Sayfa Yükleniyor...
Daha önceki yazılarımda besin zehirlenmelerinden bahsetmiş olup burada daha ağırlıklı gıda güvenliği üzerinde duracağım. Ortalama okuyucu seviyesini göz önüne alarak kesin ifadeler kullanacağımdan affola! Hastalık yapan mikroorganizmalar besinlere nasıl bulaşır? Besinin bulunduğu esas yerinde yani kaynağında, besinlerin hazırlanıp işlem gördüğü mutfaklarda, besinlerin çeşitli işlemleri aşamasında, işlenmiş besinlerin taşınması ve servis işlemleri sırasında bulaşır. Enfeksiyon oluşturan mikroorganizmaların gıdalara bulaşını önlemeye yönelik bilimsel amaçlı bir güvenlik sistemi var mı? Varsa adı ve amacı nedir?
Bunlar, engerekler ve çıyanlardır. Bunlar, aşımıza, ekmeğimize göz koyanlardır. Tanı bunları, tanı da büyü. Ahmed Arif
KORONA PANDEMİSİ BİTMİŞ İSE DÜNYA BANKASI TÜRKİYE’NİN “ACİL COVİD-19 PANDEMİ MÜCADELESİ” İÇİN NİÇİN TEKRAR YARDIM KARARI ALDI?
HATUN Hunlar’dan itibaren İslâm öncesi Türk devletlerinde hükümdar zevcesinin resmi unvanı olarak kullanılmıştır. Eski Türk devletlerinde hatunlar devlet işlerinde söz sahibi olup, protokolde yerleri vardı. Bunun örneklerini Göktürkler’de ve Uygurlar’da görmek mümkündür. Müstakbel hakanların anneleri olmaları sebebiyle ilk hatunun Türk aslından gelmesine dikkat edilirdi.
Ve kadınlar bizim kadınlarımız, korkunç ve mübarek elleri ince, küçük çeneleri, kocaman gözleriyle
Korunma tüm damlacık yoluyla geçen enfeksiyonlar gibidir. Kovid-19 gibi bunda da maske, mesafe, temizlik önemlidir. Aşısı vardır. Değişik isimleri olsa da, bizim daha iyi bildiğimiz IMVANEX (MVA-BN) adı ile tanınan adıdır. Bu aşı bu hastalığa karşı aktif bağışıklama için Avrupa Komisyonu tarafından onaylanmıştır, ABD Gıda ve İlaç Dairesi (FDA) ve Kanada Sağlık (Health Canada) tarafından da bu bölgelerde maymun çiçeği için onaylanan tek aşıdır. Bavarian Nordic, daha önce 2018’de ve 2019’da, Nijerya’dan birbiriyle ilişkisiz insan olgularının gelmesi ve bir sağlık çalışanının enfekte olmasıyla birlikte Birleşik Krallıkta görülen ilk insan maymun çiçeği olgularında IMVANEX aşısını PHE’ye teslim ettiğini biliyoruz.
“Tıp sanatı nerede sevilirse, orada insanlık sevgisi de vardır.”
TÜSİAD çözüm önerilerine de raporda yer vermiştir. TÜSİAD’ın raporunda ürün niteliğine göre üreticinin katma değerden alacağı payı önceliklendirme, endemik ürünlerin teşviki, tarımsal iş gücünün destekleme ve nitelikli tarım işgücü, tarım teknolojisi ve kurumsal yapının güçlendirilmesi şeklinde çözüm önerileri listelenmiştir,
Toprağa saygısız bir şekilde sağlıklı ve sağlam bir topluma sahip olmak imkânsızdır. Peter Maurin
“Hastalık yoktur. Hasta vardır”
Kendin ol! Diğerleri çoktan kapıldı. (Oscar Wilde)
Pandemi öncesi dünyada iki eğilim çatışma halindeydi. Pandemi sonrası bu çatışma daha da hızlandı.
