1
Dr. Mustafa Torun
İlkses Gazetesi Yazarımız

Enfeksiyon Hastalıkları Uzmanı Dr. Mustafa Torun

Yazarın Köşe Yazıları

Cehennemden Daha Beter Korda mıyız?

Sabahattin Ali ne güzel de söylemiş. Sadece etrafın seni sıktığın zaman değil keşke kitapları elimizden düşürmesek. Cehennemden daha beter Korda da olsak umutlarımızı kesmeyeceğiz.


Gelecekteki Enfeksiyonlar

Bütün bunlara rağmen yakın gelecekte antibiyotik direncinin giderek artıp, bizlerin elini kolunu bağlayacağını da aklımızdan çıkarmayız. Penisilin 1943’te dağıtılmaya başlanmış olup, buna paralel olarak Penisilin Direncinin 1945’te oluştuğunu biliyoruz. Vancomisin adlı antibiyotik 1972’de tedavide yerini almasına rağmen, Vancomisin Direnci ise 1988’de tanımlanmıştır. Vancomisinin ardından devreye giren antibiyotik olan İmipenem ise 1985’te kullanıma girmiş olup, İmipeneme karşı Bakteriyel Direnç ise 1998’de yayınlanmıştır. En son antibiyotiklerden biri olan ve genellikle irin yapan bakterilerden biri olan Stafilokok Enfeksiyonlarına karşı elimizde bulunan çok kıymetli antibiyotiğimiz Daptomisin ise 2003’te çıkmış olup, buna karşı gelişen bakteriyel direnç de 2004’de yayınlanmıştır. Daha sayamadığımız diğer antibiyotikler için de bakteriyel direnç bizlerin uykusunu kaçırmaktadır. Küresel Kapitalizmin dünyayı kasıp kavuran açgözlülüğü ile çevreyi bozmaya devam etmesi ve gelişigüzel antibiyotik kullanımı ve diğer nedenler beraberinde bakteriyel direncin de artmasına yol açmıştır. Gelecekte basit bakteriyel enfeksiyonlara karşı kullanacağımız antibiyotiklerimizin olmamasından dolayı insanlarımızı kaybedeceğimizi söylersem sanırım abartmış olmam.


 Kadınlarımız 2023 Temmuz Ayında da Katledildiler

Kadınlarımızın temmuz ayında da öldürülmesi durmayıp devam etti. Giderek rutinleşti mi? Bir hekim olarak Hipokrat yeminimiz gereğince bu duruma seyirci kalmayıp yazmaya gücüm yettiğince devam edeceğim. Aziz Nesin’in dediği gibi “Du Bakali Ne Olacak” demeyeceğim. Daha önceki yazılarımda da değindiğim gibi Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu (KCDP) 2010 yılında, artan kadın cinayetlerine son vermek isteyen kadınlar tarafından kurulmuş, “Özgecan Aslan cinayeti” protestolarıyla adını duyuran bir platformdur. Keşke Kadın cinayetleri olmasa da bu platform başka sorunlarımıza yönelse. Bu platform her ay yaptığı gibi temmuz ayındaki verilerini kamuoyu ile paylaştı. Bu platformun verilerine göre Temmuz 2023’te 34 kadın öldüğü bildirilmiştir. Bu ölenler içinde 9 kadının şüpheli ölüm olarak kayda geçtiği özellikle vurgulanmıştır. 21 kadının ise daha öncekiler gibi katledildiği açıklanmıştır. Platform pandemi sonrasında şüpheli ölümlerde artış yaşandığının özellikle altını çizmiştir. Platformun açıkladığı son veriler doğrultusunda; geride bıraktığımız temmuz ayında 34 kadının 9’u şüpheli ölüm, 21 kadının da bir erkek tarafından öldürüldüğü BİLGİSİNE yer verilmiştir.


İşçi Ölümleri Alarm Veriyor!

İSİG tarafından yüzde 83’nün ulusal basından, yüzde 17’nin ise işçilerin mesai arkadaşları, aileleri, iş güvenliği uzmanları, işyeri hekimleri, sendikalar ve yerel basından derlediği bilgilere göre, Türkiye’de 2023 yılı içerisinde 1551 işçi hayatını kaybederken, bunların 182’si temmuz ayında gerçekleştiği vurgulanmış.


Akbelen Çevre Direnişi Ezilenlerin Umudu Oldu

Sanma ki sen geldiğin gibi gideceksin
Senden öncekiler de böyleydiler...
(Cevat Şakir Kabaağaçlı)
Bu ülkede nasıl sağlıkçıya, işçiye, Kadına şiddet ve katliamlar devam ediyor ve normal karşılanıyorsa, ağaçlara şiddet ve katliam da normal karşılanacak gibi gözüktüğünü tahmin etmekteyiz. Ama bu böyle olmadı. Neredeyse Akbelen Ağaç Katliamı bu ülke insanı için tepkinin ve onurlu yaşama isteğinin odak noktası oldu.


Gayri Dayanacak Özümüz Kalmadı

“Bak ben ne diyorum: Senden başka hiç kimse senin kurtarıcın olamaz!” Wilhelm Reich
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) 2022 yılının göç raporunu açıkladı. Son bir yıl içerisinde Türkiye’den yurt dışına gidenlerin oranının yüzde 62,3 yükseldiğini görüyoruz. En fazla göç veren il İstanbul olurken, en fazla ülkemize göçün Rusya’dan olduğunu vurgulayalım. Afganistan ve Irak’ın da listede daha sonra yer aldığını anlıyoruz.
TÜİK’in yayınladığı verilere göre son bir yıl içerisinde Türkiye’den yurt dışına gidenlerin sayısı 466 bin 914 olurken, geçen yılla karşılaştırıldığında bir yılda yüzde 62,3 oranında artış yaşandığı anlaşılıyor.


