bizzat uygulayarak öğrendik. Bu uygulama koruyucu hekimliğin temeli olup, devam etseydi, tedavi hekimliği bu kadar pahalı ve cazip olmazdı. Bu gün maalesef bu sistem kaldırılıp, birinci basamak koruyucu hekimlik özelleştirilerek ne yarar sağladığı tartışmalı “Aile Hekimliği” uygulamasına dönüştürülmüş, böylece sağlık sermayedarlarının iştahı kesilmemiştir.
Eğer “224 sayılı yasa” günümüz koşullarına uyarlanarak uygulanabilseydi; Sağlık Evleri ve Sağlık Ocakları (5-10 bin nüfusa bir sağlık ocağı düşecek şekilde) birinci basamak başvuru merkezleri, 2. ve 3. basamak merkezler (hastaneler) olacak şekilde çalışmalarına devam edecek, böylece bu günkü hastaneler
Sevgili Hocam;
Bu dertleşmeyi çoktandır düşündüğüm halde, bir türlü cesaret edemedim. Belki de mahcup olma endişesinden ya da yanlış anlaşılma korkusundan. Bilemiyorum belki de başka nedenlerden olabilir. Sevgili Hocam mektubumu içimden geldiği gibi ve hiçbir oto sansür yapmadan yazmaya çalıştım. Umarım beni anlarsınız.
Canım Hocam, bu yıl 21 Kasım’da sizin 105. doğum yıl dönümünüz olacak. Maalesef sizi 3 Kasım 1990’da sonsuzluğa uğurladık. Sizi çok erken kaybettiğimiz için üzüntümüz tarif edilemez. Çoğu ilkenizi ve öğütlerinizi yaşama geçiremediğimiz için sizi anmamız ne kadar çabalasak da buruk olmaktadır. Biliyoruz suçluyuz. Yaşasaydınız bu günkü sağlık tablosunun akıl almaz durumuna, tıp fakültelerinin ödeneksizlikten ve kalitelerinin düşürülerek sayılarının arttırılmasına, sağlıkta şiddete ve doktor kıyımlarına, şiddete, sağlık çalışanların uğradığı haksızlıklara ve işsiz bırakılmalarına hayretler içinde isyan eder, gür sesinizle “Ben sizlere böyle mi öğrettim, niçin dur demediniz, niçin bu kötü gidişe direnmediniz?” diye bizlere kızardınız.
Sevgili Hocam, sizlerle “1975 yılı Hacettepe Tıp Fakültesi Dönem- 1 (Hazırlık sonu 1. sınıf)’de Toplum Hekimliğine Giriş ve Devrim Tarihi” ders kurulunda tanıştık. Sınıfımızda Anadolu’nun çeşitli liselerinden gelen başarılı, orta direk
Geçenlerde çok önemli bir panel yapıldı. İzmir için çok önemli bir konu tartışıldı. Dilerdim ki ilgi çok yoğun olsun, salon tıklım tıklım dolsun. Yine de bu konuyu devamlı gündeme taşıyan ve bizlerin beynine adeta kazıyan değerli kardeşlerime özellikle bu konuda uğraş veren DEMOKRATİK KİTLE ÖRGÜTLERİNE VE ONUN AKTİVİSTLERİNE ne kadar teşekkür etsek azdır. Sorunun çözümü için emek sarf eden, gecesini gündüzüne katan GÜLDER’in (Güzelbahçe Kültür Çevre ve Güzelleştirme Derneği) panel sonrası açıklamasını ve görüşlerini olduğu gibi aşağıda sizlere aktarıyorum. Umarım farkındalık oluşturmada mesafe alınır. Farklı görüşler ve çözümler olursa onları da yeri gelirse açıklarız.