OCAK AYINDA ÖLEN KADINLARIN YÜZDE 50’SİNİN ÖLÜM NEDENİ BİLİNMİYOR
Dünyayı anlamak yetmez, onu değiştirmek gerekir. Karl Marx
İnsanlık tarihi, şimdiye kadar hep bir şeylere mahkûm insanların tarihiydi. Erich Fromm
“Fikirlerin maddi kökeni, onların gücünü meydan getirir.” (Karl Marks)
Yeryüzündeki şartların düzelmesi, sadece bilimsel buluşlardan çok ahlaklı bir yaşama düzeninin gerçekleşmesine bağlıdır. Albert Einstein
22 Mart günü Dünya Su Günü idi. Konuyla ilgili sayısal verilerin bizi hayli ürkütmekte olduğunu, su savaşlarının olma olasılığının yüksek olduğunu iki gün önce yazımızda belirttik. Takvimlerimizde 24 Mart’ın “ Dünya Tüberküloz Günü “olduğu vurgulanmış. Alman bilim insanı Robert Koch’un “24 Mart” 1882’de Tüberküloz Basilini buluşu ve Nobel ödülü alışının önemli kilometre taşlarından birisinin olduğunu anımsayalım. Tüberküloz veya halk tarafından bilinen ismiyle verem konusu da Ayrı bir dert. Neresinden tutsak elimizde kalmaktadır. Yine de Hipokrat yeminimiz gereğince ne kadar halkta farkındalık yaratabilirsek o kadar yeminimize sadık kalmış oluruz diyerek lafı uzatmadan konuyu halkın anlayabileceği şekilde irdeleyelim. Yazıma başlamadan önce bu konuda yeni bir şeyler var mı? diye araştırma yaparken, maalesef bilgilerin ve özellikle tüberküloz sağaltımının pek fazla değişmediğini yine üzülerek söylemek zorundayım. Ama çoklu ilaca direnç sorunun ülkemizde ve dünyada önemli bir sorun olmaya devam ettiğini, giderek de arttığını vurgulayayım. Tıpta çoklu ilaca bağlı direnç dediğimiz ve “MDR TÜBERKÜLOZ” denen bu problemin, ne kadar ciddi olduğunu bir örnekle anlatırsam belki daha iyi anlaşılır. Giresun’da enfeksiyon hekimi olarak çalışırken; tedavisinin ol(a)madığını, taşıdığı verem mikrobunun ilaçlara karşı direnç geliştirdiğini, yapılan tedavisinin etkisiz olduğunu öğrenen bir hastanın, çok sevdiğimiz değerli bir meslektaşımızı, göğüs hastalıkları uzmanı kardeşimizi; mademki benim haftalığımın çözümü yokmuş, öyleyse sizde yok olun deyip, arkadaşımızı silahlı şiddet uygulayarak öldürdüğünü bizzat yaşadık. Konunun ne kadar önemli olduğunu bilmem anlatabildim mi? Tüberküloz bilebildiğimiz en eski enfeksiyon hastalıklarından birisidir. Bu hastalık son yüzyılda tedavi edilebilen bir hastalık olsa da, kullanılan anti tüberküloz ilaçlarına karşı gelişen, yukarıda da belirttiğim direnç durumu; ülkemizde ve dünyada en önemli sağlık sorunlarının başında gelmektedir. Geçmişte de önemli salgınlara neden olan tüberküloz veya halk dilindeki adıyla verem hastalığı, son zamanlarda HIV/AİDS ile beraberliği nedeni ile giderek yayılmaya başlamıştır. Tüberküloz Milattan önce 8000 (sekiz bin) yıllarında, insanların sığırları evcilleştirmesiyle başlamış olduğu sanılmaktadır. Milattan önce 3500 yıllarında Mısır ve Ürdün’deki insan kalıntılarında tüberküloza ait iskelet şekilleri saptanmıştır. Tüberküloz tedavisinde önerilerde bulunan ve uzun süre bu önerileri değişmeyen kişi Milattan sonra ikinci yüzyılda yaşayan Galen’dir.
Su doğadaki canlılar için yaşamsaldır. Dünya Sağlık Örgütünce(WHO) 1978 yılında Kazakistan’ın başkenti Alma Ata’da açıklanan ve Prof.Dr. Nusret Fişek hocamızın çok emeği olan “Temel Sağlık Hizmetleri Bildirgesi’nde “devletlerin toplumlarına sunacakları olmazsa olmaz sağlık hizmetlerinden birisi olarak kabul edilen “en az bakım” kavramı içerisinde yer alan “Temiz Su Sağlanması ve Sağlıklama” ilkesi, dünyadaki her insanın temiz ve güvenli suya ulaşımının bir insan hakkı olduğu vurgusunu da dile getirmiştir. Su, hem günümüz hem de gelecek kuşaklar adına her türlü kirleticilerden, tehlikelerden özellikle korunması gereken bir varlıktır. Su beslenmenin en önemli öğesidir. Vücudunuzun her işlevi su ile sağlanır. Vücuttaki suyun onda birini kaybetmek ciddi sorunlar oluşturur. Onda dokuzu su olan kan, besinleri hücrelere taşıyarak, buradaki atıkları alır. Normal bir insan için günde yaklaşık iki litre su yeterlidir. Vücuttaki suyun dengesinin yaşamsal önemi vardır. Günlük gereksinim şu andaki bilgilerimize göre 35 ML x vücut ağırlığı (kg) olarak saptayabiliriz. Örneğin 70 kg isek,70x35 ml.=2450 ml. Yani yaklaşık 2.5 litredir. Daha basiti idrar renginin kontrolüdür. İdrar renginin koyulaşması, su gereksiniminin karşılanmadığının göstergesidir.