Bir Hekim Gözüyle Ana Muhalefet Partimiz-2

2)Milletvekili süreleri 2 dönem ile sınırlandırılsın.            
3)Üyeliklere yeni bir düzen getirilerek, üyelik kurumu nesnel ölçütlere bağlansın.  
4)İl ve ilçe kurultayları 3 yılda bir yapılsın.
5)Kadın ve Gençlik Kolları kaldırılsın. 
6)Kadınlara ve gençlere yönetimde ağırlıklı yer verilsin.
7) İl ve İlçe başkanlıkları 2 dönem ile sınırlandırılsın.
8)Yüz kızartıcı suç işleyen tüm üyelerin derhal partiyle ilişkileri kesilsin.
9)Parti Okulları kurumlaşsın.
10) Örgütler partinin yükünü çekmelerine rağmen,
belediye başkanları ve milletvekilleri örgütün önüne geçtiğini belirtelim. Bu duruma derhal son verilsin. 
11)Parti kendi çizgisine dönmelidir. Altı okun ilkeleri çağdaş ve bilimsel veriler doğrultusunda, durağan şekilden çıkarılıp, dünya gerçekleri doğrultusunda hareket edilerek, özü bozulmadan, emek eksenli, laiklik çerçevesinde yeniden kitlelere mal edilmelidir.
Anamalcı yapılanması gelişmemiş, feodaliteyi tam tasfiye edememiş bizim gibi Emperyalizmin denetimdeki ülkelerde, “Sosyal Demokrat Partilerin Gelişmesi ve Etkin Olması” çok zordur. 1938’den beri istisnalar dışında İktidar yüzü görememiş, karşı devrimcilerin giderek güçlendiği bir süreçte; Sosyal Demokrat olduğunu iddia eden bir partinin değişiminin ve gelişmesinin kolay olmadığını son söz olarak belirteyim.
Çözüm tüm demokratik güçlerin ayrışmadan insan hakları, demokrasi ve laiklik çerçevesinde emek eksenli örgütlü mücadelesi ve iktidara gelmesidir. 
Sözümüzü Davut Sulari ve Turan Engin ustalarımızdan alınma Erzincan-Tercan ezgisi ile bitirelim.
Vardım kırklar kapısına, baktım cennet yapısına, tapmışam hak kapısına, Allah ey vallah ey vallah…
Sevgilerimle…
 


Bir Hekim Gözüyle Ana Muhalefet Partimiz-1

“Olgunlaştıkça kimseyle uğraşasın gelmiyor. Kendini yetiştirememiş insanlardan uzaklaşıyorsun. Seni hasta edecek insanlarla birlikte olmaktan vazgeçiyorsun.” Sigmund Freud
Daha önceki yazımda belirttiğim gibi, 1960’lı yıllarda dünyada “Sol Bir İklim ve Rüzgâr” vardı. Bu rüzgâr ve iklimin dünyadaki hemen hemen tüm “Sosyal Demokrat” partileri de etkilediğini söylemekte yarar var. “Özgürlük, Eşitlik ve Demokrasi İstemi” elbette ülkemizde de karşılık bulmuştu. Bu iklimden etkilenen CHP’nin daha sonra Sosyal Demokrat bir parti olma yoluna girmeye çalıştığını öncelikle belirtelim. Şurasını çok açık bir şekilde söylemek gerekir ki; Sol ne kadar gelişirse, sosyal demokrat siyaset de o oranda gelişecektir. Bunu hiçbir zaman akıldan çıkarmamak gerekir. Tıpkı “Sayın Bülent Ecevit’in” Ortanın Solu Hareketi’nde olduğu gibi. Ana muhalefet partimiz maalesef “Sol” olmayıp, “Neoliberal” bir anlayışın temsilcisi durumuna evrilmiş, kısaca sağcı partilerle aynı düzleme gelip, sermayeden yana olmaya devam etmek istemiştir. Toplumcu olmaya çalışan, emekten yana bir hekim olarak, elbette bu durum bir siyasi partinin kendi bileceği bir konudur diyebilirim. Soldan ve emekten yana bakan birisi olarak, yapacağımız fazla bir şey yok. Meramımı herhalde anlatmış oldum değil mi? Ülkemiz ve halkımız için üzüleceğimiz kesin gibi. Varsın CHP kronik muhalefet partimiz olmaya devam etsin demek bile, bizler ve gelecek nesiller için çok zordur. Tabi ki şu andaki kırıntısı bile olmayan, yarım yamalak demokrasi de rafa kaldırılmazsa. 
Bunun cezasını da maalesef emekçi kesim ve yoksul halk ağır bir biçimde çekecektir. Bu böyle biline!
Bizlerin önerdiği sol program; Eşitlik, kardeşlik, insan haklarını önceleyen, özgürlüğü esas alarak, tercihini yoksullar ile işçi sınıfı, köylü ve orta sınıflardan yana olan laik bir yapılanmayı içermelidir.
Türkiye’nin çok acil gereksinimi bizce budur. Bu durum geciktirilmemelidir. Bu olur mu derseniz çok zor ama imkansız değil derim.
Siyasette ittifaklar elbette olacaktır. Bu siyasetin doğasında vardır. Bunu hiçbir kimse inkâr edemez. Ana Muhalefet’in doğal ittifakı seçim öncesi yaptığı sağ partiler değil, diğer sol partilerdir. Şimdiye kadar Avrupa’daki diğer sol partilere özenip sağ partilerle Millet İttifakı’nı kurmasından umarım ders alınmıştır. Bu konuda cesur ve açık davranmalıdır.
Ana Muhalefet, köklerine dönmeli diyen anlayışı saygı ile karşılasak da bizce durağan ve katı bir anlayıştır. Değişime açık değildir.
Bu anlayıştakilerin bir bölümü ortanın solunda olduğunu iddia eden partiler gibi sağa savrulmuşlardır. 
Özellikle bugünlerde Ana Muhalefet içinde solda kalmamak isteyenlerin, partiye yeni bir düzen ve yön vermek istedikleri hepimizin bilgisi dâhilindedir.
Başarılı olabileceklerini sanmıyoruz. Sağa kayarak başarılı olabileceklerini düşünüyorlarsa yanılıyorlar. Avrupa sosyal demokrat partilerinde bu anlayış uygulandı ve başarısız olundu. Çoğu sınıfta kaldı.
Siyaset hayatımızda bu görevi gören partiler zaten yeterince var. Önemli olan evrensel ve ulusal değerleri birleştirecek bir sosyal demokrat parti konumudur. Bu da baştan belirttiğimiz gibi gerçek solun güçlenmesinden etkilenecek ve gelişebilecektir. Ayrıca şu noktaların altını çizmek gerekir ki; Kurtuluş ve Kuruluş Zihniyeti yüzyıl öncesinin dünyasına dönen ve evrensel solu reddeden bir anlayıştır. Hâlbuki parti günümüz toplumuna uygun olarak kendisini yapılandırmalı, “Durağan Ulusalcılık” kavramını aşıp, yurtseverlik ekseninde daha ileri çizgiye götürmelidir.
Ana muhalefet partimizin 1960’lı yıllarda utanıp çekinerek mahcubiyet içinde girdiği ortanın solu çizgisini, günümüze uyarlamalı ve evrensel sol değerleri mutlaka benimsemelidir. Sosyalist solu ve diğer sol partileri de doğal ittifak gören bir anlayışta olmalıdır. Bunlar olmayacaksa, kuru kuruya bir Kurtuluş ve Kuruluş felsefesinin oturacağı çizgi maalesef ulusalcı olmaya çalışan fakat onu da başaramayan diğer partilerin çizgisi olacaktır. 
Ekonominin dibe vurduğu en ağır koşullarda yaşadığımız bu günlerde; Çok üzülerek belirtmek isterim ki yoksul giderek yoksullaşmış, işsizlik giderek artmıştır. Orta sınıf yok olmuştur. Sosyalist sol ve diğer sol partiler maalesef toparlanamamış ve çekim gücü olamamıştır. Ana muhalefet partisinin yeniden yapılanmasında; emekten yana bakan toplumcu bir hekim gözüyle acilen yapılması gereken önerilerimi de aşağıda sıralıyorum. Umarım etkisi olur.


