1
Dr. Mustafa Torun
İlkses Gazetesi Yazarımız

Enfeksiyon Hastalıkları Uzmanı Dr. Mustafa Torun

Yazarın Köşe Yazıları

Öksürük hastalık mıdır? Yoksa hastalık bulgusu mudur?

Kış aylarında artan, neredeyse çevremizde öksürmeyenin çok az olduğu bir savunma mekanizmamızdan, bazen ciddi hastalıkların bulgusu olan “Öksürük”ten bahsetmeye çalışacağım. Bu konuyu tekrar yazacağım için kusura bakmayın.
En sık gözlenen, polikliniklere neredeyse beşinci altıncı yoğunlukta başvuru nedeni olan öksürükten bakalım neyin nesi imiş? Üst ve alt solunum yolları enfeksiyonlarında önemli bir bulgu olan öksürük, gerçekten zamanında tanı konamaz ve nedenine yönelik tedavide gecikilirse çok önemli sorunlara yol açmaktadır. Ah şu öksürükten bir kurtulayım neler yaparım diyenleri şimdiden işitir gibiyim. Ateş gibi öksürüğün de vücudun bir savunma mekanizması olduğunu unutmamak gerekir. Temel yaklaşımımız nedeni bulup sonra öksürüğü gerekirse (kesilmesine karar verdi isek) kesmek olmalıdır.
Öksürükten ne anlamalıyız?
Nefes borusu ve bronşların kendine yabancı olan her türlü oluşumdan temizlenmek için yaptığı ani ve hızlı nefes verme olayıdır. Yani bir savunma refleksi diyebiliriz.
Kronik öksürük nedir?
Öksürük üç haftadan fazla sürmüşse kronik yani süreğen öksürüktür.
Öksürükle karşılaştığımızda ne yapmalıyız?


Kağıt paralar enfeksiyonlara yol açar mı?

Akla yine buna benzer şöyle bir soruda gelebilir; “Zaten her şey artık enfeksiyon yapıyor, antibiyotiklerde de direnç sorunu var, durumumuz giderek kötüleşiyor mu?” Bu soruların yanıtına hayır demek isterdim ama maalesef evet. Çağdaş ülkelerde kağıt para kullanımı giderek azalmakta, onun yerine çek, senet, kredi kartları veya başka ileri yöntemler kullanılmaktadır. Bilindiği gibi hastalık yapan çoğu mikrobun yaşaması ve çoğalması için uygun ortam (ısı, ph, nem v.b.)  ve besi yeri gereklidir. Elden ele dolaşan, ıslanan, çeşitli vücut salgıları ile (dışkı, idrar, ter, tükürük, balgam v.b) temas eden kağıt paralar; mikropların üremesi ve çoğalıp yayılması için uygun ortam oluşturabilirler. Yapılan birçok bilimsel çalışmada ülkemizde kullanılan kâğıt paralarla virüsler (nezle, grip, hepatit virüsleri), bakteriler (tifo, paratifo, dizanteri, bağırsak bakterileri, şarbon hatta tüberküloz v.b), mantarlar (yüzeyel cilt hastalıkları yapan mantarlar, kandidalar v.b.) ile parazitler (solucanlar, tek hücreli parazitler…) gibi birçok mikrop grubu bulaşabilmektedir. Bu kadar önemli hastalığı taşıyıp, yayan kağıt paraları ne edelim de, insanlara sağlık sorunu yaratmasının önüne geçelim? Bunun için bazı temel ve basit önerilerimiz olacaktır. Yerine getirilmesi çok zor olmasa gerek, bunları şöyle sıralayabiliriz;
*Çocuklarımıza el yıkama ve tuvalet eğitimini daha çok küçük yaşta verelim


Besin  Zehirlenmelerini Nasıl Önleyebiliriz?

Halk arasında gıda zehirlenmeleri, yiyecek zehirlenmeleri olarak adlandırılıan bu grup hastalıklar önemli halk sağlığı sorunudur. Doğrudan besinlerin kendisi (Mantar gibi), ya da besinler üzerinde üreyen mikroorganizmaların (genellikle bakterilerin) veya onların ürettikleri zehirlerin (toksinlerin) insan vücuduna girip hastalık oluşturması tablosu diye basitçe tanımlayabiliriz. Bu süreç genellikle gıda yendikten en geç 72 saat içinde oluşur. Biz burada fazla ayrıntıya girmeden en çok görülen bakterilerle oluşan besin zehirlenmelerinden bahsedeceğiz. Bilindiği gibi bakteriler uygun sıcaklık, uygun PH, uygun nem ortamını buldukları anda onların sevdikleri besinlerde üreyip çoğalırlar. Bazıları ise üreyip çoğaldıkları gibi ortama zehirlerini de salarlar. Böylece alınacak besin bakterilerle kirlenmiş olur. Bu kirli(kontamine) besini alan kişide, mide barsak sistemine giren bakteri veya toksin miktarına bağlı olarak bulantı, kusma, karın ağrısı, ishal, sıvı kaybına bağlı olarak halsizlik, yorgunluk, kırgınlık, baş dönmeleri ile bazen ateş de olabilir. Bazı bakterilerin zehiri (Havasız ortamda üreyen ve genellikle konserve yiyenlerde gözlenen anaerop bakterilerin oluşturduğu tablo) doğrudan sinir sistemini tutarak, nörolojik bulgulara (Felçlere) yol açabilir. Başlıca besin zehirlenmeleri:
*STAFİLOKOK BESİN ZEHİRLENMESİ: Stafilokokus aureus denen, irin yapan bakterinin saldığı toksinin (zehirin) besinlerle alınması ile oluşur. Alındıktan 1-6 saat içinde gelişip kısa zamanda düzelebilen bulantı kusma ile karakterize bir zehirlenmedir. Olguların üçte ikisinde ishal gelişir. Sıvı kaybı fazla ise ateş


Koruyucu kondom (kaput) hakkında ne biliyoruz?

