1
Veysi Aygün
İlkses Gazetesi Yazarımız

Yazar Veysi Aygün

Yazarın Köşe Yazıları

Göç 7

Midyat ile çevresinde; Süryani ve Ezidi inancına mensup insan sayısı 1974 yılına kadar on binlere tekabül ediyordu. 74 yılından itibaren göçten dolayı bu insanların sayısında bölgede bir hayli azalma oldu. 1980 ve sonraki yılları ardından göç hareketliliği gerek Türkiye’de, gerekse bölgede her kesimden insanı kendi eksenine çekti. Kitlesel göçün, 1996 yılına kadar devam ettiğine tanık olduk. Bu göçle yol alan insanların büyük bir kısmı Avrupa ülkelerine yerleşti. Geriye kalan az bir kesim, kendi yerinde kalmış, diğer kısım ise Türkiye’nin çeşitli illerine yerleşti. 2019 tarihi itibariyle, Midyat ve çevresinde Süryani ve Ezidilerin genel toplam sayısı yaklaşık olarak ortalama bin kişi civarında kalmıştır. Kültürel zenginliğimiz olan inanç gurubuna mensup bu insanların yaşam kalitesini artırarak ait oldukları topraklarda kalıcı bir hale getirmek bizim elimizde. Halen yaşanan göçü azda olsa durdurabilir, devlet vatandaş el ele verip bu göçü tersine çevirebiliriz aslında. Mardin, Midyat ve çevresini bu uğraş ve çabayla cazibe merkezi haline getirilebiliriz. Mardin ve çevresi, tarihi dokusu, kültürel zenginliği, el zanaatları, kuyumculuk ve telkari gümüş işlemeciliğinde, ön plana çıkarak adını dünyaya duyurmuştur zaten. Bizlere de düşen bu çabayı aralıksız sürdürerek, temsil gücünü kendimizde bulmamız önemli bir etkendir. 1976 Midyat’ta ilklerden olan pastane işletmeciliği her kesimden insanı bana daha


Göç 6

Çocukluğum Mardin, Midyat İlçesi’nin Estel Ulucami Mahallesi’nde geçti. Estel’in taş kemerli sokaklarında oynarken, hayatı tozpembe gördüğüm yıllardı. Çocukluğumu nasıl geride bıraktığımın farkına varmadan zaman su gibi akıp geçti. 18 yaşındayım artık. Yıl 1976. Bu sıralar okul okuyor, aynı zamanda çalışıyorum. Sosyal hareketliliğin aktif olduğu bu dönem, siyasi alanda ki gruplaşma, siyasal yelpazenin farklı kanatlarında yer alıyordu. Devrimci gençlik hareketi, 1968 kuşağının hafızalara kazınan tarihten on yıl geçmişti. Ülke yeni bir siyasal sarmalına işaret ediyordu. 1976, 77 ve 78’li yıllar siyasi fraksiyon ve Kürt siyasi hareketliliğin faaliyete geçtiği dönem olarak bilinir. 76, 77 tarihli sıçrama tahtası, 1978 kuşağını oluşturdu. Bu süre zarfında fraksiyonlar arasındaki kutuplaşma ve çatışmalar sonucu bir sürü genç hayatını kaybetti. Devlet güvenlik güçleriyle girişilen çatışmalarda düzinelerce insan canından oldu. Her ne sebeple olursa olsun, insan hayatına son vermeyi hedef olarak seçmek, insan ögesiyle bağdaşmayan bir tutumdur. Düşünce yapısı şiddet içermediği sürece, düşünce dikkate alınarak, hoş görüyle karşılanmalıdır. Yaşanan çelişkiler yumağında, kargaşa ve kaotik bir ortam hüküm sürmekteydi bu dönem. Vesayetçi rejimin şer güçleri, bazı fraksiyonlarla hem ilişkili hem çelişkili bir taktikle danışıklı çatışmayı gündemde tutuyorlardı. Bu yaşanan olumsuzluklar arifesinde vesayetçi odaklar, dış güçlerin direktifiyle 12 Eylül 1980 askeri darbesini gerçekleştirerek, temel hak


