Sayfa Yükleniyor...
Bugün yine sizlere tekrarda olsa ülkemizin önemli sorunlarından biri olan “KUDUZ ŞÜPHELİ ISIRIKLARDAN bahsedeceğim. Önemli iş, güç, can, mal ve ekonomik kayıplara yol açan bu konuyu güncel bilgilere ışığında anlatmaya çalışacağım. Kuduz, evcil ve vahşi hayvanlar tarafından bulaştırılan, hastalığın belirtilerinden herhangi biri geliştiğinde mortalite (ölüm) ile sonuçlanan, zoonotik (hayvanlardan insanlara geçen) viral, merkezi sinir sistemi enfeksiyonudur. Kuduz virüsü; rhabdoviridae ailesinde yer alan, Lyssavirüs cinsinden bir virüstür. Hastalık en sık köpekler ve kedilerden bulaşır. Gelişmiş ülkelerde yarasa gibi çok farklı hayvan türlerinden, vahşi hayvanlardan (kurt, çakal, tilki) da bulaştığı gözlenmiştir.
Kuduz aşısının bulunduğu tarihten bu yana geçen süreçte, hastalığın kontrolü ve önlenmesi daha kolaylaşmış, buna rağmen hastalık gelişip ilerledikten sonra, oluşan dramatik ve ağır tablo nedeniyle, hala endişe, korku ve çaresizlikle, bizlerin elini ayağını bağlayan bir sorun olarak devam etmektedir. Ülkemizde kuduz hastalığı önemli bir toplum sağlığı sorunu olup, oluşturduğu ekonomik ve sosyal kayıpları ile ciddiyetini yitirmeyen en medyatik enfeksiyon hastalığıdır. Özellikle sokak köpeği kaynaklı kuduz hastalığı riski, hastalığın kontrolünü, önlenmesini ve korunulmasını oldukça zorlaştırmaktadır. Türkiye’de yılda yaklaşık 100 binin üzerinde şüpheli ısırık olgusunun olduğu göz önüne alındığında, korunmaya yönelik önlemlerin (aşı, anti serum ve eğitim) ekonomik yükünün, oldukça fazla olduğu da ayrı bir gerçektir.
Kuduz Hastalığı, et yiyen
Cinsel yolla bulaşan hastalıklardan biri olan, ama daha çok yakın insan teması ile geçen ve çok eskiden beri bilinen romanlara ve hikâye kitaplarına geçmiş bir hastalıktan, ”uyuzdan” bahsetmeye çalışacağım. Yaşlılardan çok çocuk ve genç yaşlarda görülen bu hastalık genellikle geri kalmış ülkelerde gözlenir. Cilt enfeksiyonlarının en önemlilerinden biridir. Burada yine akılda kalacak şekilde genel kavramlardan söz edip, olanak elverdiği ölçüde terminolojiye kaçmadan anlatmaya çalışacağım. Gayemiz sağlık konusunda bilinçlenmenin yükselmesidir.Bir kişi bile bu yazıyı okuyup davranışı ve farkında lığı olumlu yönde olursa ne mutlu bizlere..
Uyuz mikrobik bir enfeksiyon hastalığı mıdır? Mikrobikse etkeni nedir?
Evet mikrobik bir enfeksiyon hastalığıdır. Etkeni ”sarkoptes scabiei” olup, bir parazittir.
Uyuzda risk faktörleri nelerdir?
*HIV-AİDS,
*Bağışıklık sisteminin baskılanması (Tümöral hastalıklar, kemoterapi, radyoterapi v.b…),
*Çocukluk yaş grubu,
*Uyuzlu hastalarla aynı ortamda olanlar, bakım ve tedavi veren sağlık çalışanları,
*Kortizonlu her türlü ilaç kullanımı,
*Toplu yaşam,
Etken Trikomonas Vaginalis adlı kamçılı bir protozoon (tek hücreli parazit)’dir. Kadınlarda vajinit (vajina iltihabı), erkeklerde üretrit (alt idrar borucuğunun iltihabı), prostatit (prostat bezinin iltihabı) ile testiste enfeksiyon oluşturur. Genellikle cinsel ilişki, bazen de tuvaletlerden geçer. Tüm vajinitlerin dörtte birini oluşturur. Parazit ortaya çıkarıldığında dahi kadınlarda genellikle bulgu olmaz. Belirtiler genellikle 6-7 ay sonra oluşur. Yine de bu oran kadınlarda yüzde 30’u geçmez. Bu paraziti taşıyan kadınlarla cinsel ilişkiye giren erkeklerde çok nadir penis üzerinde hafif bir kaşıntı dışında başka da bir bulgu saptanamaz. Ancak prostat salgılarında (hemen hemen üçte ikisinde) Trikomonas araştırıldığında bulunabilir.
Trikomonyaz enfeksiyonu olan kadınlarda hangi bulgular saptayabiliriz?