1 Aralık Dünya AIDS Günü nedeni ile HIV/AIDS konusunu ayrıntılı anlattıktan sonra, haklı olarak korunmanın önemli yöntemlerinden biri olan koruyucu kondomu (Kaput, kılıf, prezervatif olarak bilinmektedir) anlatmamak olmazdı. Gelin bu konuyu da çekinmeden anlatmaya çalışalım. Biliyorsunuz “Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olunmaz” diye anlamlı bir ilkemiz olduğunu unutmayalım.
Üzerinde yeterince değinilmemiş bir konu, koruyucu kondom veya yaygın ismi ile prezervatif (kaput veya kılıf) kullanımı; cinsel yolla bulaşan hastalıklardan ve gebelikten korunmanın en basit ve ucuz yöntemidir. Prezervatif ya da diğer adlarıyla kondom, koruyucu kılıf; gebelik ya da CYBH (Cinsel Yolla Bulaşan Hastalıklar)’a karşı cinsel ilişki esnasında kullanılan önleçdir. Kadınlar ve erkekler için ayrı ayrı çeşitleri vardır. En çok kullanılan çeşidi erkek prezervatifidir. Cinsel ilişkiden önce erkeğin sertleşmiş penisine takılır ve cinsel ilişki esnasında eşler arası her türlü madde geçişini ve sıvı aktarımını önler. Prezervatifler esneklik, dayanıklılık ve şekli yönleri ile pek çok ikincil işleve sahiptir. Lateks (Kauçuğun kükürtle işlemi sonucu elde edilen esnek madde) veya poliüretanlı kondomlar günümüzde en çok kullanılan prezervatiflerdir. Türkiye deki erkeklerin kondom kullanımı alışkanlığı nasıl arttırılabilir? Türk erkeğinin prezervatif kullanımını alışkanlık haline getirmek için kampanyalar düzenlenmesi gerektiğini belirtmek gerekir. Bunun


Kuduz Şüpheli Isırıklar Karşısında Ne Yapılmalı?

Bugün sizlere ülkemizin önemli sorunlarından biri olan KUDUZ ŞÜPHELİ ISIRIKLARDAN bahsedeceğim. Önemli iş, güç, can, mal ve ekonomik kayıplara yol açan bu konuyu güncel bilgilere ışığında anlatmaya çalışacağım. Kuduz, evcil ve vahşi hayvanlar tarafından bulaştırılan, hastalığın belirtilerinden herhangi biri geliştiğinde mortalite (Ölüm) ile sonuçlanan, zoonotik (Hayvanlardan insanlara geçen) viral, merkezi sinir sistemi enfeksiyonudur. Kuduz virüsü; rhabdoviridae ailesinde yer alan, Lyssavirüs cinsinden bir virüstür. Hastalık en sık köpekler ve kedilerden bulaşır. Gelişmiş ülkelerde yarasa gibi çok farklı hayvan türlerinden, vahşi hayvanlardan (kurt, çakal, tilki ) da bulaştığı gözlenmiştir. Kuduz aşısının bulunduğu tarihten bu yana geçen süreçte, hastalığın kontrolü ve önlenmesi daha kolaylaşmış, buna rağmen hastalık gelişip ilerledikten sonra, oluşan dramatik ve ağır tablo nedeniyle, hala endişe, korku ve çaresizlikle, bizlerin elini ayağını bağlayan bir sorun olarak devam etmektedir. Ülkemizde kuduz hastalığı önemli bir toplum sağlığı sorunu olup, oluşturduğu ekonomik ve sosyal kayıpları ile ciddiyetini yitirmeyen en medyatik enfeksiyon hastalığıdır. Özellikle sokak köpeği kaynaklı kuduz hastalığı riski, hastalığın kontrolünü, önlenmesini ve korunulmasını oldukça zorlaştırmaktadır. Türkiye’de yılda yaklaşık 100 binin üzerinde şüpheli ısırık olgusunun olduğu göz önüne alındığında, korunmaya yönelik önlemlerin (aşı, anti serum ve eğitim) ekonomik yükünün, oldukça fazla olduğu da ayrı bir gerçektir.