Göç 5

Atalarımın binlerce yıldır yaşamakta olduğu topraklardan kopmayı bir türlü içime sindiremiyordum. Ekmeği ve suyu ile büyüdüğüm topraklardan, ayrılmam hiçte öyle kolay olmayacaktı. Sevdalı olduğum bu diyarlardan vefa borcumu ödemeden ayrılmam çok ağırıma gidiyordu. Oysa ben insan olabilme edasıyla, sadece elimdeki kalemle, haklıyı, haksıza karşı savunmuştum. Bunu bana reva görmeyen rejim; bu 32 yıldır ata yadigarı diyarlardan uzaklarda yaşamaya mahkum etti. Bunları ülkemden binlerce kilometre uzakta yazarken, amacım; aynı zamanda biz bir gurup umut yolcusunun serüvenini sizlere anlatmaktı. Buna ilişkin bir yandan da bu tür yolculuğa çıkması muhtemel insanlara bunun ne denli zor bir yolculuk olduğunu aktarmaktı. Avrupa’ya varmak umuduyla kendimizi branda kaplı bir TIR’ın kasasına gönüllü bir biçimde kapatıp, yine gönüllü’ bir tutsaklığa mahkum ederek yola koyulmuştuk. İşte bu yolculukla ilgili anılarımı kaleme almış olduğum bu öykünün adını “Göç ve Tutsak Yolculuk “ kavramları ile ifade edebildim. Daha önce ifade ettiğim gibi, 12 Eylül 1980 askeri darbesinin çıkmazları, bunun ertesinde devlet ile PKK arasında yaşanan çatışmalar sonrası bölgeyi ateş çemberine çevirdi. Boşaltılan binlerce köy, ağırlaşan ekonomik şartlar, yaşanan sosyal çalkantılar, bunun ötesinde bozulan sosyal hayat insanları kuşaklar boyu yaşadıkları topraklardan göçe zorlamıştır. Ülkemizde başta Kürt insanı olmak üzere, öte yandan dünyada değişik toplumların bu dramı;


Göç 4

Tarihte yaşananlara görgü tanığı olanlar toplum ve bireylerinin kendileridir. Bu mecrada bireyin yaşadığı sürecin önemini kavramış olarak, kendi payına düşen sorumlu bir anlayışla hareket etmesidir. Bir toplumu rencide eden etkenlerin başında, tarihî miras ve kültür değerlerinin tahrip edilmesidir. Kendi kültürel mirasına sahip çıkması engellenmiş, zenginlik kaynakları gasp edilmiş, düşünce iradesine ipotek konulmuş bir toplumun sağlıklı bir gelişim seyr-i izlemesi düşünülemez. Günümüzde, insanların iradeleri dışında ülkelerinden ayrıldığına, bilmedikleri, tanımadıkları ülkelerde yaşamak zorunda bırakılmalarına tanık olmaktayız. Ne yazık ki dünyanın bir-çok ülkesinde, insanların yaşadıkları bu dramının yakın bir zamanda biteceğine dair iyimser beklentilerin içinde değilim. Dünyanın bir çok ülkesinde devam eden siyasal, sosyal, dini ve etnik ayrımcılık ve haksızlıklar, bu dramın başlıca sebebidir. Bizlerde uygulanmakta olan bu haksız ve adaletsiz uygulamalardan dolayı ülkemizde bulamadığımız huzur ve güvenliği, başka ülkelerde aramak için yollara düşünlerdeniz. Bu yollarda düzgün ve legal seyahat etme şansına sahip olmadığımız için illegal ve insan onurunu ayaklar altına alan koşullarda yolculuklar yapmak zorunda bırakıldık. İnsanların uğradığı bu haksızlıkları, insan tacirleri fırsata çevirerek, tıpkı ortaçağ köleliğini andıran mülteci sevkiyatına dönüştürdü. Kaderlerini insan tacirlerinin inisiyatifine bırakan umut yolcuları çoğu kez hayal ettikleri; hedefe ulaşmadan facialarla sonuçlanmakta. Bu yolculuklarda binlerce insan bu gayrı insani koşullarda hayatını kaybetmiş


Göç 3

Sayıları 10 binleri bulan Türkiyeli işçilerin asıl amacı biraz para biriktirip dönmeye yönelikti. Ancak ailelerini yanlarına aldırıp, yeni bir nesle sahip olduktan sonra, yerleştikleri bu ülkelerde kalmaları zorunlu bir hal aldı. İkinci ve üçüncü neslin katılımıyla Avrupa’daki Türk ve Türkiyeli sayısı milyonlara tekabül etti. Batı sanayi hamleleriyle teknolojisini günbegün geliştirirken, Türkiye ise askeri darbelere zemin hazırlayarak, darbeler geleneğini sürdürüyordu. 27 Mayıs 1960, askeri darbesi. 12 Mart 1971 askeri muhtırası. 25 Nisan 1979 ekonomik kriz ve sıkıyönetim. 1980 Türkiye’sine gelindiğinde, ülke yeni bir çalkantılı sürecin eşiğine getirildi. 12 Eylül 1980 askeri darbesinin sosyal ve ekonomik çıkmazları yeni bir iç ve dış göçe zemin hazırladı. Bu göçün içinde yer almış 10 binlerce insandan sadece birisiyim. 17 Haziran 1994 yılında 21 erkek ve 4 kadın beş gün beş gece süren binlerce kilometrelik zorlu yolu, gurup olarak bire bir birlikte yaşadık. Kapalı TIR konteynırında insanlıktan çıktığımız bu çileli yol; Tutsak yolculuktan başka bir şekilde izah edilemezdi.
Önümüzdeki dönem içinde, Göç ile Tutsak yolculuk adı altında derlediğim bu eseri gazetemiz İLKSES köşesinde siz değerli okurlarla paylaşacağız. Legal olmayan bu yolculuğu, dünyanın birçok yerinde binlerce hatta 10 binlerce insan yollara koyularak yol