*Kadın dış genital organlarında kızarıklık, şişlik, kaşıntı
*Vaginal akıntı (gri ya da sarı yeşil renkte sümüksü veya köpüklü )
*Rahim ağzının çilek veya pire ısırığı görünümlü olması
TANISI
Kadınlarda vaginal akıntı örneğinin lam lamel arasında doğrudan mikroskopla
Hijyen konusunun önemli öğelerinden tırnak ve deri hijyeninden de bahsetmemek olmaz. Birçok enfeksiyon hastalığının geçiş yolu tırnak ve cilt temizliğinin, yani bakımının yeterince yapılmamasıdır. Yine Koruyucu Hekimliğin ana damarlarından biri olan bu durumun toplumda yeterince bilinmemesi veya dikkat edilmemesi bizleri tedavi hekimliği yönünden bayağı meşgul etmekte, gerektiğinden fazla iş ve güç kaybına yol açmaktadır. Bakalım bu konuda aklımıza gelen noktalar nelerdir? Kısaca sorulu yanıtlı anlatmaya çalışalım.
Tırnak bakımındaki önemli noktalar nelerdir?
*Haftada bir kez el ve ayak tırnakları kısa ve yuvarlak şekilde kesilmelidir.
*Tırnak uçlarının altında birçok mikrop kolayca yerleşip üreyebilir. Bu sebeple tırnak diplerinin temizliği çok önemlidir.
Tırnak kesiminde kullanılan aletlerde dikkat edilecek noktalar nelerdir? Dikkat edilmez ise hangi hastalıklar geçebilir?
* Tırnak kesim ve bakımında kullanılan aletlerin kişiye özel olması şarttır. Bu kural enfeksiyon hastalıklarının (Örneğin HIV-AIDS, hepatit B, hepatit-C, mantar vb.) önlenmesinde önemli rol oynar
Tırnak cilaları, ojeler ve oje temizleyicileri hakkında ne düşünüyorsunuz? Kısaca özetler misiniz?
*Tırnak cilaları, ojeler ve oje çıkarıcılar mümkün olduğunca kullanılmamalıdır. Çünkü bu maddeler tırnaklarda kuruluğa ve tırnağın kat kat ayrılmasına, kırılmasına neden olurlar.
El ve tırnakların kuruması nasıl önlenebilir?
*Eller ve tırnaklar, iyi bir el losyonu ile yağlanarak, kuruması önlenmelidir.
Ülkemizde ve dünyada giderek artan yaşlı nüfus, beraberinde birçok sorun getirdiği gibi, Enfeksiyon hastalıklarında da birçok değişiklik ve artış getirmiştir. Biz bu yazımızda teknik terminolojiden kaçınarak, yalın bir şekilde konuyu anlatmaya çalıştık. Umarım amacımıza ulaşırız.
Yaşlılık=>65 yaş ve üzeri
Yaşlılıkta bağışıklık sisteminde; daha çok hücresel yanıt yetersizliği belirgin olmakla birlikte, buna paralel olarak hümoral (sıvısal) yanıtta da bozukluk olmaktadır.
Yaşlılıkta enfeksiyonu kolaylaştıranlar nelerdir?
Bağışıklık sistem değişiklikleri/Doku ve organda değişiklikler/Süregelen hastalıklar/Sosyal çevre
Yaşlılıkta doku ve organ bozuklukları nasıl oluşmaktadır?
• Mide asidinde azalma
• Bağırsak çalışmasında azalma
• Solunum sisteminde işlev bozukluğu
• Reflekslerde bozulma
• Derinin yağ ve su içeriği kaybı
• Yerel salgılamalarda azalma
• Böbrek ve karaciğer işlevinde azalma
• Rahim sarkması,
Özellikle kadınlarda daha sık karşılaştığımız ağrılı veya zorlanma ile idrar yapmaya biz tıbbi terim olarak “Dizüri” diyoruz. “İdrar yolu enfeksiyonları” başlıklı bir diğer yazımda da belirttiğim gibi, idrar yaparken sızlanma, yanma, zorlanma bulgusu boşaltım ve üreme sistemi enfeksiyonlarının en sık rastlanan bulgularından biridir. Ayrıca enfeksiyon dışı nedenlerle de olabileceğini unutmamak gerekir.
Ağrılı idrar yapma (dizüri) ile beraber hangi bulgular gözlenebilir?
*Bulantı, kusma, ateş, titreme ve ishal
*Sık idrar yapma (pollaküri)
*Gece idrara çıkma (noktüri)
*Kanlı idrar yapma (hematüri)
*Kasık veya böğür ağrısı
*Kadınlarda vajinal, erkeklerde üretral akıntı
Dizüri ile gelen hastada ateş varsa akla ilk önce ne gelir? Hemen antibiyotik başlayalım mı?
Genellikle idrar yolu enfeksiyonu akla gelmelidir. İyi bir öykü ve fizik muayene ile beraber tam idrar analizi, idrarın doğrudan ve boyalı mikroskobik bakısı ile idrar kültürü-antibiyogram testleri yapılmalıdır. Buna göre antibiyotik verip vermeme kararına varabiliriz. Bunun için daha önce anlattığım idrar yolu enfeksiyonları kısmında da belirttiğim ilkelere göre antibiyotik tedavisi yapılmalıdır.