Dünya AİDS Günü ve HIV-AİDS sorunu - 2

AIDS küresel ölçekte bir sağlık önceliği olmaya devam etmektedir. Bölgeler ve ülkeler arasında ve ülkelerin kendi içlerinde, coğrafi farklılıklar gözlenmektedir. Salgın, son yıllarda bazı değişimler göstermiştir. Örneğin; Doğu Avrupa ve Asya’da daha önce özellikle damar içi madde kullanımı ile ilgili görünen HIV enfeksiyonu artık daha fazla oranda cinsel yolla bulaşmaktadır. Bu gibi ülkelerde HIV enfeksiyonunda artış vardır ancak dünyanın diğer bölgelerinde HIV enfeksiyonunu önleme çalışmalarında başarı kaydedildiğine dair kanıtlar vardır. Yıllık olarak yeni HIV enfeksiyonlarında küresel ölçekte azalma gözlenmektedir. Özellikle genç nüfus arasındaki sıklığının, birçok ülkede azaldığı bildirilmektedir. Küresel olarak, anneden bebeğe bulaşın önlenmesine yönelik hizmetlerin yüzde 45 oranında arttığı ve buna bağlı olarak çocuklar arasındaki yeni HIV enfeksiyonlarında azalma olduğu bildirilmektedir. Tedaviye erişimde yaşanan gelişmeler de etkisini göstermiştir. Tedaviye erişim oranı 2008 yılında tüm dünyada yüzde 42 oranında artmıştır, özellikle Doğu ve Güney Afrika’da tedaviye erişim oranlarında ilerleme kaydedilmiştir. Dünya genelinde seks çalışanları arasındaki sıklığının yüksek olduğu uzun zamandır bilinmesine karşın, eşcinsel erkekler ve damar içi madde kullananlar ile ilgili özellikle sahra altı Afrika’da ve Asya’nın bazı bölgelerinde çok kısıtlı veri bulunmaktadır. Son yıllarda ise bu gruplar arasında enfeksiyon oranında artış olduğu hemen hemen tüm bölgelerde bildirilmektedir.
Bu


Dünya AİDS Günü ve HIV-AİDS sorunu - 1

Bugünkü yazımızda salgın yaptığı 1980’lerden itibaren milyonlarca insanın ölümüne neden olan 21. yüzyılın en önemli enfeksiyon hastalıklarından biri olan HIV-AİDS  konusuna değineceğim. Bu konudaki temel ve güncel bilgileri sizlere sunmaya çalışacağım. Bu soruna karşı başlarda sıkı tutulan toplumu bilgilendirme ve bilinçlendirme çabaları son yıllarda maalesef biraz değil bayağı gevşemiştir. Umarım bu probleme karşı oluşturulan “Mücadele Ruhu” tekrar eski hızına kavuşur. Türkiye’de yapılan bir araştırmada toplumun yüzde 77,3’ü HIV/AİDS’ten habersiz olup, aynı araştırmada yüzde 25,7’si hastalığın kan yoluyla, yüzde 22,5’i korunmasız cinsel ilişki ile bulaşabileceğini bilmiyor. Araştırmaya katılanların yüzde 34,8’s el sıkışma, sarılma ve yüzde 59,1’i öpüşme ile bulaşabileceğini sanıyor. HIV/AİDS’in manevi yükü son derece ağır olup, maddi yükü de bayağı yüksektir. Dünya sağlık örgütünün açıklamalarına göre 2016’da 36,7 milyon insan HIV ile enfekte olup, bunların 1,8 milyonu yeni olgudur. Aynı yılda kaybedilen insan sayısı 1 milyonu bulmakta.   
HIV virüsü (Human immundeficency virüs: İnsan immun yetmezlik virüsü) adı ile tanımlanan, insan bağışıklık noksanlığı virüsüdür. AIDS bulaşıcı bir hastalıktır. Etkeni HIV adı verilen virüstür. HIV bağışıklık sistemini etkileyerek vücudun direncini azaltır.
Virüs; dış zarında CD4 adı verilen bir reseptör protein


Diş Eti Enfeksiyonu (GİNGİVİTİS)

Diş Eti: “Diş köklerini kaplayan kalın kırmızı renkli et” anlamında kullanılan ve ayrı yazılan bir kavramdır. Tıp da bir dokunun sonuna “it” eki eklendiğinde onun yangısı (iltihabı) veya geniş anlamında genelleme yaparsak enfeksiyonu anlaşılır. Her “İt” eki ile biten hastalık enfeksiyon değildir. Bunu da ayrıca belirtmek gerekir.
Daha önceki yazımda ağız hijyeninden ve öneminden bahsetmişken, diş eti enfeksiyonu veya diş etinin iltihaplanmasına da bir enfeksiyoncu gözü ile değinmemek olmazdı. Tıbbi terminolojide ‘Gingivit’ veya ‘Gingivitis’ diye adlandırdığımız bu tablo birçok sistemik enfeksiyona yol açması açısından son derece önemlidir. Bilindiği gibi ağız dokusu ve mikrop örgüsü (flora) bağışıklık sistemi yönünden giriş kapısı olup, gelişkin yapısı ile birçok mikroorganizmayı giriş aşamasında önlemesi vurgulanması gereken bir noktadır. Ağız, dudak, yanak ve dilin temizleyici hareketleri, tükürük ile doğuştan ve sonradan kazanılmış bağışıklık güçleri, sıvısal ve hücresel savunma mekanizmaları bizleri bir çok enfeksiyon hastalığından korumaktadır. Ağız dokusunda yerleşip çoğalan birçok bakteri, virüs ve mantar’ın savunma sistemindeki bir zedelenmede sistemik bir enfeksiyon şekline geçebileceğini unutmamak gerekir.
Gingivitis veya Türkçe anlatımı ile diş eti iltihabı:
Diş etinin çeşitli mikroorganizmalarla olan enfeksiyonudur. Başka enfeksiyon dışı