Göç 2

15 Mart 2011. Suriye savaşı, büyük yıkım ve kıyımın yaşandığı, ülkelerin başında gelir. Sekiz yıldır süren Suriye savaşı, bir ile ikinci dünya savaşından sonra tarihin gördüğü en acımasız savaş olarak kayıtlara geçti. Bu saate kadar yaşanan Suriye savaşında taş üstünde taş kalmadı. Savaş bütün acımasızlığıyla  devam ettiği halde, bütün dünya bu vahşete seyirci kaldı. Suriye geniş bir savaş arenasına dönüştürülerek, küresel güçlerin tribünden sadistçe izlediği katliam müsabakalarına evrildi. Suriye nüfusunun yaklaşık yarısı ülkesini terk etmiş, geriye kalanlarda, can havliyle yaşamlarını, zor şartlar altında idame etmek  zorunda bırakıldı. Bu göç furyasında Türkiye özverili davranarak kapılarını ve bağrını 4 milyon Suriyeliye açtı. Irak, Lübnan ve Ürdün  6 milyon Suriyeliye kapılarını  açmış ve onlara ev sahipliği yapmaktadır. Ancak kapılarını mültecilere açan bu ülkelerin kısıtlı olan  ekonomik durumları nedeniyle bir hayli zorlanmaktalar. Ayrıca mültecilere ev sahipliği yapan bu  ülkelerin demografik yapısına da etki yapmaktadır. Bu çarpıklığa ve insanlık onurunu ayakları altına alan acımasız Suriye savaşına müdahil olan  küresel güçlerin inisiyatif kullanarak  katılaşmış vicdani duygudan arınıp, insan onuruna yaraşır şekilde vicdanlarının sesiyle hareket etmeleri hayati önem taşımaktadır. En büyük temennimiz, Suriye halklarının bir an evvel can güvenliğinin sağlanması, barışın tesis edilerek huzura kavuşmalarıdır. Bu sıkıntılı coğrafyanın mukimi Türkiye'de göç musibetinden  nasibini alacaktı. Türkiye 1960 yılında Avrupa


Göç 1

Göç insanlık tarihi boyunca gündemden düşmedi. Çağımızda gündemi halen meşgul eden sorunların başında geliyor. İşgal, çatışmalar, zenginlik kaynaklarının talanı, hegemonik ve barbar anlayış toplumsal yıkıma zemin hazırlayan başlıca neden olarak tarif edilebilir. Yaratılan kaosun ardından güvenlikten yoksun kalan halk yığınları, bu bağlamda yegâne çareyi göç etmekte buluyor. Gelinen noktada dünyanın en büyük göç dalgalanmalarının, Asya ile Afrika kıtalarında yaşandığına tanık olmaktayız. Buna bir de güney Amerika’daki göç hareketliliğini göz ardı edemeyiz. Güney Amerika ülkeleri diktatörlerle askerî darbelerden onlarca yıl acılar çekti. Orta Doğu göç hareketinin en trajik insani tablosu, Filistin, Afganistan, Irak ve Suriye’de yaşandığı görülmektedir. Filistin göç hareketinin geçmişi 1 inci ile 2 inci dünya savaşı dönemine dayanıp günümüze kadar devam etmektedir. Yaklaşık 10 milyon Filistinli kendi ülkesinin değişik bölgeleriyle dünyanın değişik ülkelerinde sürgün bir hayat sürmek zorunda bırakılmıştır. Filistin, en büyük göçü, İsrail devletinin kurulma aşaması, 1948 ile 1967 yılları arası ve ondan sonrası dönemlerde yaşamıştır. 1979 yılı göç hareketliliğin yaşandığı Afganistan’da gözlenmektedir. Sovyetler birliğinin 1979 yılında, Afganistan’a müdahale edip Afganistan’da iki kutuplu alan savaşını tetikleyerek büyük bir göçün yaşanmasına neden olmuştur. Buna müteakip 1980 yılında İran 2 milyon Afgan mülteciye kapılarını açmıştır. Irak savaşının başlangıcı, 20 Mart 2003 yılında büyük göç