Haziran Ayında da Kadın Cinayetleri Bitmedi

“Gerçek anlamıyla bir demokrasi hiçbir zaman var olmadı ve var olmayacak.” Jean-Jacques Rousseau
Ben bir hekim, hem de “Koruyucu Hekimlik” ilkesini benimsemiş, Nusret Fişek Hocamızın bir öğrencisi olarak, ülkemizdeki KADIN CİNAYETLERİNİ yazarken abartmıyorum; Nefesim daralıyor, kalbim sıkışıyor. İnanın yazmaktan utanıyorum. Ama farkındalık oluşturmak gerekirse, yazmak zorundayım. Bu böyle biline!..
Konuya ilgi duyan arkadaşlarım bilirler; haziran ayında da 49 kadının ölümü basına yansıdı. Bunların 22’si kadın cinayeti, 27’si ise şüpheli ölüm olarak belirtilmiştir.
Öldürülen kadınlardan 6’sı kendi hayatına dair karar vermek istemesinden, 2’si ekonomik bahane, 13’ü ise nedeni tespit edilememiş olarak kayda geçmiştir. Bunlardan 1’i ise çocuğun velayetini almak istemesinden dolayı öldürülmüştür. Öldürülen 22 kadından 9’u evli olduğu erkek, 3’ü tanıdığı, 4’ü birlikte olduğu erkek, 1’i eskiden evli olduğu erkek, 2’si eskiden birlikte olduğu erkek, 1’i oğlu, 2’si akrabası tarafından öldürülmüştür.
Kadınların 12’si evinde, 4’ü sokakta, 3’ü iş yerinde, 1’i de otelde öldürülmüştür. Ölen kadınların yüzde 55’nin evlerinde öldürüldüğü vurgulanmıştır.
Kadınların 12’si ateşli silahla, 6’sı kesici aletle, 1’i darp edilerek, 2’si boğularak öldürülürken, 1’i de motosiklet çarpması sonucunda hayatını kaybetmiştir.
Bu verileri Kadın Cinayetlerini Durdurma Platformu sayesinde öğreniyoruz. Kendilerini ve verileri bize ileten sevgili Aziz Muhammet Ulubaş’a teşekkür ediyorum. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu, kısaca KCDP, 2010 yılında, artan kadın cinayetlerine son vermek isteyen kadınlar tarafından kurulmuş bir platform olup, “Özgecan Aslan cinayeti” protestolarıyla basında geniş yer aldığını unutmayalım. Keşke ülkemiz hiçbir kadının, daha doğrusu hiçbir insanın cinayetlere kurban gitmediği bir ülke olsa da KCDP’de bu alanın yerine Koruyucu Hekimlik ile ilgili bir platform oluştursa ve adı da “Koruyucu Hekimlik Platformu” olsa…
İçimiz kan ağlıyor dostlarım. Bilmeden bir yerlere gidiyoruz gündüz gece… 
Sözlerimi fazla uzatmadan ve sizleri fazla üzmeden Aşık Veysel’den bir dörtlükle bitireyim. Aklımıza gelmiyor değil, acaba Kadın Cinayetlerinin Sırrını Toprak mı gizliyor? Üzerine de merhem mi sürüyor? Ne dersiniz?
Bütün Kusurlarımı Toprak Gizliyor
Merhem Çalıp Yaralarım Düzlüyor
Kolun Açmış Yollarımı Gözlüyor
Benim Sadık Yarim Kara Topraktır