Gelişi güzel antibiyotik başlarsak ne gibi yan etkiler olabilir?
Her şeyden önce “Dizüri” enfeksiyon kaynaklı değilse verilen antibiyotik işe yaramaz. Bakteriyel kaynaklı dahi olsa uygun antibiyotik verilmezse hasta düzelmediği gibi bakteri direnci oluşabilir. Enfeksiyonun yayılması (Ürosepsis,
Bu yazımda Bergama’yı, oranın en önemli bölümü olan ve bir zamanlar dünyanın dört bir yanından hastaların sağaltıldığı antik çağın önemli sağlık merkezlerinden biri “Bergama Asklepion” dan (fazla arkeolojik alana girmeden) az da olsa bahsedip, sadece düşüncelerimi sizlere aktaracağım. Ayrıntılı ve daha fazla bilgiyi ancak orayı ziyaret ederek edinebilirsiniz. Ben 3 defa ziyaret etmeme rağmen, Bergama hakkında tek bildiğim şey hala çok az şey bildiğimdir.
17.03.2019 Pazar günü “İzmir Tabip Odamız koordinasyonu” ile Bergama Kültür Gezimizi hekim arkadaşlarımız ve yakınları ile gerçekleştirdik. Hellenistik dönemin en önemli uygarlıklarından biri olan Pergamon Krallığı’nın uzun zaman başkentliğini yapan Pergamon Antik Kenti’ni gezmeye öncelikle Bergama Müzesi, ölümün girişinin yasak olduğu söylenen efsane Asklepion Sağlık Merkezi ile başladık. Burada hastaların nasıl sağaltıldığını Arkeolojik danışmamız CBÜ öğretim görevlisi sevgili “Baykal Başdemir” hocamızın güzelim anlatısı ile öğrendik. Sonra Akropol’ü gezdik. Gördük ki dünyanın en büyük reklam panolarından birisi buradaydı. Dağ boyutunda bir ürün yerleştirmeyi gezdik. Ama sadece gerçekleri konuştuk. Sarayları, sarayların kapı komşusu kışlaları, gücün en önemli kaynağı olan bir kütüphaneyi, dünyevi işlevi olan tapınakları, kendisi gösteri olan bir tiyatroyu, bilgili hekimlerin yalancı ve ayrımcı hastanesini, toplumsal tabakaların coğrafi olarak vücut bulmuş halini, yalaka ve
Bilindiği gibi çocukluk grubu enfeksiyon hastalıklarının önemlilerinden birisi de Suçiçeğidir. Suçiçeği virüsü (Varisella zoster virüsü) vücuda ilk girdiğinde suçiçeği denen yaygın döküntülerle giden hastalığa neden olur ve sonrasında sinir köklerinde sessiz kalır. Zona bu virüsün neden olduğu diğer hastalıktır, sinir köklerinden virüs deriye gelerek daha küçük bir alanda döküntüler oluşturur, daha çok yaşlılarda görülür. Aynı virüsten elde edilmesine rağmen her iki hastalık için ayrı aşı vardır (suçiçeği aşısı ve zoster aşısı). Bu yazıda Varisella zoster virüsü aşılarını tartışacağız.
Köşe Yazısının Devamını Okuyun.
Dünyada ve ülkemizde sağlığın özelleştirilmesinin önündeki tüm engeller kalkarken, bizler ne yaptık da sağlıkta SOSYALİZASONU (Başka bir anlatımla toplumsallaşmayı) beceremeyip, yenilgiyi kabul ettik. Her gün özelleşmeyle ilgili adımları ve devşirme “Kent Hastanelerinin” açılışını, şehir içindeki mütevazi hastanelerin kapatılmasını izlerken, vah vah, tüh tüh seslerini attığınızı duyar gibi oluyorum. Kendimize şu soruları sorma vakti gelmedi mi? Niçin buna seyirci kaldık ve hala kalmakta ısrar ediyoruz?? Niçin direnemedik? Niçin halka doğruları gösteremedik? Niçin? Niçin? Bu sorular bitmez…
Bilindiği gibi “Anamalcı Sistem” rekabetçi niteliğini kaybettikten sonra gericileşmeye başlamış, giderek dev tekeller vasıtası ile sınır tanımadan dünyayı paylaşmaya, sömürüsünü yaymaya başlamıştır. Sağlık da bundan nasibini alarak birer üst yapı olan eğitim gibi tekellerin çıkarlarına uygun olarak evirilmeye, çevrilmeye başlamıştır. Küreselleşen Anamalcı sistemde dev ilaç firmaları, sağlık tüccarları, Holding hastaneleri sağlığı metalaştırıp, alınır satılır bir mal haline getirmişlerdir. Giderek sağlık çok tatlı para kazandıran bir ticaret haline dönüşmüştür.