Prof.Dr. Nusret Fişek Hocam ile Dertleşme

Sevgili Hocam;
Bu dertleşmeyi çoktandır düşündüğüm halde, bir türlü cesaret edemedim. Belki de mahcup olma endişesinden, ya da yanlış anlaşılma korkusundan. Bilemiyorum belki de başka nedenlerden olabilir. Sevgili Hocam mektubumu içimden geldiği gibi ve hiçbir oto sansür yapmadan yazmaya çalıştım. Umarım beni anlarsınız.
Canım Hocam, bu yıl 21 Kasım’da sizin yüz dördüncü doğum yıl dönümünüz olacak. Maalesef sizi 3 Kasım 1990’da sonsuzluğa uğurladık. Hocam sizi çok erken kaybettiğimiz için üzüntümüz tarif edilemez. Çoğu ilkenizi ve öğütlerinizi yaşama geçiremediğimiz için sizi anmamız ne kadar çabalasak da buruk olmaktadır. Biliyoruz suçluyuz. Yaşasaydınız bu günkü sağlık tablosunun akıl almaz durumuna, tıp fakültelerinin ödeneksizlikten ve kalitelerinin düşürülerek sayılarının arttırılmasına, sağlıkta şiddete ve doktor kıyımlarına, sağlık çalışanların uğradığı haksızlıklara ve işsiz bırakılmalarına hayretler içinde isyan eder, gür sesinizle ben sizlere böyle mi öğrettim, niçin dur demediniz, niçin bu kötü gidişe direnmediniz diye bizlere kızardınız.
Sevgili Hocam, sizlerle “1975 yılı Hacettepe Tıp Fakültesi Dönem- 1 (Hazırlık sonu 1. sınıf)’de Toplum Hekimliğine Giriş ve Devrim Tarihi” ders kurulunda tanıştık.


Yoksul Çocukların Beslenmesi

Bugünkü yazımı toplumsal bir konuda yazmaya çalışacağım. Umarım bu konuda farkındalık yaratırız.
Gün geçmiyor ki medyada nasıl besleneceğimiz, obeziteden yani şişmanlıktan nasıl kurtulacağımız, aldığımız kalorileri nasıl atacağımız belirtilmesin. Kimi programlar özel zayıflama diyetleri, kimisi de yemeyeceğimiz veya yiyeceğimiz gıdalarla ilgili. Bu programları izleyen veya okuyan insanlar acaba ne düşünüyor veya tepkileri nedir diye soruluyor mu?  Bu önerilen gıda rejimlerini kaç kişi alıp uygulayabiliyor? Bu soruların sayısı çoğalacak ama bunlara sağlıklı yanıtların verileceğini, ya da verilse bile buna göre akıllı uslu toplumsal gerçekçilik çerçevesinde sunumlar yapılacağını sanmıyorum.
Dünyadaki “Neoliberal küresel kapitalist uygulamalar çerçevesinde; Gıda üretiminde, dağıtımında gıda tekellerinin çıkarları öncelikli olduğundan, insanların, hele çocukların sağlıklı beslenmeleri, bırakın sağlıklı beslenmelerini açlık sorunlarının çözülmesi olanak dışıdır. Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütüne (OECD) göre ülkemizde her dört çocuktan biri aç olup, 39 ülke içerisinde üçüncü sırayı işgal etmekteyiz. Son 10 yılda kadın işgücünün azalmasına paralel olarak çocuk beslenmesindeki sorunlar artmıştır. Bu durum Çocuk açlığının yükselmesinde önemli bir unsur olup, ülkemizdeki yoksul aile çocuklarının şişman yerine zayıf olmaları dikkat çekicidir. Çocukların sağlıklı beslenememesi ve açlığında; ailede çocuk sayısının fazlalığı, genç doğumlar,


Lenf Damarlarının İltihabı (Lenfanjitis)

Bilindiği gibi vücudumuzda atardamar, toplardamar ve lenf (akkan) damarları vardır. Halk arasında damar iltihabı veya beyaz damar iltihabı olarak bilinen bu enfeksiyon sanıldığının aksine nadir değildir. Genellikle ayak parmak arası mantar enfeksiyonu olanlarda daha sık gözlenir. Lenfanjit veya lenfanjitis; Deri altı yerleşimindeki lenf tabakasının iltihabı (yangısı) veya geniş anlamda enfeksiyonudur. Lenfanjite neden olan mikroorganizmalar; A grubu Beta hemolitik streptokoklar en sık etken olup, diğerleri; Stafilokokus Aureus, Pasteurella Multicoda’dır. Bu etkenler akut lenfanjitisten sorumlu olup, mantarlar, mikobakteriler, nokardialar ve filaryaz kronik (süreğen) enfeksiyon yaparlar.
Ne gibi belirtiler oluşturur?
*Halsizlik, yorgunluk, kırgınlık, dermansızlık
*Ateş, titreme, üşüme, ürperme
*Tutulan yerde (Genellikle ayak ve ellerde) birkaç milimetreden bir santimetreye kadar olan genişlikte, en yakın lenf bezine kadar olan yere uzanan kırmızı ödemli, sıcak ve duyarlı cilt lezyonu gözlenir.
*Yerel lenf düğümü büyük ve hassastır.
Lenfanjiti nasıl tanıyalım?


Ülkemizde Aşılamada Karşılaştığımız Sorunlar Nelerdir?