Muhammet Mursi

Müslüman kardeşler (İhvan-ı Müslimin) örgütü yakınlığı ile bilinen Muhammed Mursi hayatını kaybetti. Çıkarıldığı duruşma salonunda, metal kafesten; aşağılık, zalim Sisi rejimini sorgulayıp hakka yürüyerek şehadete ulaştı. Demir parmaklıklar tutsak Mursi’yi kahramanlaştırmaktan başka bir işe yaramadı. 90 milyon nüfuslu Mısır’da 2012 Cumhurbaşkanlığı Seçimleri’nde, seçmen sayısının yarısından fazlası sivil bir cumhuru tercih etmiş olmasına rağmen, dünya kamuoyunun takip ettiği davayı, demir parmaklıklar ardında adım adım, yaklaşan hunharca bir cinayete hep birlikte tanık olduk. “Korkak insan her gün ölür, cesur ise bir defa” deyimi, ruhu şad olsun Muhammed Mursi’yi ifade edercesine aramızdan göçtü gitti. Oysa Muhammed Mursi, ne kimsenin canına kıymıştı, ne de kimseyi ötekileştirmişti. Sadece inanç özgürlüğü noktasında, din kardeşlerim tanımlamasını yapmıştı. Şiddet içermediği müddetçe, bireyin düşünce iradesine set çekerek, ipotek koyarak düşünce akımını engellemeye ne kimsenin gücü yeter ne de hakkı vardır. Yüz çiçek açsın, yüz fikir akımı yan yana tartışsın anlayışı, toplumları daha da dinamikleştirir.” Kafalar pırasaya benzemez, kesildi mi yeniden çıkmaz. Müslüman Kardeşler Örgütü 1928 yılında Kahire’de kuruldu. Müslüman Kardeşler (İhvan-ı Müslimin) örgüt kurucusu Hasan el Benna 1949’da bir suikastta hayatını kaybetmesinin ardından, örgütün lider kadrosunda Seyit Kutup yer aldı. Seyit Kutup’un kaleme aldığı İslam’da Sosyal Adalet eseriyle İslam dünyasında bir ekol haline geldi. Seyit Kutup yıllarca hapis yattı,


Kim Şampiyon

Yıl 1990, Antalya kepezde tek katlı evde ikamet ediyoruz. Masanın üzerindeki tüplü televizyon karşısında kanepedeki yerimizi almış, TRT kanalından İspanyanın milli sporu boğa güreşini izliyoruz. Matador ile boğa arasında geçen ölüm düellosuna odaklanmışız. TRT, dönemimizin revaçta olduğu bir iletişim aracıydı. İletişim ağının şimdiki gibi yoğun ve yaygın olmayışı, televizyon hemen-hemen her evin vazgeçilmez yegane nesnesiydi. Ölümüne kapışılan bu vahşeti izlerken, matador ile boğa arasında geçen çetin çekişmede boğa güreşçisinin aldığı ani bir boynuz darbesiyse oracıkta hayatını kaybettiğine tanık oluyoruz. Mutlaka öldürülmek için arenaya çıkarılan boğa; meydanın orta yerinde hemencecik infaz edilerek hayvancağızında hayatına son veriliyor. Gerile, gerile izlediğimiz bu tatsız ölüm oyunu karşısında henüz 6 yaşındaki kızım Nergiz bana dönerek, ‘Baba kim şampiyon oldu?’ Dona kaldığımız bu olay karşısında kızımla bir müddet bakınarak yanıtımsa, ‘Hiç kimse’ oluyor. Dileğimiz, sözde spor olan bu ölümcül oyunun bir an evvel engellenerek son bulmasıdır. Şimdi gelelim asıl konumuz, 31 Mart 2019 yerel seçimleri şampiyonluk müsabakasına. 31 Mart 2019 yerel seçimlerinin şampiyonu kim soracak olursanız, yanıtım yine hiç kimse. Nasıl ve neden soracak olursanız? Adalet ve Kalkınma Partisi çekirdek kadrosunun geçmiş yıllarda mahalli idarelerde vermiş oldukları hizmete karşılık, Türkiye halkı, AK Partiyi taçlandırarak iktidara taşıdı. Bu 17 yıllık iktidarları döneminde önemli hizmetleri olmuştur mutlaka. İktidarda