Hacettepe Tıp Fakültesinde 1980 öncesi öğrencilik dönemimizde “Toplum Hekimliği” derslerine giren çok değerli ve saygın hocamız “Prof.Dr. Nusret Fişek” bizlere sağlığın meta olamayacağını doğuştan kazanılan bir hak olduğunu, bunun asla devredilemeyeceğini anlatır, bizlerden bu ilkeyi korumamızı ve
Geçen yazımda “Beslenme ile Bağırsak sağlığı ve Mikrobiyomla ilgili ne biliyoruz?” başlığı altında azda olsa konuya değinmiştim. Konunun ilginç olması ve merak uyandırması açısından, Hem Soma hem de İzmir’de bu işin duayeni “Serhan(Sakarya) Hocamla” toplantılar düzenleyerek bilgileri paylaştık. Bildiğiniz gibi(tekrarında yarar vardır) enfeksiyonlara karşı korunmada; Probiyotikler, prebiyotikler, demir, selenyum, yağ asitleri, vitaminler (Özellikle vitamin C,A ve E) çok önemli olduğunu üzerine basarak vurgulamıştık. Kavramları biraz açalım. Mikrobiyota: İnsan vücudunda ona zarar vermeden (kommensal) olarak yaşayan mikroorganizmaların bütününü anlatan bir kavramdır. Mikrobiyom ise bu çevrede yaşayan mikroorganizmaların toplam genetik materyalidir( Bu türün genomu olarak tanımlanmaktadır). İnsan mikrobiyotası; başta bakteriler olmak üzere, virüsler, mantarlar ve birçok gelişkin yani ökaryotik mikroorganizmadan oluşmaktadır. Bu mikrobiyal topluluğun büyük kısmı başta gastrointestinal sistem olmak üzere deri, üreme ve boşaltım (genitoüriner) sistem ve solunum sisteminde hastalık yapmadan yerleşmişlerdir (kolonize olmuştur). İnsan vücudundaki mikroorganizma sayısı insan hücre sayısından 10 kat fazla, genom sayısı ise insan genomuna göre 100 kat fazladır ve tamamı yaklaşık 1-1,5 kg ağırlığındadır. Hatırlarsanız aşağıdaki başlıklar altında bağırsak sağlığı ve mikrobiyomla, beslenme şeklini anlatmıştık. Okumayanlar için yine tekrar yazıma koyuyorum.
Bağırsak sağlığı ve
Yetişkinlerde aşılama konusunda bugünde devam ediyoruz.
YURT DIŞI SEYAHATLERİNDEN ÖNCE DE AŞI UNUTULMAMALI
Rutin olarak uygulanmamakla birlikte, seyahatler sırasında seyahate gidilecek ülkelere göre, tifo aşısı, kolera aşısı, sarıhumma aşısı, kene kaynaklı ansefalit aşısı ve leptospiroz aşıları yapılması gereklidir.
“Difteri–Tetanoz-Boğmaca; doğum sonrası başlanılan aşı çocukluk ve erişkinlerde de düzenli olarak sürdürülür ve 10 yılda bir tekrar dozları ile aşılamaya ömür boyu devam edilir. Bağışıklık sistemi baskılanmış kişilerde de güvenle uygulanabiliyor.”
“Kızamık-Kızamıkçık-Kabakulak-Suçiçeği; daha önce söz konusu hastalıklar geçirilmemiş ya da bunlara karşı aşı yapılmamışsa erişkin yaş grubunda bir ya da iki doz aşı yapılarak bağışıklık sağlanıyor. Bu aşılar canlı virüs aşıları olduklarından hamilelikte ve bağışıklık sistemi baskılanmış olanlarda uygulanamıyor.”
“Zona aşısı; 50 yaşından sonra iki doz olarak yapılıyor. Canlı virüs aşısı olduğundan hamile ya da bağışıklık sistemi baskılanmış kişilere uygulanmıyor.”
“Pnömokok aşısı; 65 yaş sonrasında herkese, ya da kronik hastalığı ya da bağışık sistemi baskılayan hastalığı olan kişilere yaşa bakmaksızın erişkin her yaşta
Daha önceki erişkin aşılamadaki sorunlar ve çözümler başlıklı yazımın devamı olarak değerli kardeşim sevgili meslektaşım “Sayın Prof.Dr. Çağrı Büke’nin aşı konusu ile ilgili yazısı gözüme çarptı. Açıklamasını sadeleştirerek sizlere aktarıyorum. Antibiyotik direncinin giderek arttığı günümüz koşullarında, enfeksiyon hastalıklarından korunmanın çok daha önemli hale gelmiştir. Çocuklarda olduğu gibi yetişkinlerde de aşılamanın önemli bir konudur. İnsan hayatını tehdit edebilecek ciddi sonuçlar doğurabilen hastalıklardan korunmada bağışıklamanın önemi gün geçtikçe artmıştır. Bağışıklamanın doğumla başlayıp yaşam boyu devam eden bir durumdur.
AŞILAMAYLA UZUN SÜRELİ KORUMA AMAÇLANIYOR
Aktif bağışıklama, yani aşılamada vücudun bağışıklık sisteminin aktive edilmektedir.