Çorlu Tren Katliamına Hekim Gözüyle Bakış

Ben bu ifadeyi, “liyakatsiz ve basiretsiz yöneticiler insanı yurdundan bile ederler” dersem meramımı daha iyi dile getirmiş olurum herhalde. Bırakın tek kişi yönetimini düzen muhalefet partileri de halkımızı sosyal, ruhsal ve biyolojik olarak iyi edeceklerine, hastalıklarını daha da arttırdılar. Halk maalesef şu anda kendini iyileştirecek hekim yani iyi siyasetçi arıyor. Yazık ki bulamıyor. Olanlardan sadece halkımızı suçlamayı doğru bulmuyorum. Aydınların ve düzen partilerinin hiç mi suçu yok? Gazeteleri ve medyayı izlerken en üzücü ifadelerden birisi de bu kaza denen aslında resmen göz göre göre olan Çorlu Tren Katliamında kızını kaybeden Zeliha Belgin’in çığlıkları olmuştu. “Mahkeme Heyetinin duruşmadan çekilmesi üzerine kızını Çorlu tren kazasında kaybeden Zeliha Bilgin, kararın ardından şöyle tepki göstermiş: “Onlar baş köşeye oturdular. Biz dayakla girdik içeri. Sanıklar gülüyor, çünkü devlet beni koruyor.” Hekim arkadaşlarım devamlı olarak alanınla ilgili yazı veya hikaye yazmak daha kolayken “Ne gerek böyle netameli konulara giriyorsun?” diye bana hep takılırlar. Bende Hipokrat yeminimizi anımsatır, “Hekimlik sadece hastayı muayene edip ya da ameliyat ederek reçete vermek değil, onların sorunlarına da ayna tutmak gerekir, her hekim aynı zamanda bir öncüdür” diye onlara yanıt veririm. Onlar da hadi öyle olsun deyip ses çıkarmazlar. 8 Temmuz 2018 tarihinde Edirne’nin Uzunköprü noktasından kalkarak, İstanbul Halkalı’da bulunan tren garına doğru hareket eden tren, Tekirdağ’ın Çorlu ilçesinde kaza yani bile bile KATLİAM yapmıştır. Bu katliamda 7’si çocuk 25 kişi yaşamını kaybederken, 328 kişinin de yaralandığını öğrendik. Bu olay tüm diğer dramlar gibi unutulmaya bırakıldı. Bu iktidarın daha doğrusu tek adam sisteminin “kaza, kader” söylemleriyle anımsayacağımız davaları arasında yer alan “çorlu tren katliamında”, davanın ilk gününden bu zamana kadar geçen süreçte, yaşananlar kaza ya da kader olduğu konusunda şüphe uyandırmanın ötesine geçmiş, konuya uzak bir kişi bile bunun bilinçli bir katliam olduğunu düşünmüştür. Kaza sonrasında İstanbul Üniversitesinden Prof.Dr. Bekir Binboğa, İstanbul Gelişim Üniversitesinden Prof.Dr. Mustafa Karaşahin, Tekirdağ Namık Kemal Üniversitesi’nden o dönem araştırma görevlisi olan Engin Bıçakçı, inşaat mühendisi Hakan Bozbulut ve serbest makine mühendisi Bedri Duman’ın “Çorlu Tren Katliamı Bilirkişi Raporunu” hazırlamıştır. Haydarpaşa Demiryolu Bakım Servis Müdürlüğü, Bakım Servis Müdür Vekili Mümin Karasu’nun kazadan 10 gün önce, 29 Haziran 2018’de yazdığı Turne Raporunda; Aşırı yağışların beklendiğini ve gerekli önlemlerin alınmasını istediğini öğreniyoruz. Bilirkişi raporunda da kazanın aşırı yağışların sonucunda gerçekleştiği paylaşılmış. Kazanın meydana gelme nedenleri arasında yağış, kontrolsüzlük, eski tip malzemeler ve yöntemler kullanılması zikredilmiş. Yıllık Genel Rapor’da; Balast Tutucu Duvar yapılması gerektiği belirtilmesine rağmen herhangi bir çalışmanın yapılmaması yer almıştır. Ayrıca makinistlerin verdikleri ifadede; 110 km hızla gittiklerini ve hız ihlalinin söz konusu olmadığını söylenmiş. Yolcu kapasitesinin 360 kişilik bir tren olduğu ve 342 biletin satıldığı, ancak 342’den fazla yolcunun olduğu da ayrıca öne sürülmüştür. TCDD İşletmesi Genel Müdürlüğü sorumluluk alanında olan 24 bin 261 adet demiryolu menfezinin, muayenelerinin zamanında yapıldığını bakanlığa ait olan Strateji Geliştirme Başkanlığı’nın resmi raporunda yer verilmiş olduğunun altını çizelim. Cumhuriyet Halk Partisi İstanbul Milletvekili Dr. Ali Şeker; Çorlu’da yaşanan kazaya dair TBMM’de verdiği soru önergesinde bilirkişi olarak atanan Prof.Dr. Bekir Binboğa ve Prof.Dr. Mustafa Karaşahin’in YHT hatlarının yapılması ve işletmeye alınması aşamasında TCDD genel müdürlüğüne verdiği danışmanlıklar için, İstanbul Üniversitesi ve Süleyman Demirel Üniversitesinin döner sermayeleri aracılığıyla 14 ayrı danışmanlık sözleşmesi için toplam 1 milyon 40 bin lira para aldığına yer vermiştir. Davanın başladığı zaman diliminde demiryolu bakım müdürü Turgut Kurt, yol bakım onarım şefi Özkan Polat, onarım memuru Celalettin Çabuk ile köprüler şefi Çetin Yıldırım asli kusurlu olarak hâkim karşısına çıkmalarına rağmen bugün devam eden davada bu isimlerin tutuklu olmadığını öğreniyoruz. 13 Aralık 2018’de Ankara’da meydana gelen ve 8 kişinin ölümüyle sonuçlanan yüksek hızlı tren kazasıyla, Çorlu’daki tren kazasında genel müdür olan İsa Apaydın görevden alındıktan sonra sahibi olduğu Deha Yapı’yla ortaklı veya tek başına ihalelere girerek 1.6 milyon lirayı bulan ihaleler elde ettiğini vurgulayalım. Bir hekim olarak yorum fazla yapmadan var olan katliamın bulgularını özetle size aktarmaya çalıştım. Umarım farkındalık oluşturabiliriz? Gurbet ele yâr yollasak da bilinen nedenlerle kara tren maalesef gelememiştir. Bu konuda desteklerinden dolayı sevgili Aziz Muhammet Ulubaş’a buradan teşekkür ederim. Sözlerimi Mustafa Özgül hocamızdan alınan, bölgem Malatya’dan güzel bir türkü ile bitireyim. 
Kara tren gelmez m’ ola, düdüğünü çalmaz m’ ola. Gurbet ele yar yolladım, mektubunu salmaz m’ ola 
Sevgilerimle…
 


Aydınlanmaya Karşı Direniş mi Var?