Güzelbahçe Kent Konseyi Çevre Çalışma Grubu tarafından EGEÇEP (Ege Çevre ve Kültür Platformu) üyeleri Avukat Arif Ali Cangı, Jeoloji Yüksek Mühendisi Sayın Savaş Dilek ve Halk Sağlığı Uzmanı Prof.Dr. Sayın Ali Osman Karababa’nın konuşmacı olduğu, GÜLDER (Güzelbahçe Kültür Çevre ve Güzelleştirme Derneği) ve diğer DKÖ’lerin katılımlarıyla “Efemçukuru Altın Madeni ve Çevresel Etkileri” konulu panel 23 Ekim 2019 tarihinde Güzelbahçe Atatürk Kültür Merkezi’nde yapıldı.
İzmir’in Menderes İlçesi’ne bağlı Efemçukuru ve Kavacık Köyleri arasında çevresi çam ormanlarıyla kaplı el değmemiş vadinin içinde Kanadalı “Eldorado
Çocuğumuzun ateşini ölçtük 38 dereceden fazla veya ölçmek için elimizde derece yok, ama ateşli olduğunu hissediyoruz ve çocuğun vücudunun her hangi bir yerinde döküntüler varsa bu durum karşısında ne yapalım? Bu tablo genellikle virüslerle olan, bulaşıcı bir enfeksiyon hastalığını akla getirir ve telaşlanmamıza, panik yapmamıza gerek yoktur. Ancak çocuğumuz bir yaşın altında, genel durumunda belirgin kötüleşme, yeme içmeden kesilme, kulak ve şiddetli baş ağrısı (Bu yaşta tanımlaması zordur. Tanımlayabiliyorsa), hızlı solunum, hırıltılı solunum, kusma vb. durumunda tanı ve tedavi amacı ile sağlık merkezine başvurmak gerekir. Biz burada konuyu dallanıp budaklandırmadan, her zaman yaptığımız gibi olanak elverdiği ölçüde tıbbi terimlerden uzak kalarak, sorulu yanıtlı konuyu anlatmaya çalışacağız. Umarım azda olsa akılda kalır.
Çocuğumuzda ateş ile birlikte düz, kırmızı mat nokta ve benekler şeklinde döküntüleri varsa aklımıza ne gelmeli ve ne yapmalıyız?
Öyküsünde bir hafta önce çocukta gözlerde kızarma, burun akıntısı, öksürük gibi nezle benzeri bulgular olmuş, bu nedenle doktora gitmeden (veya giderek) antibiyotik verilmiş ise ilaca bağlı döküntü olabilir. İlaç öyküsü yoksa Kızamık olabilir (Aşı olsa bile). Her iki durumda ilgili uzmana danışmakta yarar vardır. Ateşini kontrol altına almak gerekir.
Uçuk virüsleri yani bilimsel adları ile Herpes Simpleks Virüsleri (HSV); dünya çapında yaygındır. Dudakta ve ağızda uçuk yapan tipi (Tip-1) ile üreme (genital) organlarında uçuk yapan ve cinsel yol ile bulaşan tipi (tip-2) iyi bilinen virüslerdir. Kanserojen virüslerden biri olan Herpes grubu virüsler, özellikle bağışıklığı baskılanmış ve gebe hastalarda son derece önemlidir. Belki de dudağımızda veya ağzımızda karşılaştığımız ve korkudan olduğunu düşünerek ciddiye almadığımız, üzerine gelişigüzel merhem sürdüğümüz bu virüs ailesi, sanıldığının aksine masum olmadığı kanıtlanmıştır. Gelin bu aileden kısaca bahsedelim.
Herpes virüsü grubunda olanlar hangileridir?