“Aşı ile bağışıklamada antikor/antitoksin oluşumu için belirli bir zamana (haftalara ya da aylara) ihtiyaç vardır. Yani aşı yapılır yapılmaz ya da ilk doz aşıdan sonra hemen koruyucu etki (antikor/antitoksin) oluşmaz. Bunların oluşması için bazı durumlarda aynı aşıyı belirli aralıklar ile birden fazla dozda uygulamak gerekebilir. Bazen de belirli bir hastalığa karşı uygulanan aşının etkisinin sürekliliğini sağlamak amacıyla belirli aralıklarla tekrarlamak gerekebilir. Bazı aşılar (canlı) ise bir ya da iki doz uygulama sonrası ömür boyu bağışıklık oluşturur. Aktif bağışıklama, toplumda yaygın görülen ve yüksek bulaştırıcılık özelliğine sahip, sonuçları
Daha önceki erişkin aşılama ile ilgili yazımda bu konuya biraz değinmiştim. Ama konuyu biraz açma ihtiyacı duyarak bazı temel noktaları vurgulayıp, tekrarlamakta yarar olduğu düşüncesindeyim.
Bağışıklama çeşitleri
Temel olarak ikiye ayrılır. Aktif ve Pasif bağışıklamadır.
Aktif bağışıklamada amaç
Amaç birincil (primer) bağışıklamanın sağlanmasıdır. Enfeksiyon etkeni ile ikinci defa karşılaşmada, ikincil (sekonder) bağışıklığın oluşumudur. Tüm bunlarda asıl amacımız yaşam boyu bağışıklıktır.
Erişkin aşılar nasıl uygulanır?
Genellikle kas içine veya deri altına uygulanır. Kas içine uygulamada kol adelesi (deltoit) seçilir. Kalça adalesine uygulama olmamalıdır.
Aynı anda birden fazla aşı yapma durumu
Böyle bir durumda kişinin sağlık durumu göz önüne alınarak başka sorun yoksa farklı bölgelerden aşı yapılabilir.
Aşı programını unutup, doz atlama
Tekrar başa dönmeye gerek yok, nerede kalmışsak oradan devam etmek gerekir. Bazı tip
Selenyum toprakta bol bulunur. Toprağı az olan ülkelerde önemli sorundur. Antioksidan etkiye sahiptir. Önerilen dozların üstünde alınmamalıdır
Bağırsak Sağlığı ve Mikrobiyom
Bakteri, mantar ve virüsler de dâhil trilyonlarca mikroorganizma yaşıyor.
Neredeyse bütün vücudumuzdaki hücre sayısı ile aynı miktarda mikroorganizma, çoğunluğu kalın bağırsakta olmak üzere bağırsaklarımızda yaşıyor. Fakat bağırsaktaki bakterilerin sadece yüzde 10 ila 20 kadarı başka insanlarınkiyle aynı.
Bu mikrobiyomlar beslenme, hayat tarzı ve başka faktörlerin de etkisiyle insandan insana farklılık gösteriyor ve sağlık durumumuzdan iştaha, kilodan ruhsal durumumuza kadar her şeyi etkiliyor. Bağırsaklar bedenimizin en çok araştırılan bölgelerinden olmasına rağmen bu çalışmaların kat etmesi gereken uzun bir yol var hâlâ.
Beslenme Şekli
Beslenme şeklimiz bağırsak mikrobiyomunu büyük ölçüde etkiliyor. Araştırmalar, lif oranı düşük, hayvansal yağ ve protein bakımından yüksek olan batı tarzı beslenme ile kansere yol açan birikim ve enflamasyon (iltihap) arasında bağlantı olduğunu gösteriyor.
Lif bakımından yüksek, kırmızı et bakımından düşük olan
Bugünkü yazımıza bu soru başlığı ile giriş yaptık. 29.01.2019’da BBC’den “Jesica Brown” haberinde bu başlığı atmış. Bizde haberinden alıntı yapıp bu konuda az da olsa bazı bilgilerimizi tekrarlayalım. Son zamanlarda bağırsak sağlığı neden bu kadar önem kazandı? Sağlıkla ilgili birçok haberde neden bu konu en başlarda yer alıyor? Diye sorularımızı size sorup, sonra dilimiz döndüğünce kısaca anlatmaya çalışalım. Bilindiği üzere beslenmenin çok yetersiz olduğu, açlığın kol gezdiği geri bıraktırılmış ülkelerde enfeksiyon hastalıklarının buna paralel artış gösterdiği hepimizin malumudur. Obezitenin de enfeksiyonlar üzerinde olumsuz rol oynadığını artık bilmeyen yoktur. Enfeksiyonları önlemede rol oynayan temel bazı besin elementleri şöyle tekrarlayalım.
PROBİYOTİKLER
Vücudumuzda bulunan doğal floramıza (mikrop örgüsü) ait bakterilerin, hastalık yapan bakterilere karşı engel olduğunu, bağışıksal savaşımda destek oluşturduğunu biliyoruz. Floramızın çeşitli hastalıklarda ve gelişigüzel antibiyotik kullanımında bozulduğunu göz önüne alırsak, probiyotiklerin bu aşamada yararlı olabileceğini akıldan çıkarmamak gerekir.