Son zamanlarda bazı toplum liderlerinin, popüler bir kardiyoloji hocamızın ve daha öncede alanı dışı bazı akademisyen hocalarımızın özellikle grip aşısı ve paralelinde doğal olarak diğer aşılarla ilgili olumsuz konuşmaları (sonraları durumu düzeltseler de) aşılamada elde ettiğimiz olumlu mesafeyi geriye götürmüştür. Giderek aşılanan çocuk ve erişkin sayısı azalmakta, buda aşı ile önlenebilen birçok enfeksiyon hastalığını tekrar sayısal ve oransal olarak arttırmaktadır. 2016 yılında çocuklarına aşı yaptırmayı reddeden aile sayısı 10 bini geçmiştir. Beraberinde ölüm ve sakatlıkların artacağı doğaldır. Tıp dalları içinde koruyucu Hekimliğe en yatkın branş “Enfeksiyon Hastalıkları” uzmanlık dalıdır. Neden derseniz? Önlenebilir hastalıklar grubunu içerdiğinden derim. Tıpta temel kurallardan biri; her zaman vurguladığım gibi “HASTALIK OLMADAN, ONDAN KORUNMADIR”. Korunmanın da, en önemli yöntemi “aşılanmadır”. Aşı deyince doğal olarak akla, çocukluk dönemi gelip, yetişkin olunca sanki iş işten geçmiş, aşı olayı aklımıza bile gelmemektedir. Hatta bazı doktor ve diğer sağlık personeline, bu durum ters gelmektedir. Maalesef “ERİŞKİN AŞILAMADA”, Türkiye sınıfta kalmıştır. Umarız bu durum tersine döner. 


HPV'ye Karşı Bağışıklama

Bizler ve kadın doğum uzmanları; sıkça “Human papillama virüs (HPV) Aşısı kimlere yapılmalı?” “Nasıl bir aşı?”, “Yan etkisi nelerdir?” soruları ile karşılaşmaktayız. Bilgilerimiz ölçeğinde bu soruları yanıtlamaya çalışmaktayız. Burada akılda kalacak şekilde ve net olarak temel bilgileri gözden geçirirsek yararlı oluruz diye düşünmekteyim. Yine sorulu yanıtlı konuyu açmaya çalışacağız.
HPV aşısı hangi teknoloji ile hazırlanır?
Geliştirilmiş rekombinat (gen oluşumu) teknolojisi ile hazırlanmaktadır.
Aşı içeriğinde hangi serotipler vardır? Bu tipler rahim ağzı kanserlerinde ve genital siğillerde hangi oranda sorumludur?
Aşı içeriğinde bugüne kadar 6,11,16 ve 18 HPV serotipleri vardır. Bu tipler; rahim ağızı kanserlerinin 2/3 den fazlasında etken olup, genital siğillerin yüzde doksanına yakınından sorumludur.
HPV aşısının yapılış şekli nasıldır?
Aynı Hepatit-B aşı programı şeklindedir. 0, 1, 6 ay veya 0, 2, 6 ay olmak üzere kas içine yapılır.
Bu aşı kimlere uygulanmalıdır?
Doğrusu cinsel aktivite başlamadan önce yapılmalıdır. Ama 26 yaşa kadar yapılabilir. Genital siğil öyküsü olanlar, HPV DNA ve papanicolaou testi pozitiflere uygulanabilir.


El Yıkama Alışkanlığımız Niçin Yok?

El yıkama alışkanlığını nasıl kazandırırız diye ciddi ciddi tartışıyoruz ama maalesef fazla yol alamıyoruz. Bu konuyu tekrar gündeme getirip azda olsa farkındalık yaratırsak ne mutlu bizlere.
Bilindiği gibi 15 Haziran “Dünya El Hijyeni Günü” olup aynı zamanda küresel ölçekte 15 Ekim’de “Dünya El Yıkama Günü”  olarak saptanmıştır. Gayemiz en kolay, en ucuz, en pratik yöntem konusunda farkındalık yaratıp enfeksiyonlar ile olabildiğince önemli bir sorun olan ve neredeyse kanser ölümlerinden daha fazla olabileceği tahmin edilen “antibiyotik direncinden kaynaklanan ölümleri” asgariye indirmektir.
Yazıma niçin böyle iddialı bir soru ile başladığımı merak etmiş olabilirsiniz. Keşke bu soruya kuvvetli bir şekilde hayır yanılıyorsunuz, bu alışkanlığımız var diyebilseydiniz. Bugün çocuklarımıza kazandırmamız gereken en önemli temel alışkanlıklardan birisinin “El Yıkama Alışkanlığı” olması gerekir.
1843 yılında Oliver Wendel Holmes lohusalık ateşinin sağlık personelinin ellerinin kirli olması nedeni ile yayıldığını bildirmiş, 1846’da Doktor Ignaz Sommelweis el yıkamanın önemini vurgulamış, otopsiden sonra ve doğumdan sonra asistanlarına el yıkama şartı getirerek, anne ölümlerini azaltmıştır.

Bilindiği gibi ellerimizde devamlı bulunan ve zararlı olmayan kalıcı flora (Doğal mikrop örtüsü) ile hastalıkların