“Bunlar, ortaya Atatürk gibi güçlü adamlar çıkınca sinsi sinsi yatıp uyur görünse de buldukları ilk fırsatta başlarını deliklerinden çıkarırlar. Anlattım: Halkevleri’ni, Halkodaları’nı öyle kolayca kapatıverdiler! Hele Köy Enstitüleri’ni... Rahmetli İsmail Hakkı Tonguç’u düşünüyorum. O büyük adama kan kusturdular.”
Türk Eğitim Derneği’nin sağgörü ve amaçları çerçevesinde 27 Kasım 2012 tarihinde kurulan TEDMEM, eğitim bütünlüğü için kanıta dayalı araştırma verisi, fikir, yayın ve tasarı üretip sonuçlarını kamuoyuna mal etmeyi amaçlayan bağımsız bir düşünce kuruluşu olarak biliyoruz. Sevgili Aziz Muhammet Ulubaş’a ve TEDMEM’e aldığım veriler için buradan teşekkür ediyorum.
TEDMEM 2022 yılı Eğitim Faaliyet Raporu’nu yayımlamıştır. TEDMEM yayınladığı bu raporunda eğitimin finans ayağında birbirinden çarpıcı noktaları gözler önüne sermiştir.
2022 yılında toplam eğitim bütçesi 274.384.74.000 TL olarak belirlenirken, bu oran GSYH’ye oranı yüzde 15,67 olmuştur. Toplam eğitim bütçesinin yüzde 68,9’unu oluşturan Milli Eğitim Bakanlığı 2022 yılı bütçesi 189.010.851.000 TL olmasıyla bakanlığın bütçesi yurt içi hasılanın yüzde 2,40’ına merkezi yönetim bütçesinin ise yüzde 10,79’u denk geldiğini görüyoruz.
Ekonomik sınıflandırmaya göre;
%81 personel ve SGK devlet primi giderleri,
%16 mal ve hizmetlerin alım giderleriyle sermaye giderleri,
%3 cari transferler,
%0,03 sermaye transferlerine ayrıldığı belirtilmiştir.
Bakanlığın yatırımlara 15.225.500.000 TL ayırdığını anlıyoruz. İşlevsel sınıflandırmaya göre harcamalar;
%55 temel eğitim,
%29 orta öğretim,
%8 yönetim ve destek programı,
%5 engellilerin toplumsal hayatta katılımı ve özel eğitimi,
% 2 hayat boyu öğrenme,
% 1 uluslararası eğitim iş birlikleri ve yurt dışı eğitim,
%0,04 ölçme, seçme ve yerleştirmeye ayrılmıştır.
29 Haziran 2022’deki ek bütçeyle birlikte MEB;
2.413.000.000 TL ücretsiz ders kitabı giderleri,
1.226.000.000 TL taşımalı eğitim hizmet alım giderleri,
1.000.000.000 TL eğitim yapılarında afet riskini azaltılması projesi,
3.445.120.000 TL ilköğretim ücretsiz ders kitabı ile diğer tüketime yönelik mal ve malzeme giderleri,
2.087.309.000 TL tüketime yönelik mal ve malzeme alım giderleri,
1.500.000.000 TL temel eğitimde 10 bin okul projesi için mamul mal alımları, menkul sermaye üretim giderleri, gayrimenkul büyük onarım giderleri,
1.650.000.000 TL okul inşaatları projeleri
2022-2023 eğitim öğretim yılında “okul bazlı bütçe” uygulaması kapsamında okulların ihtiyaçlarını giderebilmeleri için temel eğitim de dahil olmak üzere okullara doğrudan 7 milyar TL bütçe gönderilmiştir. 
Milli Eğitim Bakanı Mahmut Özer proje kapsamında 1 Ekim 2022 tarihindeki açıklamasında; Gönderilen bütçenin 1,4 Milyar TL’sinin kullanılmadığını; hatta, bazı okul yöneticilerinin 1 TL bile harcamadığını ve gönderilen bütçeden haberlerinin bile olmadığını belirtmiştir. Öğrenci başına eğitim harcamaları: OECD Ortalaması 12.000 dolar, Türkiye Ortalaması 5.743 dolardır. TÜİK’in İstatistiklerine göre; çocuk 2021 raporunda sunulan, resmî ve özel okullarda eğitimde yaşanan sorunların ne olduğuna ilişkin hanehalkının görüşleri, en fazla sorun olarak görülen konunun “eğitim masrafları” olduğunu göstermektedir (TÜİK, 2022b). TÜİK’in Eğitim Harcamaları İstatistikleri de 2021 yılında eğitim harcamalarının %72,5’inin devlet tarafından finanse edildiğini, hanehalkının yaptığı harcamaların payının ise %22 olduğunu göstermektedir. 2020 yılı ile kıyaslandığında devletin eğitime ayırdığı finansal kaynağın azaldığı, hanehalkının üstlendiği maliyetin ise arttığı görülmektedir. Türkiye, eğitim finansmanı bakımından hanehalkı harcamaları payının oldukça yüksek olduğu ülkeler arasında bulunmaktadır. Özellikle yükseköğretim öncesi kademelerde hanehalkının yaptığı eğitim harcamaları OECD ortalamasının iki katından fazla olmaktadır. Türkiye, %91 oranı ile OECD genelinde temel eğitim hizmetlerine en yüksek harcama yapan ülkelerden biri olmaktadır. Personel harcamaları dışarıda bırakıldığında MEB’in diğer harcamalar için kullanabileceği bütçe sadece yüzde 19 olarak belirtilmiştir.

SONUÇ VE YORUM: Eğitimin ne hale geldiğini ben bir hekim olarak yorumlamıyorum. Varın siz ayrıntılı yorumlayın. Eğitimde sağlık gibi hastanelik olmuş durumdadır. Bu ikiliyi bence iyi hekimlere emanet edin dersem derdimi anlatabilirim herhalde!.. Sözlerimi güzel bir Ali Rıza Binboğa ezgisi ile bitireyim. Öğretmen öğretebiliyor mu?
İlk öğretmenin kim senin
Kim öğretti alfabeyi
Bir hak için kırk yıl
Köle olunuyorsa
Yirmi dokuz kere kırk yıl
Kölesiyiz öğretmenin
Sevgilerimle…
 


Çocuk İşçiler

Sadece kadınlar değil çocuklar da iş cinayetleri ile ölüyorlar. Bakınız Utku Kızılok 2 Eylül 2017 tarihli yazısında neler yazmış?


Kızamık tekrar hortladı mı?

Kızamık deyince Ceyhun Atuf Kansu Ustamızı, değerli meslektaşımızı anmamak mümkün mü? Bakın “Kızamık Ağıdı” şiirinde neler söylemiş? 


15-16 Haziran Şanlı İşçi Direnişini Unutmayalım…

Fakat onların önüne “Namuslu ve dürüst bir hükümet” isteği ile çıkar. Yığınların hükümetlerine karşı derin düş kırıklığını kullanarak yolsuzlukları riyakârca suçlar. Georgi Dimitrov


Kadın Cinayetleri Mayıs 2023 Ayında da Bitmek Bilmedi…

İnsanları yaşatmayı amaçlayan bir meslek grubu yani bir hekim olarak, Kadın cinayetlerini yazmak ne kadar zor, dramatik ve sıkıntılı olsa da toplumda farkındalık oluşturmak gerekir. Kadın, işçi ve yoksul halka yapılan şiddet ve cinayetleri önlemek, koruyucu hekimlik için mücadele eden Hipokrat yeminine sadık bir sağlıkçı olarak, naçizane görev olarak görüyorum. Tüm hekim arkadaşların da bu önemli sorunla hemhal olmalarını dilerim. Gazeteci yoldaşımız Aziz Muhammet Ulubaş’a ve 2010 yılında yaşama giren Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’na teşekkür ederim. Yolunuz ve yolumuz açık olsun. Geçen mayıs ayında 40 kadın cinayeti işlenirken, 22 kadın şüpheli bir şekilde ölü bulundu. Öldürülen 40 kadından 7’si boşanmak istemek, barışmayı, evlenmeyi ve ilişkiyi reddetmek gibi kendi yaşamına dair karar almak istemesinden, 1’i ekonomik etkenlerden, 2’si boşanmaya neden olduğu bahanesiyle, 1’er kadın da tokat atması ve gürültü yapıyor diye öldürülmüştür. 28’inin ise hangi bahaneyle öldürüldüğü tespit edilememiştir. 28 kadının hangi nedenle öldürüldüğünün tespit edilememesi, kadına yönelik şiddetin ve kadın cinayetlerinin görünmez kılınmasının bir sonucudur. Konu anlaşılsın diye sorulu yanıtlı anlatmaya çalışacağım.