*HSV Tip-1 (Dudakta ve ağızda uçuk ve diğer önemli enfeksiyonları oluşturur)
*HSV Tip-2 (Üreme organlarında enfeksiyon yapar)
*Varisella Zoster Virüsü (Su çiçeği ve Zona hastalığını oluşturur)
*Epstein Barr virüsü (Öpücük hastalığını yapar)
*Cytomegalovirüs (Rahim içi enfeksiyonlara yol açar)
*İnsan Herpes Virüs tip-6(Altıncı hastalık ve bağışıklığı baskılanmış hastalarda önemlidir)
*İnsan Herpes Virüs tip-8(Kaposi
Bu konuyu yazayım mı yazmayayım mı diye düşünürken her zaman tıbbi konuları yazmak yeterli olmuyor. 16 Ekim 2006’da elim bir hastalıktan kaybettiğimiz, sevgili ablamız, meslek büyüğümüz TTB’nin değerli başkanlarından Sayın Dr. FÜSUN SAYEK ile ilgili bir yazı yazmaya hazırlanırken “İzmir Atatürk EAH’de genç bir asistan doktor arkadaşımıza” istenilen, daha doğrusu tebliğ edilen ilaç yazılmadığından saldırıda bulunulmuş ve arkadaşımız kıl payı ölümden dönmüş olduğunu öğrendik. Kendisine geçmiş olsu dileklerimi iletiyorum. Umarım en kısa zamanda sağlıklı bir şekilde görevinin başına döner. Bende bu ruh hali içinde, içimden geldiği gibi davranarak sevgili ablama aşağıdaki mektubu yazmaya karar verdim. Umarım yerine ulaşır.
Sevgili Füsun Ablacığım yine bir hekim arkadaş boğazı kesilerek şans eseri ölümden döndü. Sen yaşasaydın bize bu şiddete karşı ne yapmamız gerektiğini anlatır, Nusret Fişek Hocamızdan örnekler vererek sağlığın vahşice piyasalaşmasını, bunun sonucu olarak, hekimlerin ve sağlık emekçilerinin bu vahşet’ten nasıl kurtulması gerektiğini bizlere uzun uzun anlatırdın. Bende sizin izninizle aşağıdaki yazıyı karaladım. Umarım düşüncelerimiz paralel olup beğenirsin. Yol gösterici olursa çok sevinirim ablacığım.
Sevgili dostlar “Sağlıkta Şiddet” söz konusu olduğunda, inanın abartmıyorum yazacaklarımı düşünürken ellerim titriyor. Aklım duruyor. Yazayım mı yazmayayım mı diye düşünüp duruyorum. Yazmakta zorlanıyorum. Günün bu saatinde belki de bir mum ışığı olurum diye yazmaya çalışıyorum.
Tenya veya halk arasında bilinen ismi ile “Abdest Bozan ya da şerit” en eski çağlardan beri bilinen bir asalaktır. Oluşturduğu hastalığa “Tenyazis” denir. Yassı solucanlardan olup üç kısımdan oluşur. Bunlar baş, boyun ve halkalardır. Baş kısmında bağırsağa tutunmak için çekmen ve çengel gibi kısımları vardır. Tenyalar hermafrot (Erkek ve dişileri aynı canlıda olma, erdişilik hali) olup omurgasızdırlar. Halkalar başa yaklaştıkça kalınlaşır. Uzaklaştıkça incelip uzar. Yumurtalar da bu halkalarda bulunur. Sığır Tenyası (Tenya Saginata), Domuz Tenyası (Tenya Solium) ve Balık Tenyası (diphyllobothrium latum) en çok bilinen tenyalardır. Dünya’da ve Türkiye’de en çok bulunan tenya çeşidi Sığır Tenyası (Tenya Saginata) olup en sık pişmemiş sığır eti yemekle bulaşır. Biz burada Sığır Tenyasından bahsedip, bu karmaşık konuyu basitçe anlatmaya çalışacağız.
Sığır Tenyasının yaşam döngüsü ve yapısı:
Özellikle sığırın baş ve kalp kaslarında olmak üzere çiğ (pişmemiş veya en az eksi on derecede beş gün buzdolabında saklanmamış) sığır eti yiyenlerde yani parazitin buradaki keseli kurtçuklar başta olmak üzere larvalarını ağızdan alması ile insana bulaş olur. Bu larvalar midede etin sindirimi ile açılıp, ince bağırsağa gelip orada tutunurlar. Ortalama bir buçuk üç ayda erişkin şekle dönüşürler. Genellikle