ünyada ve Türkiye’de hekimlerin sınıfsal konumunu göz önünde bulundurursak, genel olarak yoksulların, ezilenlerin, sömürülen halk kesimlerinin yanında yer aldığını görürüz. Muktedirleri zaman zaman kızdırdığını, onların hışmına uğradığını, adeta istenmeyen kişi ilan edildiklerini son günlerde ülkemizde yakinen gördük. TTB’ye Sağlık Bakanlığının 2 yıldan uzun süredir randevu vermediğini, muhatap bile kabul etmediğini pandemi sürecinde yakinen izledik. Bu gidişle de vermeyecek gibi. Neden verilmiyor? Biz hekimler tüm dışlanan eğitimli insanlarımız gibi uzun ince bir yolda mıyız acaba? Yoksa birilerine göre gafil ve cahil miyiz? “Ben cahillerin ferasetine güvenirim” diyenler bize güvenebilirler mi? Niçin gitmemizi istiyorlar? Yerimize kimleri koyacaklar? Bizler uzun bir eğitim almakla hata mı yaptık? Cahil bir üfürükçü olsak daha mı iyi olurdu? Hasta hekim ilişkisinde hasta ve yakınlarının şiddet uygulamaları cahillik mi? Sorular sorular… Gel de tükenmişlik sendromuna girme!… Bilirsiniz “Aşık Veysel “ ustamızın ünlü bir türküsü var. Gelin birlikte söyleyelim. Belki bu uzun ince yoldan kurtuluruz? Uzun ince bir yoldayım, gidiyorum gündüz gece. Bilmiyorum ne haldeyim? Gidiyorum gündüz gece... Cehaletten ancak eğitimle kurtulabiliriz. Mesleki atalarımızın büyücüler, şifacılar ve din adamları olduklarını düşünürsek, Hekimlik “Tıp Bilimi” olmakla birlikte aynı zamanda sosyal bir bilimdir. Hekim hasta ilişkisini sosyal bilimle açıklamaya çalışarak, pozitif bir bilim olan tıp bilimini metafizik bir felsefe ya da idealist felsefe ile açıklamak, gerçeği olgularda aramamak anlamı taşır.
Hani türkü sevenler bilir. Artvin yöresine ait Zülfü Beyhan’a ait bir beste türkü vardır.
UYUZUN SAĞALTIMINI YANİ TEDAVİSİNİ NASIL YAPIYORUZ?
“Keçinin uyuzu, çeşmenin gözünden içer suyunu.”
Günümüz dünyasında ulusal ölçekte uygulanan işkolu sendikacılığı, birçok ülkenin aynı işkolunda faaliyet yürüten sendikalarının bir araya geldikleri, bölgesel veya evrensel işkolu federasyonları eliyle ortak mücadeleler verdiklerini gözlüyoruz. Görüldüğü gibi, sendikaların tarih sahnesine çıktıkları ilk yıllarda örgütlenme biçimi olarak benimsenen meslek sendikacılığı, ihtiyaca yanıt vermediği için terk edilmiş bir sendikacılık biçimidir. Zira bir bütün olan üretim alanı ile eklentilerinde çalışanların aynı amaç için emek sarf eden emekçilerdir. Bu bütünün içinde farklı meslek grupları birlikte çalışır. Bir mal veya hizmet; hepsinin emeğinin ortaklaşması ile ortaya çıkar. Sözgelimi bizim alanımız olan sağlık hizmetini ele alırsak; komplike bir sağlık tesisi (hastane) iki ana hizmet biriminden oluşur. Bunlardan ilki “poliklinik” dediğimiz birimlerdir. Poliklinik kendisini rahatsız hisseden bireyin veya sevkle gelen hastaların başvurduğu, rahatsızlığının tanısının konulduğu ilk birimdir. Buraya başvuran kişi, hastane kapısından içeri girdiğinde, ilk karşılaştığı çalışan, kayıt bölümünde kaydını yapan ve ilgili hekime yönlendiren kişidir. Hekim kişinin ön muayenesini yapar. Daha sağlıklı tanı için gerek gördüğünde hastayı çeşitli araştırmalar için ilgili birimlere yönlendirir. Hasta ilgili birimlerde istenen laboratuvar tetkikleri ve görüntülemeler için, bu birimlerde çalışan emekçilere başvurup, sonuçları çıktıktan sonra, tekrar ilk muayenesini yapan hekime gelir. Görüldüğü