Göçmenler ve Enfeksiyonlar

Bu tehdit giderek sağlık sistemimizi alt üst etmeye başlamıştır. Konuyu sorulu yanıtlı anlatmaya çalışacağım. Sorun anlaşılsın diye kesin ifadeler kullanacağım. Affola!..


Su ve Su ile Bulaşan Enfeksiyonlar

En güzel deniz: Henüz gidilmemiş olandır.


SADECE SANDIĞA GİTMEK YETERLİ Mİ?

Bilindiği gibi 28 Mayıs 2023 tarihinde Cumhurbaşkanlığı İkinci Tur Seçimlerinde Recep Tayyip Erdoğan ve Kemal Kılıçdaroğlu yarışıp, yarışın sonunda Kılıçdaroğlu’nun İstanbul, Ankara ve İzmir’de birinci çıkmayı başardığını görüyoruz.


Kızamık Hastalığı

• Paramyxoviridae ailesinden, zarflı, tek parçalı RNA’ya sahip bir virus olan kızamık (rubeola) virusunun neden olduğu döküntülü bir hastalıktır.
• Virüs çok bulaşıcıdır (damlacık ve damlacık çekirdeği, direkt temas gerekmez).
• Aşılanmamış topluluklarda 2-3 yılda bir salgın yapar.

Klinik seyri nasıldır?
• Klasik kızamık • Modifiye (hafif seyirli) kızamık • Atipik kızamık • Ağır seyirli kızamık
• Komplikasyonlu kızamık 

Kızamık virüsü nasıl hastalık yapar?
• Virus konjonktiva veya solunum mukozasından vücuda girer
• Giriş yerinde çoğalır ve bölgesel lenfbezlerine bulaşır.
• Kan dolaşımı ile RES organ ve dokularına gider
• Burada çoğaldıktan sonra ikinci kez kana karışır.Bu evrede prodrom(Kuluçka dönemi) belirtileri başlar.
• 8-10 gün sürer.

Kızamık bulguları nelerdir?
• Ateş(40oC’yibulabilir), halsizlik, iştahsızlık, 
• Gözde yanma, batma, sulanma(konjonktivit) 
•Burun akıntısı(rinit)
• Kuru öksürük (trakeit)
• 2-3 gün sürer (8güneuzayabilir)
• Koplik lekeleri görülebilir

Kızamıkta tipik bulgu olan koplik lekeleri hakkında bilgi verebilir misiniz?
Yanak mukozasında, molar diş hizasında, eritemli mukoza üzerinde 1-3 mm’lik beyaz- mavimsi-gri kabarıklıklardır (tuz zerreleri!).
• 12-72 saat sonra kaybolur
• Döküntüden 48 saat önce ortaya çıkar
• Patognomonik ancak her hastada görülmez

BULAŞICILIK:
Döküntüden 4 gün önce 4 gün sonra en yüksek R0 katsayısı: 12-18 Atak hızı: %75
Tek rezervuarının insan oluşu, etkili ve güvenli aşısının bulunması nedeniyle kızamık eradike edilebilir bir hastalıktır.
Kızamık virüsünün dolaşımının durdurulabilmesi için toplumun %92-95'inin kızamık içeren bir aşı ile aşılanması gerekir. Ancak aşısızlar bölgesel birikim göstermemelidir. Hollanda’da yaşanan bir salgında aşılanmamış bireylerin aşılılara kıyasla 224 kat daha fazla olasılıkla kızamık oldukları bildirilmiş. ABD’de 1967’de kullanıma giren canlı aşı, 1985’e gelindiğinde; 52 milyon olgu, 5200 ölüm ve 17400 mental retardasyon vakasını önlemiştir.
Kızamık aşısı uygulandığında, antikorlar ilk olarak 12-15 günde görünmeye başlar ve 21-28 günlerde en yüksek değere ulaşır. Ig M tipi antikorlar geçici olarak kanda, Ig A tipi antikorlar mukozal salgılarda bulunur. Ig G tipi antikorlar ise kanda sürekli olarak yıllarca varlığını sürdürür.

Aşı yan etkileri:
Ateş: aşıdan 1-2 hafta sonra, %5-15 olguda
Döküntü: %5 olguda
Lenfadenopati: Çocuklarda %5 erişkinde %20 olguda
Trombositopeni: 25bin-40bin dozda bir, aşıdan sonraki 2 ay içinde (2-3 hf), geçici
Anafilaksi: 1milyon dozda bir
Febril konvülziyon: 3000 dozda bir (1. derece yakınlarında öykü varsa daha yüksek)

Aşı yan etkileri
1. Gebelik (30 gün gebe kalmamalı)
2. İmmünsupresyon (14 günden uzun süre 2mg/kg veya >20mg/gün veya >20 mg günaşırı prednizolon alanlara tedavi bitiminden 30 gün sonrasına kadar yapılmamalı
3. Jelatin veya neomisin alerjisi

Aşıda dikkat!
1. Kan ürünü veya IVIg alanlar: IVIg sonrası 3-11 ay, eritrosit suspansiyonu sonrası 6 ay, plazma/trombosit suspansiyonu sonrası 7 ay bekle
2. Orta ve ağır bir başka infeksiyon geçiriliyorsa iyileşene kadar bekle
3. Trombositopenisi olan kişilerde MMR trombositopeniyi artırır. İki aşı arasında en az 6 hafta olmalı
4. PPD testi negatifleşebilir: PPD aşıdan önce veya aynı anda veya 4-6 hafta sonra yapılmalı
 


224 Sayılı Sağlığın Sosyalizasyon Yasası

 Nusret Fişek Hocam gelir. İLKSES Tv programlarında “Sağlık HAKTIR “izlencesini sunarken bu yasadan devamlı bahsetmekteyim. Bana çok sorulan bu yasayı yalın bir şekilde kısaca anlatmaya çalışayım. Umarım yararlı oluruz.


Var Olma, Yok Olma Kararını mı Veriyoruz?