Kuduz Şüpheli Hayvan  Isırıkları

Yine bugünlerde yazılı, görsel veya sosyal medyada kedi köpek ve diğer hayvanların tırmalama ve ısırıkları ile ilgili haberler gündemi işgal etmekte, gelişi güzel tartışmalar yaşanmaktadır. Bilgilerimizi tekrarda olsa bıkmadan usanmadan aktarırsak yerinde olur görüşündeyim. Bu yazımda ülkemizin önemli sorunlarından biri olan kuduz şüpheli hayvan  ısırıklarından bahsedeceğim. Önemli iş, güç, can, mal ve ekonomik kayıplara yol açan bu konuyu güncel bilgilere ışığında anlatmaya çalışacağım.
Kuduz, evcil ve vahşi hayvanlar tarafından bulaştırılan, hastalığın belirtilerinden herhangi biri geliştiğinde mortalite (ölüm) ile sonuçlanan, zoonotik (hayvanlardan insanlara geçen) viral, merkezi sinir sistemi enfeksiyonudur. Kuduz virüsü; rhabdoviridae ailesinde yer alan, lyssavirüs cinsinden bir virüstür. Hastalık en sık köpekler ve kedilerden bulaşır. Gelişmiş ülkelerde yarasa gibi çok farklı hayvan türlerinden, vahşi hayvanlardan (kurt, çakal, tilki ) da bulaştığı gözlenmiştir.
Kuduz aşısının bulunduğu tarihten bu yana geçen süreçte, hastalığın kontrolü ve önlenmesi daha kolaylaşmış, buna rağmen hastalık gelişip ilerledikten sonra, oluşan dramatik ve ağır tablo nedeniyle, hala endişe, korku ve çaresizlikle, bizlerin elini ayağını bağlayan bir sorun olarak devam etmektedir. Ülkemizde kuduz hastalığı önemli bir toplum sağlığı sorunu olup, oluşturduğu ekonomik ve sosyal kayıpları ile ciddiyetini yitirmeyen en medyatik enfeksiyon hastalığıdır. Özellikle sokak köpeği kaynaklı kuduz hastalığı riski, hastalığın kontrolünü,


Grip Salgınları ve Aşılama Tartışmaları?

Yazımın başlığını böyle yazmamın nedeni grip deyince salgın, aşı ve insan ölümlerinin akla gelmesi, bizleri çaresiz bırakmasıdır. Aşağıda da belirttiğim gibi her salgın ciddi ve travmatik toplu insan ölümlerine yol açmıştır.

Dünyada 1918, 1957 ve 1968 yıllarında küresel grip salgınları yaşanmıştır. Salgınlar arasındaki zaman dilimi yuvarlak olarak ortalama  10 ila 40 yıl arasındadır ve 1968’deki salgından bu yana 44 yıl sonra 2009 yılında pandemi (küresel salgın) patlak vermiştir.

Grip virüsü bilindiği gibi değişim gösterir, sürekli olarak mutasyona uğrar.  Hastalığın ölümcül sonuçlara neden olması bakımından hafife alınmaması gerekir. İnsanlar, kuşlar ve domuzlarda bulunan grip virüsleri değişim göstererek birbirleriyle karışabilirler. Bir türden, diğer türe geçerken virüsler modifiye olabilirler. Böylece canlılarda çok az bağışıklığa sahip olduğu veya hiç olmadığı alt tipler oluşur.

Nezle ile grip birbirlerine karıştırılmamalıdır; grip de; baş ve boğaz ağrısı, titreme, üşüme, 2-3 gün süren 39-40 dereceye kadar çıkan ateş, öksürük, kas ağrısı, yorgunluk, halsizlik gibi belirtileri vardır.
Grip her sene kış aylarında salgın yapar ayrıca küresel salgın yapma kapasitesine


İleride Sorun Olabilecek Enfeksiyonlar 

Başlığı bu şekilde koymam biraz iddialı gibi gelse de, görünen köy kılavuz istemez. Gelecek biz mikroorganizmalarla uğraşanlar için pek parlak olmayacaktır. Sömürü büyük olasılıkla devam edeceği için, bunun paralelinde koruyucu hekimliğe yeterince kaynak aktarılamayacağını şimdiden söylememiz bizleri yanlış yola sevk edeceğini sanmıyorum. Azalmakta olan veya nadir gözlenen birçok mikrobik hastalık tekrar gündemi işgal edecek, salgınlara yol açacaktır. Birçok insan ölecek veya sakat kalacaktır. Zaten küresel ısınma sorununa çözüm bulunamazsa (Bulunacağı da pek ufukta görülmüyor) bu problem daha da dramatik bir şekle dönüşecektir. Burada gelecekte biz enfeksiyoncuları uğraştıracak bazı sorunlu mikroorganizmaları tartışarak konuyu açmaya çalışalım.
Hastanede yatan hastalarda görülebilecek dirençli enfeksiyon etkenleri ileride neler olabilecektir?
Bunları şimdiden saptamak çok zor gibi görünse de tahmin etmek zor olmasa gerek.
‘‘VANKOMİSİNE DİRENÇLİ STAFİLOKOK AUREUS (VRSA)
‘VANKOMİSİNE DİRENÇLİ ENTEROKOK (VRE)
 Metislin diye bilinen ve yine stafilokok enfeksiyonlarında kullandığımız bu antibiyotik grubunun etkisiz olduğu dirençli bakteriler


Şarbon Niçin Gündemimizde?

Bir enfeksiyon doktoru olarak ‘Şarbon Hastalığı ve Salgını’ ile ilgili yazı yazarken okuyucuyu sıkmadan, korkutmadan ve fazla tıbbi terim kullanmadan nasıl bu işi sade ve anlaşılabilir bir şekilde abartmadan başarabilirim diye düşünmedim desem yalan olur. Çevremizde Şarbon ile ilgili çok yaygın olarak bir sürü bilgi ve haber dolaşmakta, yazılıp çizilmektedir. Kısaca bu kargaşada bilgi kirliliği ileri düzeydedir. Bu konunun maalesef toplumsal, siyasi, ekonomik boyutuna girilmemektedir. Amiyane tabirle “Suya sabuna dokunulmamaktadır.” Birçok meslektaş ve bilimsel derneklerimiz diğer sağlıkla ilgili konularda olduğu gibi sadece teknik bilgiler vermekte, sorunun nedenlerine, neden ülkemizde tarihe karışması gereken bu tür enfeksiyonların ne hikmetse azalması gerekirken arttığı çelişkisine girmemektedirler. Çünkü bu kolaydır. Arının inine çomak sokmanın ne alemi var.
ŞARBON: Tıptaki ismi ile BASİLLUS ANTRASİS diye bildiğimiz; kapsüllü, spor yapıp toprakta bulunan, gram pozitif boyanan bir bakterinin insan ve otçul hayvanlarda oluşturduğu bir enfeksiyon hastalığıdır. Geçiş yolları sıra ile cilt, solunum ve ağız yolu (gıdalar) olup, insana enfekte hayvanın etleri ve ürünleri ile geçer. Karışıklık olmasın diye fazla tıbbi teknik ayrıntıya girmeden neler yaptığını dilimizin döndüğünce anlatmaya çalışayım. Yukarıda saydığım geçiş yollarıyla ilintili olarak “Cilt, Akciğer ve Bağırsak Şarbonu yapar.” Genellikle % 95