Probiyotik diye adlandırılan birtakım canlı bakterileri içinde bulunduran ek gıdaları almak sureti ile enfeksiyonlara karşı savunmada önemli rol alabiliriz. Probiyotikler geleneksel kültür süt ürünlerinde ve yeni fermente edilmiş süt içeren ürünlerde yer alırlar. Bunların temel etki mekanizmaları hastalık yapan barsak
Griple ilgili yazılarımızı ne kadar tekrarlasak, bu konuda ne kadar yazı yazıp konferanslar versek yine de sorular ve buna karşılık yanıtların bitmeyeceği, konunun ne kadar önemli olduğunu sizlerde bizler gibi anlamaktasınız. Grip sadece kişisel bir hastalık değil aynı zamanda birlikte yaşamanın getirdiği toplumsal bir sorundur. Sadece ekonomik değil aynı zamanda iş ve güç kaybı ile toplu ölümlere yol açması bu konunun sadece bir sağlık sorunu olmayıp diğer yandan toplumsal bilinçlenme ile ilintili olduğunu görememek olanaksızdır. Biz enfeksiyonculara, tıp mensuplarının, diğer meslek gruplarının ve hastalarımızın sorduğu en önemli sorunlardan birisi, grip ilaçları ve maliyeti, diğer bir soru ise H1N1’dir? (halk arasında domuz gribi diye adlandırılan A tipi bir grip virüsüdür) Hatta bazıları bunu dile getirirken “Aşk bir enfeksiyonum varmış 15 gündür işe gidemiyorum ne yapayım?” diye soruyorlar. Ne dersiniz? Gelelim esas konumuza yani grip ilaçlarına;
Grip olgularının ve gribe benzer hastalıkların artış gösterdiği bugünlerde “Klinik Mikrobiyoloji Ve İnfeksiyon Hastalıkları Derneği (KLİMİK) Erişkin Bağışıklaması Çalışma Grubumuz” grip ilaçlarıyla ilgili halka yönelik bir bilgi notu hazırladı. Gelin sorulu, yanıtlı bilgi notunu sadeleştirerek okuyup iyice öğrenelim!..
Sanayileşme (Özellikle çarpık ve geri endüstrileşme) ve buna paralel olarak iş yerinde gelişen hastalıklar önemli sorunlar oluşturmaktadır. Ülkemiz koşullarında bu konu daha da ciddiyet kazanmış, her yıl yüzlerce işçi, işle ilgili hastalıklar nedeni ile büyük kayıplarının yanı sıra, sakat kalmakta ya da ölmektedir. Bizde burada konuyu kısaca derlemeye çalıştık. Umarım farkındalık yaratırız. Dün derlenen sıkıntıların devamı. İyi haftalar diliyorum.
İşle ilgili hastalıkların çalışana maliyeti nedir?
Sanayileşme (Özellikle çarpık ve geri endüstrileşme) ve buna paralel olarak iş yerinde gelişen hastalıklar önemli sorunlar oluşturmaktadır. Ülkemiz koşullarında bu konu daha da ciddiyet kazanmış, her yıl yüzlerce işçi, işle ilgili hastalıklar nedeni ile büyük kayıplarının yanı sıra, sakat kalmakta ya da ölmektedir. Bizde burada konuyu kısaca derlemeye çalıştık. Umarım farkındalık yaratırız.
İşle ilgili hastalık ne demektir?
Çok çeşitli nedenlere bağlı işyerinde oluşan hastalıklardır. Meslek hastalıkları ile aynı gruba sokulması hatalıdır.
İşle ilgili hastalık ve Meslek hastalığı ayrımı:
İşle ilgili hastalık (İİH)sayıca daha çoktur. Meslek hastalığı(MH) sayıca daha azdır. Ayırmak gerçekten kolay değildir.
Çok çeşitli nedenlere bağlı olarak görüldüğünden tanım yapmak zordur. İİH’da çalışma ortamı ve koşulları, hastalığın ortaya çıkmasını kolaylaştırıp, gelişmesini hızlandırır.
İş ortamındaki etkenlerle çok güçlü özgül ilişkisi vardır diyebiliriz. Çalışma koşulları hastalığın oluşmasında en önemli etmendir.
Hangisi meslek hastalığı, hangisi işle ilgili hastalıktır?
•
Uçuk tıptaki ismi ile “Herpes Simpleks” Virüsleri (HSV); dünya çapında yaygındır. Dudakta ve ağızda uçuk yapan tipi (Tip-1) ile üreme (genital) organlarında uçuk yapan ve cinsel yol ile bulaşan tipi (tip-2) iyi bilinen virüslerdir. Kanserojen virüslerden biri olan Herpes grubu virüsler, özellikle bağışıklığı baskılanmış ve gebe hastalarda son derece önemlidir. Belki de dudağımızda veya ağzımızda karşılaştığımız ve korkudan olduğunu düşünerek ciddiye almadığımız, üzerine gelişigüzel merhem sürdüğümüz bu virüs ailesi, sanıldığının aksine masum olmadığı kanıtlanmıştır. Gelin bu aileden kısaca bahsedelim.