“Var olmak mı, yok olmak mı, bütün sorun bu!
Düşüncemizin katlanması mı güzel,
Zalım kaderin yumruklarına, oklarına,
Yoksa diretip bela denizlerine karşı,
Dur, yeter! demesi mi?”
William Shakespeare (Hamlet)
***
Sayın Kemal Kılıçdaroğlu ve Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın ikinci tura kalmasının ardından, maç kaldığı yerden tüm eşitsiz, tek taraflı koşullara rağmen yeniden başlıyor. Her iki aday da yeniden yarışacaklar. Bunun adı aslında adı konulmamış bir referandumdur. Halk mutlaka bir karara varmalıdır. AK Parti’nin ve Erdoğan’ın yirmi yıldan fazla sürdürdüğü mutlak iktidarına ya tamam diyecektir. Böylece bugün sosyal, siyasal ve ekonomik anlamda yaşadığı sıkıntılara ve sorunlara çözümü çözümsüzlükte, hatta çözümsüzlüğün çözümünde arayan bir yönetime olur verecektir. Ya da ekonomik anlamda belirgin olmak üzere dünyanın ve Türkiye’nin alanlarında yetkin uzman kişilerin olduğu demokratik bir yönetimi mi tercih edecektir.
***
İktidar kanadının özellikle son beş yıl içerisinde bilinçli ve amaçlı gerçekleştirdiği yanlışlar sonunda, Türkiye’nin her alanda, özellikle piyasalarda gerilemesi ilerleyen zamanlarda yaşanacak sorun ve sıkıntıların şimdiden habercisi niteliğindedir. Sadece ekonomik anlamda değil, sosyal ve siyasal anlamda olası bir yönetim değişmezliği çok zor dönemlerin habercisi gibi durmaktadır. Kimi siyasi partilerin kadın, eğitim ve çocuk politikaları üzerindeki tutum ve davranışları birbirinden farklı ve içerisinden çıkılmaz bir tabloyla bizleri karşı karşıya bırakabilir dersek abartmış olmayacağız.
***
Sıcak siyaset içerisinde sertleşen dilin, montaj videolarına da sıçradığını görebiliyoruz. Özellikle Kemal Bey’in seçim kampanyasında yürüttüğü “Haydi Türkiye” propagandasında montaj videoları savunacak duruma düşülmesi dahi, siyasetin ne kadar kirletilmiş dilini gözler önüne sermektedir. Sinan Oğan’ın Cumhur İttifakı’nı desteklemesi konusuna bakılacak olursa, kiminin şaşırdığını, kiminin beklenen bir durum dediğini işitiyoruz. 
***
Oğan’ın bugün almış olduğu oy oranı kendi oyu olmayıp, bizatihi iktidara oy vermeyen MHP seçmeni olduğunu görebiliriz. Oğan bu oy oranını destekleyeceği adaya taşıyabileceğini sanıyorsa şimdiden yanıldığını söyleyebiliriz. Bu seçmen grubu ya sandığa gitmeyecek ya da giderse de Kılıçdaroğlu’ndan yana tercihini kullanacaktır. Özellikle Kemal Kılıçdaroğlu’nun ikinci turdaki seçim kampanyasında ulusalcı tanımları kullanmasının etkisi bence yadsınamaz. Sonuç olarak var olma yok olma çelişkisinde halkımızın içgüdüsünün yani var olmanın galip geleceğini bekliyoruz. Umarım yanılmayız!..
***
Hadi arkadaşlar ülkemize kara duman kaplamasın. 
Kara haber gelmesin!..
Sözlerimi Ali Ekber Çiçek Ustamızın güzel bir Erzincan türküsü ile bitireyim. 
Şu yüce dağları duman kaplamış,
Yine mi gurbetten kara haber var,
Seher vakti burda kimler ağlamış,
Çimenler üstünde gözyaşları var…
Sevgilerimle…
 


Depremzedelerde Sel Sonrası 

İLKSES TV’de “Sağlık Haktır” izlencemde devamlı Koruyucu Hekimlik ilkelerinden bahsediyor, duayen Hocamız Nusret Fişek Hocamızın bizlere öğrettiklerini elimden geldiğince aktarmaya çalışıyorum. Hocam; “Sağlıkta yerel değerler çok önemli olup, hastanın kültürü, yaşadığı çevre, işi, kurduğu ilişkileri gözetmeden karar vermek bizleri her zaman yanılgıya götürür” derdi. Ne kadar doğru bir tümce değil mi? Işıklar yoldaşı olsun Hocamızın. Bunu içinde yaşadığımız teokratik baskıcı düzende çok iyi kavradık değerli hocam. Deprem ve sonrası gelişen sel salgınında bu kavramı daha da anlamlaştı. Ülkemizde çarpık yapılaşma ve çevresel tahribatlar İle ilintili sel felaketlerinden sonra gelişebilen, sinsi seyreden, çoğu kez grip benzeri enfeksiyonlarla karıştırılan, öldürücü olabilen bir hastalıktan, bir zoonozdan, yani hayvanlardan insana geçebilen bir hastalıktan bahsetmeyip, insanlarımızı uyarmazsak bir hekim olarak görevimizi yapmamış oluruz. Deprem bölgelerinde ve özelikle yağmurların sele dönüştüğü bu günlerde riski artan, genellikle ilkbaharda ve yaz başlangıcında daha da çoğalan LEPTOSPİROZİS ve bunun öldürücü şekli olan WEİL hastalığı her mevsimde gözlenebilen bir enfeksiyon hastalığıdır. Konumuz anlaşılsın diye yine kesin ifadeler kullanıp, sorulu yanıtlı hastalığı kısaca anlatmaya çalışacağım. Bu hastalık konusunda, az da olsa bilinçlenme ve olumlu yönde farkındalık oluşturursak, yetkili ve ilgilileri (onlar nerede ki diyeceksiniz?) uyandırabilirsek, görevimizi yapmış olacağız. Leptospirozis hastalığı nedir? Leptospiro denen burgu şeklindeki bir bakteri tarafından oluşturulan, genellikle hayvanlardan insana geçen bir enfeksiyon hastalığıdır. Bu hastalığın en sık etkeni nedir? Leptospira İnterrogensdir. Sıklığı ne kadardır? Tüm dünya genelinde görülen bir bakteriyel enfeksiyondur. Nedeni bilinmeyen menenjit yani beyin zarı enfeksiyonu ve beyin iltihabı diye bilinen ensefalitlerin nerdeyse onda biri kadar bu bakteri ile oluşur. Leptospirozis’e erkeklerde daha sık rastlanır. Leptospirozis hastalığı nasıl oluşuyor? Vahşi ve evcil hayvanlar, fare, sıçan, kene leptospirozis için kaynak oluştururlar. Buradan hareketle travmatize yani sarsıntıya bağlı koruyucu engeli zedelenmiş deri ve sümüksü doku dediğimiz mukozalara, yukarıdaki saydığımız hayvanların idrarlarının teması ile bakterinin organizmaya girişi kolaylaşır. Ayrıca leptospira bakterisi ile haşır neşir olan kirlenmiş toprak, durgun sular ve bitkiler hastalık için önemli etmenlerdir. Riskli gruplar nelerdir? Kampçılar, çiftçiler, madenciler, mezbaha çalışanları, veterinerler, askeri birlikler, izciler, yıkama işi ile uğraşanlar, itfaiyeciler, depremzedeler. Kuluçka süresi ne kadardır? Genellikle 7-14 gündür. 2 gün ile 4 hafta arasında olabilir. Bulguları nelerdir? Ateş, titreme, üşüme, baş ağrısı, ileri derecede kas ağrısı, gözde kızarıklık, ense sertliği (her olguda olmaz), nadir de olsa ciltte kanamalı döküntü, ileri forumlarda sarılık, kanlı işeme, öksürük, nefes darlığı, kanlı balgam, bulantı, kusma, karın ağrısı, depresyon. Tanıya nasıl varırız? İyi bir öykü, fizik muayene ve yukarıdaki bulguları göz önüne alarak tanıya yaklaşımda bulunmak olasıdır. Mikrobiyolojik testlerin başında serolojik testler ile hasta idrarında karanlık saha mikroskobu ile bakteri aranması önemlidir. Doku biyopsisinden yararlanılarak tanıya varılabilir. Leptospirozisin ölümcül ağır formu nedir? Weil hastalığı veya sendromudur. Karaciğer ve böbrek tutulumu ile karakterize olup, ölüm oranı yüzde 20 ye kadar çıkabilir. Sel felaketine uğrayan depremzedelerin leptospirozis ve weil hastalığından korunması için neler yapmaları gerekir? Hastalık sinsi seyreden, genellikle sel ve su baskınlarında aklımıza gelen, fareli yaşamın riskli hastalıklarından biridir. Zamanında tedavi edilmediği takdirde ölümcül olan ve en ağır şekli WEİL hastalığından korunma yöntemi olarak kemirgenlerin kontrol altına alınması, koruyucu bot, çizme, eldiven ve giysiler giymek, hastalığı küçümsememek, riskli grupları bu hastalığa karşı eğitmek önemlidir. Tedavisi uygun doz, aralık, sürede antibiyotik ve destekleme tedavisidir.
Sözümüzü Ahmet Arif’ten alınma güzel bir dörtlükle bitirelim. Işıklar yoldaşı olsun.
Seni, anlatabilmek seni.
İyi çocuklara, kahramanlara.
Seni anlatabilmek seni,
Namussuza, halden bilmeze,
Kahpe yalana.
Sevgilerimle…
 