Kızıl Niçin Önemli?

Bugünkü yazımda son zamanlarda ülkemize yoğun göç nedeni ile tekrar gündeme giren, birçoğu yok olan veya azalan döküntülü hastalıklardan en önemlisi olan KIZIL HASTALIĞINDAN bahsedeceğim. Umarım yararlı oluruz.
Akut Tonsillofarenjitlerden bahsederken en önemli sorun mikroorganizmanın “A grubu Beta Hemolitik Streptokok” diye adlandırdığımız ve halk arasında “Beta” mikrobu diye bilinen bakteri olduğunu söylemiştik. Bu bakterinin yaptığı en önemli hastalıklardan birisi de “Kızıl” diyebiliriz. ‘Her beta bakterisi ile enfekte (bulaş) olan kişi niçin kızıl oluşturmuyor?’ diye bir soru akla gelebilir. Bunun yanıtı çok basit olup, bu tablo; bakterinin “Eritrojenik Toksini (zehirli protein)” ile olabilmektedir diye yanıtlanabilir. Bu zehirli protein (Eritrojenik veya pirojenik toksin) hangi streptokokla ve ne zaman üretilir? Her zaman olmazsa da bazen grup-A streptokok tarafından üretilen bir zehirdir.
Kızıl hastalığı hangi yaşlarda sıklıkla görülür?
Her yaşta görülse de genellikle 6 ile 10 yaşlarda görülür. Streptokokal anjin salgınlarında sıklığı artar.
Kuluçka süresi ve döküntü zamanı:
Genellikle 2-4 gündür. 2. veya 3. günde döküntü ortaya çıkar.
Kızıl hastalığının başlıca bulguları:


Kanser Oluşumu ve Enfeksiyon Etkenleri

Kanser yüzyılımızın en önemli ve en öldürücü hastalık gruplarından birisi olup, birçok filme, kitaba konu olmuş ve günümüzde en çok araştırılan sağlık sorunlarının başında gelmektedir. Bir çok araştırıcı kanserin etkenleri arasında enfeksiyon yapan mini canlıların olabileceğini varsayarak, bu konuda çalışmalarını derinleştirmiştir. Akla şöyle bir soru gelebilir. Mademki enfeksiyon etkenleri kanser oluşumunda pay sahibi, o zaman antibiyotik veya antimikrobiyal kemoterapötik ilaçla bu işi çözümleyebilir miyiz? Konunun can alıcı noktası da burada yatıyor. Bakalım çare olabilirler mi? Yine her zaman yaptığımız gibi konuyu yalın bir şekilde anlatmaya çalışarak; siz bana soru soruyor bende sizi yanıtlamış olayım.
Hangi bakteri veya bakteriler kansere neden olabilirler? Tedavisi nasıldır? Hangi kanserde rol oynarlar?
Helikobakter pylori denen mide ve oniki parmak bağırsağında gastrit ve ülsere neden olan ve yaş ilerledikçe oranı artan (genellikle hangi yaştaysak o yüzdededir. Örnek 50 yaşındaysak yaklaşık, % 50’dir) bir bakteri kanser oluşumuyla ilişkilidir. Bu bakteri kesinlikle kanser oluşturacak diye bir kural yoktur. Zaten her hastada gastrit veya ülser de yapmaz. Tedavisi antibiyotiklerledir. Mide kanseri ve mide lenfomasında (Lenf bezi kanseri) rol oynarlar.


Seyahatler ve Enfeksiyonlar

Bu yazımda sınır tanımayan ülkeler arası ticaret, her türlü gezi (Turistik, kültürel v.b.) ve buna paralel olarak gelişen enfeksiyonlardan kısaca bahsetmeye çalışacağım.
Ülkeler arası gezi sonucu  bilebildiğimiz ilk yayılan enfeksiyonlar nelerdir?
Bilindiği gibi Amerika kıtasından Avrupa ve diğer ülkelere yayılan ilk enfeksiyonlardan birisi  firengidir (sifiliz). Cinsel yolla bulaşan firengi ile Avrupa  böylece tanışmıştır. Tam tersine çiçek hastalığı Avrupa'dan Amerika’ya deniz yolu (gemilerle seyahat) ile taşınmıştır. Kemiriciler (fare, kene vb.) tarafından bulaşan “Hantavirüsler” Güney Kore-Kuzey Kore savaşında, Güney Kore’deki görevli askerler arasında saptanmış, oradan diğer ülkelere yayılmıştır.
Uluslararası ticari, sosyal, kültürel alışverişlerde enfeksiyon geçişi nasıl olur?
Eskiden gemilerle, sonra trenlerle, bugün her türlü kara taşıtı ve uçak yolculuğu ile enfeksiyonların geçişi olmaktadır.
Seyahat artışı, seyahatle geçen enfeksiyonlarda artış getirmiş midir?
Belirgin artış getirmiştir. Koruyucu ve tedavi hekimliğindeki gelişmelere rağmen maalesef artış belirgindir. 50-60 yıl önce iki milyon kişi gezi yaparken, bugünlerde bu rakam bin defa artmıştır.


