ÖZGECANIM, Yüreğimiz Yanıyor !


  • Oluşturulma Tarihi : 21.02.2015 07:53
  • Güncelleme Tarihi :
ÖZGECANIM, Yüreğimiz Yanıyor !

Son günlerde yaşadığımız kadına yönelik şiddet, cinayet, öncelikle bir kadın olarak, sonra hekim olarak, tahmin edemeyeceğim derecede büyük bir hüzne boğdu beni. Üzülmekten başka ne gelir elimizden… Başka Özgecanlar olmasın diye çareler düşünmekten başka... Ateş düştüğü yeri yakar, Allah anasına babasına sabır versin… Ama sanki bu kez, ne bileyim… Kadın olan herkesin hanesine ateş düştü biraz… Ana olan herkesin yüreği kavruldu, baba olan herkesin başı önüne düştü.

Benlik bütünlüğünü hisseden, kendine güven duyan erkek saldırmaz. Ve bu bütünlüğü sağlayacak olan da doğru erkek evlat yetiştiren annedir. Ona doğumun yalnızca fizyolojik olmadığını, insanın annesinden babasından bağımsızlaşarak, kendi kararlarını alabilecek yeterliğe ulaşmasının, “esas doğum” olduğunu öğretmesidir. Çünkü doğduğuna inanmamanın huzursuzluğudur, kadına yönelik şiddet. Var olduğuna inanmamanın… Oysa anneden, eşe, eşten kız çocuğuna, kadının da bir canı var.

Birbirimize duyduğumuz güveni yitirmek çok büyük tehlike ve bir başlangıç noktası gerekiyor. Korku duyulana yaklaşılmaz ki sevilsin. Kendi balyozunu kendisi mi yaratıyor acaba kadın? “Yasaklar olmazsa çığırımdan çıkarım; sınırlanamam. Sınırlanamazsam neler yaparım bilemiyorum,” gibi hissederek… Dökmesi susturulmuş bir mürekkep patlaması işte bu yüzden kadın hakkında yazılan her şey yahut kadının yazdığı her şey. Ötelerde bir karanlık, kadınların bile kendi aralarında bile konuşmaya çekindikleri bir karanlık oyuk var. Nedir özgürlüğün kiliminde kadını bir desen olmaktan alıkoyan? Çünkü düşünmeye üşeniyor, kendi elinde, uçup gitmeye korkan bir uçurtma gibi yaşıyor. Hayat süsü yahut ev kenarlığı olarak. Kim, kaç kadın, kendini doğrudan yaşamının merkezinde hissedebiliyor birinin bir şeyi olmadan? Abla, teyze, sevgili, anne, yenge, görümce, kaynana, elti.  Ebette ki erkeklerin de durdukları kurnalara göre böyle adları var. Ama sanki ne bileyim, kadınların duldalıkları daha baskın gibi. Dupduru bakabilen kaç kadın var içindeki ışıltılı suya. Erkek diliyle tanımladığı bir dünyada bile isteye yaşıyor kadın. Savaş olduğu sürece nasıl ki barıştan söz edilecekse, erkek olduğu sürece de kadından söz edilecek. Bu tuhaf açıklamayı şu yüzden yaptım; bu tür bir dilde bölünme var:  Bu gün insandan “kadın” “erkek” diye daha çok söz eder olduysak, bunun sebebi bu bölünme. İnsanları cinsiyetlerine yoğunlaştırmak, zihinsel gelişmenin, düşünmenin durma noktasıdır. Korunma başlar… Muhafaza içine alma… Peki, neyi muhafaza içine alacağız bu gün? Bir kazanım var mı?

Ölen bir kadın… Savaşlardan sıçrayan bir kol yahut bacağın önümüze düşmesinden başka nedir? Son yıllarda yeryüzünün derisi savaşlarla kazındı. Bundan almamız gereken bir ders var, konu kadın cinayetlerine geldiğinde de. Görmezden gelmenin bedeli kapının atından evinize hatta odanıza kadar sızmaktır. Kim, hanginiz birbirinizin yüzüne utanmadan bakabilir, çünkü bizim mahallede işlenmiş bir cinayetten hepimiz sorumluyuz. “Aç mısın tok musun?” diye güvenip soramadığımız için, komşusu açken tok yatanlardan olduğumuz için. 

 

 

 

ÖZGECANIM, Yüreğimiz Yanıyor !
Uzm.Dr. Bediha Salnur
Yazarımız Kim ?

Uzm.Dr. Bediha Salnur