Kadın Hekimler ve 8 Mart Dünya Kadınlar Günü

Yunus Emre’nin çok güzel bir sözünde; “Mazlumun ahı indirir şâhı” geçer. Bir gün tüm ezilenler gibi, Kadınların Ahı’da Mutlaka diktatörleri yerinden edecektir. Buna ben yürekten inanıyorum. Bu er geç olacaktır. Hiç şüpheniz olmasın! Hele depremde enkaz altında inleyip, acı çeken; çocuklarını, eşlerini, annelerini ve babalarını tedbirsizlik ve ihmalden acı bir şekilde kaybeden kadınların ahı yeri göğü inletmiş ve inletecektir. Bilindiği gibi “Dünya Kadınlar Günü”; Birleşmiş Milletler tarafından her yıl 8 Mart’ta kutlanan uluslararası bir gündür. İnsan hakları kapsamında kadınların siyasi ve toplumsal bilincinin geliştirilmesine, ekonomik, siyasi ve toplumsal başarılarının kutlanması ve anılması amaçlanmaktadır. Dünya Kadınlar Günü, daha doğrusu Dünya Emekçi Kadınlar Günü; kadınların evrensel hakları çerçevesinde çok önemli bir kavramdır. KADIN HEKİMLER KONUSUNU işlerken 3 yıl önce İzmir’de düzenlen konuyla ilgili toplantıda alınan kararları önemsiyor ve unutulmasın diye tekrar gündeme getirmeyi yararlı görüyorum. Türk Tabipleri Birliği (TTB) Kadın Hekimlik ve Kadın Sağlığı Kolu tarafından düzenlenen; tabip odaları, uzmanlık dernekleri, kadın örgütleri ve sivil toplum kuruluşları iş birliğinde gerçekleştirilen VI. Kadın Hekimlik ve Kadın Sağlığı Kongresi, 21-23 Şubat 2020 tarihlerinde İzmir’de yapılmıştı. 2008 yılından beri sağlık bilimleri ve sosyal bilimler alanlarında çalışan kadın uzmanlar, kadın akademisyenler, öğrenciler ve kadın mücadelesi yürüten aktivistlerin desteği ve ortak çabasıyla gerçekleştirilen kongrelerin altıncısında “Kadın Emeği ve Sağlık” teması ele alınmıştı. İzmir Tabip Odası ev sahipliğinde ve yaklaşık 200 katılımcının emek yoğun katkısıyla yapılan kongre programında iki konferans, yedi panel, bir film gösterimi ve “kadın emeğinin örgütlenmesi: OLANAKLAR–SINIRLILIKLAR” konulu bir forum yer almıştı. İki poster ve beş sözlü bildiri sunulmuştu. Cinsiyete dayalı iş bölümü hekimlik pratiğinde devam ettiği özellikle vurgulanmıştı. Kongrede, TTB Kadın Hekimlik ve Kadın Sağlığı Kolu tarafından yapılan ve Türkiye’nin farklı bölgelerinden yüzde 78’i TTB üyesi olan 1005 kadın hekimin katıldığı çalışmanın sonuçları paylaşılmıştı. Sadece 10 kadın hekimden birinin maaşını yeterli bulduğu, eşi hekim olanların yüzde 42,4’ünün gelirinin eşinden az olduğunu ortaya koyan araştırmada, kadın hekimlerin yüzde 78’ini çocuk bakımı, ev işleri vb. görevleri nedeniyle mesleki eğitim ve toplantılara katılamadığı bildirilmişti. Her üç evli kadın hekimden birinin evlilik sonrası, yüzde 40 kadın hekimin de çocuk sonrası kariyer planlarında olumsuz anlamda değişiklik yapmak zorunda kaldığı saptandığı belirtilmişti. Kadın hekimlerin yüzde 78’i akademik ya da idari ilerleme konusunda daha büyük zorluklar yaşadığını, beşte biri iş yerinde cinsiyet ayrımcılığına maruz kaldığını bildirmiştir.


İmar affı mı? İmar barışı mı?  Yoksulu kandırmak mı?

“İnsan diğer varlıkların acımasız yok edicisi olduğu sürece sağlık ya da barış nedir bilmeyecektir. İnsanlar hayvanları katlettiği sürece birbirlerini öldürecekler. Cinayet ve acı tohumları eken sevinç ve sevgi biçemez. ~ Pisagor”