1 Mayıs

Değişim yavaşlatılıp hızlandırılabilir. Kendisini üretken, devrimci diye tanımlayan güçler, değişimi hızlandıranlardır. Bağnaz, emperyalist uşağı güçlerde, değişimi yavaşlatmaya çalışanlardır. Değişme hep ileri yönde olur. Her değişim bir gelişmedir diyemeyiz. Değişim bazen geriye düşebiliyor veya yavaşlatılabiliyor. Fakat geriye düşme görecelidir, değişkendir. Toplumun nicel değişimine evrim, nitel değişimine ise devrim deniyor. Tıpkı fizik kanunundaki nicel birikimlerin, nitel patlamaya dönüşmesi gibi. Ekonomik sosyal şekillenmenin bir biçimden bir başka biçime geçmesi devrimi ifade ediyor. Toplumun böyle köklü değişim süreçleri var. Diğer zamanlarda da evrimsel düzeyde değişim var. Ekonomik, sosyal, siyasal, kültürel yaşam koşulları, iç ilişkileri, gelenek ve görenekleri, yaşam ölçüleri özellikleri sürekli değişiyor, yenileniyor. Bu gözle görülebilir bir nitelik arz ediyor. Bir zaman geçerli olan yaşam ölçüleri, beş on yıl sonra çok anlamsız ve değersiz bulunmuş bir kenara konulmuş onun yerine bambaşka yaşam ve insanlar arası ilişki ölçüleri geçmiş... Felsefe. Yıl 1977 İstanbul Taksim’de 1 Mayıs İşçi Bayramı mitingine hazırlanıyor. Tabi ki bu 1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü’nü kana bulamak isteyen leş kargaları da boş durmuyordu. Yeşilköy Havalimanı’na indikleri tespit edilen Amerikan vatandaşı oldukları faili belirsiz caniler, bir gün önce İnter Contenintala yerleşerek oteli hepten kapatarak 213 - 510 – 713 numaralı odalarda pusuya yatarlar. Ayrıca başka caniler Sheraton


Kim Galip

31 Mart Mahalli İdareler Seçimi’nin üzerinden yaklaşık bir aya yakın zaman geçti. Ancak seçimler, gündemdeki yerini halen koruyor. Oysa her kesim seçimin galibiyle mağlubiyeti üzerinde tartışmaya devam ediyor daha. Galibin kelime kökeni Arapçadan, Türkçeye geçmiş. Galip (Ğelıp) yenen üstün anlamındadır. Mağlup (Meğlup) yenilen yenik düşen anlamını taşımaktadır. Dünyanın neresinde olursa olsun yapılan oylamalarda parti veya bireyler gösterdikleri performansla, başarıları ve verdikleri hizmetle tercih edilerek seçilirler. Biçimsel olarak seçimin galibi denebilir buna. Ancak seçimlerden başarılı çıktı, halkın çoğunluğu bu partiyi veya şu bireyi tercih etti demek daha centilmen bir yaklaşım olur. Bilakis hizmet aşkıyla yola çıktığında kime galip gelmek istersin veya kimi mağlup etmeye çalışırsın ki. Karşındaki de senin gibi insan. İnsanlar farklı düşünebilir. Önemli olan bir paydada birleşebilme becerisini gösterebilmektir. Galip olmaya değil gönül almaya bak. Mağlup etmeye değil örnek davranış sergile. Kutuplaştırıcı değil, kucaklayıcı ol. Ötekileştirici değil, bütünleştirici ol. Hem kendi ülkende ve dünya barışına vizyon ol. Mahalli idareler seçimiyle ilgili bu altıncı köşe yazımdır. Yazıyla dile getirilenin ve somut düşüncenin ayakları yere basmayan bir teorinin pratiğe dönüşmesi mümkün değildir. Yüz çiçek açsın, yüz fikir akımı yan yana tartışsın anlayışına tahammül etmeyen toplumların ufku gelişmez. Uygarlığın seviyesi kıskançlık duygusunu aşmakla orantılıdır. Birey, parti