gibi sağlık sorunu yaşayan kişi, sorunun tanısı için sağlık kurumunun poliklinik biriminde farklı meslek grubuna dahil çalışanların birlikte verdikleri hizmeti almak suretiyle, rahatsızlığına tanı koydurmaktadır. Hekim hastanın rahatsızlığının derece ve önemine göre, ayakta ilaç tedavisini ön görürse, hasta hekimin uygun gördüğü ilaçları temin ederek, ayakta tedavi olabilir. Hekim bireyin hastalığının yatırılarak tedavi edilmesi, rehabilitasyonu veya ameliyatla giderilmesi gerektiğine karar verirse, sağlık kurumunun ikinci birimi devreye girer. Kişi yatış işlemlerini yaptırıp, hastanede yatmak suretiyle sağlık hizmeti alır. Bu hizmet de aynı şekilde, doktorundan hemşiresine, hastabakıcısından temizlik çalışanına, gerekli tahlilleri yapan laborantından, tıbbı görüntüleme teknisyenine, ameliyat gerekiyorsa, ameliyathane çalışanlarından oluşan farklı meslek gruplarını içeren insanların, emeklerini birleştirmek suretiyle ürettikleri bütünsel bir hizmettir. Yani dememiz o ki sağlık hizmeti, bir tek meslek grubunun emeği ile verilmesi mümkün olmayan tam bir ekip hizmetidir. Zaman zaman bu hizmetin tüm aşamaları aynı kurumun içinde verilemeyebilir. Bu durumda hasta ilgili tanı ve tedavi için, başka bir üst sağlık kurumuna yönlendirilebilir. Kuşkusuz bu sadece sağlık hizmeti için geçerli bir durum değil. Diğer birçok mal ve hizmetin üretimi ile sunumunda da aynı yöntem geçerlidir. Tüm bunlara bakıldığında; üretim yapılanması, farklı meslek grubuna mensup emekçilerin emeklerinin birleşmesine dayanan bir sistemde, bu meslek gruplarının ayrı ayrı örgütlenmeleri, emeklerinin karşılığı olan, insani yaşam ve çalışma olanaklarına ulaşmalarının önünde engeldir. Bir başka deyişle, bir bütün olan hizmetin parçalarının her birinin ayrı ayrı vereceği mücadele ile sonuç alması olası değildir. Unutmamalıyız ki vahşi kapitalizm, emekçilerin emeklerini sömürürken maalesef meslek ayrımı yapmaktadır. Çünkü üretilen mal veya hizmeti paraya çevirerek bütününden kâr elde etmektedir. Öte yandan meslek esaslı örgütlenme, sistemin, bazı meslek guruplarına sağlayacağı daha iyi ekonomik ve sosyal haklarla, bu meslek grubunun kendisini diğer meslek gruplarından üstün görmesine ve birlikte çalıştığı insanların verecekleri mücadelelere yabancılaşmasına, hatta yer yer bu mücadelelere karşı tutum almasına yol açacaktır. Kuşkusuz bu durum; Kapitalist biçiminin yeni versiyonu olan “Neo Liberalizm’de” herkesin üretimin eşit parçası haline getirildiği, eskinin beyaz yakalı ile mavi yakalı çalışan farkının yok olduğu bir süreçte, ortak mücadeleyi parçalamanın yeni biçimidir diyebiliriz. Halbuki küresel sermayenin, sadece emeği sömürmekle kalmadığı, yaptığı doğa tahribatı, yol açtığı çevre felaketi ve iklim değişikliği ile bütün bir canlı yaşamı tehdit ettiği günümüzde, sendikal hareketin, sendikaların üyelerine ekonomik ve sosyal çıkarlar sağlayan örgütlenmeler olmaktan çıkmaları ve toplumun tüm katmanlarını bu sorunlar etrafında örgütleyecek “Toplumsal Hareket Sendikacılığına” evirilmesi gerektiğinin tartışıldığı bir süreçte, sendikaların ortaya çıkışının temeli olan sınıf mücadelesini reddederek, örgütlenmeyi daraltmak ve meslek esaslı bir örgütlenmeye sevk etmek, olsa olsa bazı meslek gruplarının kendilerine layık gördükleri seçkinciliğe savrulmak olur derim.