Herpes virüsü grubu:
*HSV Tip-1 (Dudakta ve ağızda uçuk ve diğer önemli enfeksiyonları oluşturur)
*HSV Tip-2 (Üreme organlarında enfeksiyon yapar)
*Varisella Zoster Virüsü (Suçiçeği ve Zona hastalığını oluşturur)
*Epstein Barr virüsü (Öpücük hastalığını yapar)
*Cytomegalovirüs (Rahim içi enfeksiyonlara yol açar)
*İnsan Herpes Virüs tip-6(Altıncı hastalık ve bağışıklığı baskılanmış hastalarda önemlidir)
*İnsan Herpes Virüs tip-8(Kaposi sarkomu ile ilişkili virüstür)
HSV’de risk oluşturan etkenler:
Geçenlerde DSÖ (Dünya Sağlık Örgütünün kısaltılmış yazılımı) gezegenimizi tehdit eden aslında belki de ilerde yok edecek 2019’da sağlığı tehdit eden on tehlikeyi kibarca açıkladı. Ülkemizin ve dünyanın sosyoekonomik gündemi ve siyasi tartışmalardan, emperyalizmin göz açtırmaz talanlarından bu açıklama beklide yeterince ilgi çekmedi. Noktası virgülüne dokunmadan mesleki derneğimiz KLİMİK’İN (Klinik Mikrobiyoloji ve İnfeksiyon Hastalıkları Derneği) aktarımı ile sizlere iletiyorum. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), 2019 yılında sağlığı olumsuz etkilemesi beklenen 10 tehdidi açıkladı. Listede İnfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji ile ilgili tehditlerin çokluğu dikkat çekiyor. Listeye göre milyarlarca kişi küresel influenza salgını, antibiyotik direnci, ebola ve diğer yüksek riskli patojenler, aşı karşıtlığı, Dang ateşi ve HIV gibi infeksiyon hastalıklarına dayalı bazı zorluklarla yüzleşecek.
DSÖ’ ye göre 2019 yılında sağlık açısından tehdit oluşturacak durumlar şu şekilde sıralanıyor:
Hava Kirliliği ve İklim Değişikliği: DSÖ kirli havayı sağlık için en büyük tehditlerin başında görüyor. Dünyada her 10 kişiden 9’u kirli hava soluyor. Hava kirliliğinin neden olduğu çeşitli hastalıklardan her yıl 7 milyon kişi beklenenden önce hayatını kaybediyor.
Bulaşıcı Olmayan Hastalıklar: (Diyabet, kanser, kalp hastalıkları vb.): Bu hastalıklar tüm ölümlerin yüzde 70’inden
En sık rastladığımız (özellikle kış aylarında), en çok sorun olan enfeksiyonlardan olan solunum yollarının yangısal hastalıklarında, mikrobiyolojik tanı son derece önemlidir. Bu grup hastalıklardan sırası ile sinüzit, nezle, grip, farenjit (boğaz iltihabı), tonsillit (bademcik iltihabı), larenjit (gırtlak iltihabı), trakeit (nefes borusu iltihabı)), bronşit ve pnömoni (zatürre) bizleri yatağa düşüren, ciddi yan hastalıklara yol açan enfeksiyonlardır. Aynı zamanda maliyet açısından bakıldığında ciddi rakamlara yol açmaktadır. Bu grup hastalıklarda sağaltımdan (tedaviden) önce mikrobiyolojik tanıya gitmek bizlere çok önemli mesafeler kazandıracaktır. Birçok sağlık merkezlerinde her gün yapılan bu işlemler hakkında sade vatandaş ve tıp mensuplarına farkındalık yaratmak gerekir.
Solunum yolu enfeksiyonlarında en çok yapılan mikrobiyolojik testler nelerdir?
Boğazdan eküvyon (pamuklu) çubukla alınan sürüntüden Lam (dar ve uzun yassı cam parçası)üzerine yapılan boyalı yaymalar, boğaz, balgam kültürleri ile balgam yayması, balgamda tüberküloz basili aranması, balgamın tüberküloz kültürüdür.
Boğazdan yayma nasıl yapılır?