Mart 2019 Mahalli İdareler Seçimi

Yerel idareler işlevsel görevi ve seçim mevzularıyla ilgili kalemi elime alıp, yazmaya başladığım sırada siz sevgili okurlara verdiğim bir sözüm vardı. ‘Kalemin mürekkebi yettiği yere kadar yazmaya devam’ demiştim. Yazıya aldığım kalemin mürekkebi beni sizinle daha çok yüzleştirecek gibime geliyor. Bir ayı geçkin süreden sonra sizinle yüzleşerek saygı ve sevgilerimle. Sizlerle otuz yıl önce, otuz yıl sonra yerel seçimlerle ilgili serüvenle başlayacağım. Yıl 1989 Midyat’ta yerel seçimlere gidiyoruz. 1984 yılında SODEP’ten aday gösterdiğimiz rahmetli Abdurahman Şara ile Midyat’ta girdiğimiz seçimi kaybettik. Seçim sonucunda yaşadığımız hezimet bizi beş yıl sonra 1989 seçimlerine güçlü kılarak adayımız İsa Ekingen SHP’den seçilip belediye başkanlığı koltuğuna oturdu. İsa Ekinge’nin Midyat’ta belediye başkanlığına seçilmesiyle her şey güllük gülistanlık mı oldu? Aksine dünyanın nadide ilçelerinden Midyat, gerileyerek müstahak olmayan bir durumla karşı, karşıya geldi. Peki, suç sadece İsa’da mı, Musa’da mı, Ali ve Veli’de mi veya Mehmet’te mi. Bence başlıca meselemiz toplumun kısır döngülü yaşantısında. Daha önceki yazıda belirtmeye çalıştığım gibi sistemin işlevsel ivedilik kazanmaması en öncelikli sorunudur. Kafa kol ve ahbap çavuş ilişkilerinin yoğun olduğu günümüzde ülke kalkınması sekteye uğrayacak toplumsal gelişmeye set çekilecek ve sosyo ekonomik nedenlerden kaynaklı insanlar uçurumdan yuvarlanacak. Ne yazık ki Türkiye’de siyasi parti liderleri sanki seçimlere değil de, savaşa gider gibi


Mahalli İdareler Seçimi - 5

Bundan bir önceki makalede muhtarın tavırlarıyla ilgili olan süreci yorumlayarak tamamlamıştım. Yorumda; yaptığım eleştiri, muhtarlarımızın salt şahsına değil, büsbütün sistemin işleyiş yöntemine yönelikti. Şüphesiz mahalli idarelerin alt birimi olan muhtar ve idare heyetinden tutun, en üst düzey yöneticiye varıncaya kadar idarecilik başlı başına; bilgi, yetenek ve özverili bir duruş gerektiren sosyolojik olaydır. Ancak bu sıraladıklarımızın ivedilik kazanmasında öncelikli neden, devletin sosyoekonomik, hukuki ve kültürel düzeyi belirleyici faktördür. Ne var ki Türkiye ulusal demokratik devrim ile kültür devrimi sürecini tamamlamadan, hep vesayetçi askeri darbelerin gazabına uğramıştır. Bu darbelerle, ülkenin kalkınması yönündeki hamleler baltalanmış ve toplumsal gelişmeler sekteye uğratılmıştır. Türkiye 60’lardan 90’lara kadar hantal bir bürokrasiyle yönetildi. Daha sonraki yıllarda işlerlik kazanan bürokrasi şeffaf bir hâl aldıysa da, sorunların çözülmesine önemli katkı sunduğu söylenemez. 90’lı yıllar teknolojik atılımların sürerek, iletişim araçlarının yaygınlaşması sonucu, Dünya’nın tekno kültürü kulvarına sürüklediğine tanık olduk. Teknolojinin araç ve gereçlerini ithal eden üçüncü dünya ülkesi olarak bu globalleşen yerküredeki yerimiz neredeydi. Bence kendi öz benliğimizi yitirmeye yüz tutmuş bir garabetle karşı karşıya geldik. Bu mecrada gelişmelere ayak uyduramazsak kendi, kendimize tamamen yabancılaşacağız. Türkiye’nin idaresini elinde bulunduran muhafazakar milliyetçilerin yerli sanayii hamlesini başlatarak, kendi milli burjuvazisini güçlendirme eğilimi sürerken, diğer taraftan buna engel olmak