Kancalı Kurtlar

Bugünkü yazımızda ülkemizde de bayağı sorun olan ve dünyada yaklaşık bir milyar insanı etkileyen  “Kancalı Kurtlardan” bahsedeceğiz. Genellikle ılıman iklimlerde yaşayan ve dünyada 45 derece kuzey ve 30 derece güney enlemleri arasında görülen bu solucanların gövdeleri ön tarafta kıvrık olduğundan kancalı veya çengelli solucan olarak adlandırılırlar. Arakonakçıları yoktur. İnsanlarda ve hayvanlarda enfeksiyon (enfestasyon) oluştururlar. Sadece insanlarda hastalık oluşturan iki tipi vardır. Bunlar Doğu Karadeniz bölgesinde daha çok olan “Necator Americanus” ile Doğu Akdeniz bölgemizde daha sık bulunan “Ancylostoma Duodenale”dir.
Boyları genellikle erkek erişkinler için 5-11 mm, dişiler için 9-13 mm.dir. Beyaz, gri veya pembemsi renkte olup 4-20 yıla kadar yaşayabilirler.
BULAŞMA YOLLARI NELERDİR?                                                                                 
Genellikle cilt yolu ile bulaşmasına rağmen, ağız ve plazental yol (eş yolu) ile de insana geçebilirler. Erişkin kurtçuklar ayak parmakları veya daha az el parmakları arasına yapışarak deriden içeri girerler. Toplardamarcıklarla sağ kalbe, akciğere ağza yolculuk yapıp yutularak ince bağırsağa yerleşirler. Bağırsağa yapışıp orada olgunlaşarak yumurtlamaya başlarlar. Bu yumurtalar dışkı ile çevreye yayılırlar. Yumurtalar sıcak, nemli kumlu topraklarda ve gölgede bir iki günde açılarak kurtçukları oluşturur. Deriden geçip yumurtalar oluşuncaya kadar geçen süre


Su ile Bağlantılı Enfeksiyonlar (2)

Suyla ilgili yazımızın ikinci ayağına sorularla devam ediyoruz.
BULUNDUKLARI ORTAMA GÖRE SULARI NASIL SINIFLANDIRMAK GEREKİR?
1)Deniz, 2)Havuz, 3)Akarsular, 4)Artezyen, 5)Kaynak, 6)Şebeke sularıdır.
SULARI NASIL KULLANIYORUZ?
Banyo, bahçelerin sulanması, yüzme, temizlik, içme amaçlı kullanmaktayız.
SU NELERLE KİRLENİR?
İnsanın, hayvanın çıkartıları (Dışkı, idrar v.b.) ve kimyasal maddelerle kirlenir.
SUYU KİRLETEN KİMYASAL MADDELERİN BAŞLICALARI NELERDİR?
Arsenik, kurşun, nitrat, talyum, benzen, karbon tetraklorür, hekzaklorobenzen v.b.
SU İLE İLİNTİLİ EN FEKSİYONLAR HANGİ YOLLARLA OLUR?
1) Doğrudan sudan kaynaklanan enfeksiyonlar: Aynı su kaynağından çok kişinin yararlanması,
ılıman ve sıcak iklim bunu kolaylaştırır. Örnek vermek gerekirse; tifo, para tifo, kolera,
hepatit-A. Çözüm suyun kirliliğinin önüne geçmektir.
2) Su


Su İle Bağlantılı Enfeksiyonlar

Suyun yaşamımızdaki yeri nedir?
Her gün olmasa da, en az ayda bir kere su ile ilgili yazılı ve görsel basında haber çıkmakta, susuz kalacağımız günlerin yakın olduğu muştulanmaktadır(!). Karşılığında en ufak bir tepki oluyor mu? Duyarlılık var mı? Derseniz, ne münasebet diyebiliriz. Sadece ülkemizde duyarsızlık olsa geçip gideriz. Maalesef tek tük cılız seslerin dışında dünya da duyarsız kalmıştır.
Küresel Anamalcı sistem” yapısı gereği dünyadaki tüm kaynakları talan etmekte, buna paralel olarak suları kirletip, kar hırsı ile kökünü kurutmaktadır. Su meta haline girerek, neredeyse birkaç yıl sonra su paylaşım savaşları olması artık konuşulan bir konu halini almıştır. Felaket tellallığı yapmayalım desek de, görünen köy kılavuz istemez. Aklımıza bir an susuz bir dünya olabilir mi? Diye bir soru gelse: olur mu? Böyle bir şey deriz. Bu hızla gidilirse neden olmasın? Saldırgan anamalcıların gözü öyle dönmüş ki, suyu pazarladıkları gibi, havayı da pazarlayacaklarına şaşırmamak gerekir. Onların kazançları ve ekonomik göstergeleri iyiyse her şey yolunda olup, güllük gülistanlık içerisindesiniz, ne diye konuyu abartıyorsunuz, her şeye ideolojik bakıyorsunuz derler. İnsanlar arasındaki eşitsizlik, yoksulluğun ve işsizliğin artışı, salgınlar, çevrenin yok oluşu, savaşlar, katliamlar çocuk ölümleri v.b.