Ağız temizlendikten sonra kültür çubuğu tükürüğe değmeden tonsillere (bademciklere) ve boğaza sürülür. Sürüntü lam dediğimiz cam parçasına sürülerek kurutulur. Kuruyan örnek boyanır. Mikroskopta iltihap
Son günlerde en sık karşılaştığımız sorulardan biriside ben grip miyim? Nezle miyim? Olup arkasından “herhalde gribim” cümlesi gelmekte. Bu konu sadece sade vatandaş değil, sağlık mensupları hatta tıp doktorları tarafından karıştırılmaktadır. Bizde bugünkü yazımızı bu konuya tekrarda olsa değinmeden geçemedik.Soğuk Algınlığı olup, genellikle griple karıştırılmaktadır. Dünyada en sık görülen hastalıklardan biridir. Bir kişinin ortalama olarak bir yıl içerisinde 2-5 arasında soğuk algınlığı geçirdiği tahmin edilmektedir. Bu kadar sık görülen bir enfeksiyon hastalığının iş, güç ve ekonomik kayba yol açmaması olanaksızdır. Kullanılan ilaçlar ve çalışma verimliliğinin azalması zaten başlı başına bir parasal sorundur. Yine sorulu yanıtlı konuyu açmaya çalışalım.
Soğuk algınlığı nedir?
Halk arasında üşütme, nezle, gribal enfeksiyon, kırgınlık ve benzeri ifadelerle de anlatılan bu hastalık, bilimsel olarak üst solunum yollarının genellikle virüslerle olan hafif seyirli bir enfeksiyonudur.
Etkenleri nelerdir?
Genellikle virüslerdir
Sıklık sırasına göre hangi virüsler yapar?
Rinovirüs
Koronavirüs
Geçen yazımda yorgunluk ve kırgınlıktan bahsederken bel ağrımdan dolayı fizik tedavi programı uygulanmasında bana yardımcı olan değerli fizyoterapist kardeşim Özkan; “Hocam fizik tedavinin ne olduğu ve fizyoterapistlerin ne iş yaptığı toplumda pek az biliniyor, bunun sıkıntısını çekiyoruz az da olsa mesaj verip aydınlatabilirmiyiz” diye bana sordu. Bende hay hay, fazla uzun olmamak şartı ile birlikte yazalım dedim.
Fizik tedavi ve rehabilitasyon namı diğer FTR; Tarihi açıdan ele alındığında bir bölüm olarak ortaya çıkışı 2. Dünya Savaşı sonrasına dayanıyor. Çünkü savaş sonrası uzuvlarını kaybeden, kafa travması ve omurilik yaranlanması sonucu felç kalan bir gaziler ordusu var olup, esas savaş şimdi başlamaktaydı. Ülkemizde ise tarihi çok uzak olmayıp 1961 yılında yüksekokul düzeyinde eğitim vermeye başlanmıştır. Peki fizik tedavi ve rehabilitasyon nedir diye soracak olursak “kişinin bir anomali, hastalık veya bir yaralanmaya bağlı kaybettiği hareket ve fonksiyon yeteneklerini iyileştirmeyi hedefleyen tıp dalı” diyebiliriz. Ortopedi, nöroloji, pediatri, kardiyopulmoner, romatoloji, geriatri ve spor alanları fizik tedavinin kapsamına girmektedir. Hekimine fiziatrist, uygulayan kişiye fizyoterapist denir. Fizyoterapist kimdir derseniz; 4 senelik ilgili fakülte ve yüksekokuldan mezun gerekli bilgi ve donanıma sahip sağlık çalışanıdır. Fizik tedavi, bir takım ölçütlerle
Her gün yukarıdaki haykırışı tekrarlayıp, bu sözü defalarca tekrarlayıp ne yapacağını bilmeyenlerdenseniz, bu yazıyı biraz daha dikkatlice okursanız sevinirim.. Soru ve yanıt şeklinde konuyu anlatmaya çalışalım.
Yorgunluk ve kırgınlık:
Çeşitli tanımlamaları olmasına rağmen basitçe güçsüzlük, dermansızlık, keyifsizlik, yoğunlaşamama halleri ile kendini gösteren durum diyebiliriz.
Uyku bozukluğu ve yorgunluk:
Yorgunluğun en önemli nedenlerinden biridir. Eğer yaptığınız işten dolayı veya ruhsal sorununuzdan dolayı uyumakta zorluk çekiyorsanız ya da geceleri uykudan uyanıyorsanız, bunun nedenlerini saptayıp, sorunu çözüp, düzenli uyumaya geçerseniz yorgunluğunuzda belirgin azalma olur.
Tiroit bezi hastalıkları yorgunluk ve kırgınlık yapar mı?
Yapar. Özellikle tiroit bezinin az çalışması durumunda yorgunluk ve kırgınlık belirgindir. Tiroit testleri ile tanıya varıp ilgili uzmana başvurarak sorunu gidermek gerekir. Tiroit bezinin yetersiz çalışması durumuna hipotiroidizim diyoruz. Üşüme, kilo alma, saçlarda matlık ve kırılma, unutkanlık, deride kuruma önemli belirtileridir.
Kansızlık ile beraber kırgınlık, yorgunluk:
Renginiz soluk, nefes daralması, nefes sıkışması, çarpıntı gibi durumlar varsa kansızlık akla gelmelidir. Kan testleri yaptırarak bu durumu saptamak gerekir. Demir eksikliğine bağlı kansızlık saptanırsa, nedenlerini saptayarak demir takviyesi ve demirden zengin diyetle bu durumu düzeltebiliriz. Unutmamamız gereken nokta