Budala İhtiyar

Mahalli idareler seçimiyle ilgili işlevsel mevzuattı yazıya aldığım sırada; Savaş taşeronları Venezuela’nın başından aşkın sorunları yetmiyor gibi, Venezuela’yı küt diye dünyanın başlıca gündemi haline getirdiler. Bunlarda durmak yok. Bunlar için ne kadar! kıyım, kan, ölüm, yıkım, gözyaşı o kadar para. Bu gözünü hırs bürümüşlerde genetik bir vakadır. Nerede beleş oraya yerleş. Bu kan dökme noktasında usanmayan vampirvari yaratıklar var oldukça duyarlı meslektaşlarımla birlikte onların onursuz ve duyarsız tutumlarına karşı yazmaya devam edeceğiz. 15 Kasım 1937 tarihinde Seyit Rıza idama götürülürken, zulme karşı haykırışı çok manidardı! “Ben sizin yalan ve hilelerinizle baş edemedim, bu bana dert oldu. Ama bende sizin önünüzde diz çökmedim buda size dert olsun.” Seyit Rıza’nın bu çıkışı günümüzde  ezilen dünya halkı şahsında yer bulan  haklı tepki olarak gündemdeki yerini halen koruyor. Zülüm nereden ne zaman kime ve nasıl gelirse gelsin, karşısında dik durmak lazım. Kaşif gezgin Cenovalı, İtalyan Kristof Kolomb’a İspanya’nın Katolik krallarının direktifiyle keşfedilmemiş yerler bulması yönünde imkan sunulur. Atlas Okyanusu’nu aşan Kristof Kolomb,1492’de Güney Amerika’nın Sansalvador Bahama ve Karaipler adalarına ayak basar. Ve böylece başta İspanya olmak üzere Avrupa’nın kolonizasyonunu başlatan yerleşim birimlerinin önünü açar. Buna müteakip Avrupalılar Amerika kıtasına üşüşerek kıtayı işgal eder. Kuzey’de İngilizler, Güney’de İspanyollar, kıtanın zenginlik kaynaklarını yüzlerce yıl yağmalayıp dururlar.


Hırsız

Tarih 1940. İkinci Dünya Savaşı başlayalı bir yıl oldu. Avrupa’da büyük bir kaos hakim. Öte taraftan savaşın diğer kıtalara yayılacağı telâşı var. Savaş bütün kıtalara sıçramadı, ama dünyada büyük ekonomik bunalımın kapılarını araladı. Kuvay-i Milliye ruhuyla kurulan cumhuriyet henüz 17 yaşında. Kurtuluş Savaşı’nda takattan düşmüş geniş halk yığınları. Savaşın yorgunluğunu henüz üzerinden atamamış Türkiye yeni jeo-stratejik bir savaşla karşı, karşıya. Hitler Almanyası ile, müttefiki Mussolini İtalyası kapıya dayanmış. Genç Türkiye Cumhuriyetinin başındaki genç idareciler, Türkiye’yi savaştan nasıl sıyıracaklarının hesabını yapıyor. Nitekim Cumhurun başı İsmet İnönü ( Paşanın ) savaşa katılamayacaklarını, ancak tahıl yardımı yapabileceklerini beyan ederek, Türkiye’yi savaşın dışında tutmayı sağlar. Bilakis savaşın yarattığı tahribat ve yıkım kıtlığı beraberinde getirir. Bu dönemin kıtlık yıllarını büyüklerimizden canhıraş dinlerdik. Rahmetli babamızın açlıktan yastık içindeki buğday kepeğini çıkarıp yediğimiz günler olurdu diye kıtlığın vahametini dillendirirdi. Kıtlığa birde kuraklık eklenince içinden çıkılmaz bir hal alıyordu yaşam. Tarım-hayvancılıkla uğraşan dedemlerin çok sayıda büyük ve küçükbaş hayvanları vardı. Kurak geçen yaz mevsiminde hayvanları besleyebilmek için Midyat’tan 50 km öteden geçen Dicle’nin su havzasına götürürlerdi. Midyat’ın kıraç bir yerleşke konumunda bulunması, suya olan ihtiyaç, yerde kazılan kuyulara akan yağmur suyuyla biriken su ihtiyacı bu şekilde karşılanırdı. Yağmurun yağmadığı mevsim bölge insanı için büyük bir


Mahalli İdareler Seçimi 4

Mahalli idareler seçimi ve işlevsel görevle ilgili mevzuattı, tükenmez kalemle mürekkebin yettiği yere kadar yazmaya devam. Sene 1983, haftalık yayın dergisi Nokta’nın okur köşesinde yazmaya başladım. Yaş 25, yazıyı önce karalama kağıdına geçer daha sonra toparlayarak temiz kağıda işler, zarfın zamklı bölümünü dilimle şevkle ıslatır kapattığım zarfa yerleştirerek derginin adresine yollardım. Yaklaşık iki hafta sonra, dergi elime ulaşır, yazdıklarımı gençliğin verdiği heyecanla pür dikkat okurdum. Aradan 36 yıl geçmiş olmasına rağmen kalemin azizliği parmaklarımın arasında ki değerini korumaya devam ediyor. Buna ilişkin yazıyı yine kalemle satırlara dizer gözden geçirerek, bilgisayarın tuşlarına dokunarak işlemler 24 saat zarfında iletişim ağı aracılığıyla, görsel medyada bütün dünyayla yüzleşir. Kalemin her dönemde olduğu gibi, herkes için manevi değeri büyüktür. Kalem satın almada zorlanırdık. Yazı yazarken mürekkebin bitmesi, yazı yazana moral çöküntüsü verirdi. Yazı dizelerinde dile getirilenlere kimse tuşuna sağlık demez. Kalemine sağlık der. Dünya var oldukça önemini yitirmeyerek gündemimizde kalacak olan kalemle serüvenimize nokta koyarak, asıl konumuzu tekrar kalemle yazmaya devam ediyoruz. 1983 yılı Erdal İnönü öncülüğünde kurulan Sosyal Demokrasi Partisi (SODEP) Mardin- Midyat İlçe Teşkilatı Yönetim Kurulu’nda yerimi aldım. Bir yıl sonra mahalli seçimdi. 1984 yılında rahmetli Abdurrahman Şara’yı, Midyat Belediye başkan adayı göstererek seçimlere iştirak ettik. Ancak seçimlerden


Mahalli İdareler Seçimi 3

Yerel seçimler 31Mart 2019 tarihine kadar hep gündemimizde olacak. Mahalli idareler seçimiyle ilgili kaleme almış olduğum bu yazıyı üçüncü kez gazete köşesinde dile getiriyorum. Mahalli idareler yönetim şekli işleyişiyle ilgili bir düzine kitap yazılsa dahi kafi gelmez. Mahalli idareler yerleşim birimlerinin ana omurgasıdır. Toplumun yaşamsal ihtiyaçlarından tutun kriter düzenekleri sağlamakla mükelleftir mahallî idareler. Barınma, su, altyapı, üst-yapı, denetleme, ruhsat, evlendirme ve bunun yanı sıra, hizmet bekleyen bir düzine işlem mahalli idarenin görev kapsamındadır. Mahalli idarelerin yönetim işlevi, bütün toplum katmanlarından ele alın, diğer canlı türlerine gelinceye kadar sağlıklı yaşam sürülmesi idarenin sorumluluk çerçevesi dahilindedir. Mahalli idareler demek, yerleşim birimlerinin demografik yapısını korumak, tarihi dokuyu kollamak, şehir imar planıyla yakından alakalı olmak ve genel anlamda halkla bütünleşmek demektir. Yerel yönetimlerde öncellikli yetkili, bağlı olduğu birimin öğretmeni, akil insanı, akademisyeni, aktivisti aynı zamanda temsil gücüyle rehberi olmalıdır. Zira bu denli yükümlülüğü üstlenmek müthiş bir özveri gerektirir. Bu o yetkilinin insani duruşuyla alakalı olan karakteristik bir olaydır. Bu mecra; sistemle ilintili olarak periyodik bir ölçüdür. Ne yazık ki yukarıda sıraladığımız fedakarlığı yapacak ve kibirden uzak nitelikli adaylar maalesef daha azınlıktadır. Bu aksaklıkları aşmanın yegane yolu, devlet birey ilişkisinin çıkara dayalı olmaksızın geliştirilmesi büyük önem taşımaktadır. Burada ön


Mahalli İdareler Seçimi 2

Mahalli idareler seçimine gün geçtikçe biraz daha yaklaşıyoruz. Bundan önceki yazıda baz-ı farklı konulara temas etmiştim. Gerçi şimdi yazacaklarım çok mu farklı şeyler! Bu yazıya döktüklerim okununca fark edilecek. Her şeye rağmen biz ne yazarsak, ne kadar yakınırsak imam yine bildiğini okur misali bir şey yoluna gireceğe benzemiyor. O halde ne diye yazıyorsun be kardeşim diye tepki verebilirsiniz. Biz yine bildiklerimizi sizinle paylaşarak hakikatleri söylemekten geri kalmayalım. Tıpkı, Dostoyevski’nin “İnsanın kendinden yüz çevirmeye dünyada olup bitenleri görmezlikten gelmeye hakkı yoktur” deyimiyle vurguladığı gibi. Ancak sistem bu sistem oldukça, bizim oğlan okur, okur döner yine baştan okur. Ezber yaşam yeni bir yaşama adapte olmadığı sürece bu gelişi-güzel çarpıklık devam edecektir. O halde yerimizde sayıklamayıp, karamsarlığa kapılmayalım. Olduğumuz yerden kalkarak silkelenip, bugün kendim ve insanlık için ne yapmalıyım ufkuyla hareket etmek lazım. 
Nitekim sağlıklı, saygın bir toplumun oluşması bireyin özverileri sonucu gerçekleşerek mümkün olur. Her birey kendi dönem somut koşullarını, ivedilikle, irdeleyerek somut şartları kılınacak işlevsel hale getirebilir. Bu olumlu yaklaşımları hayatın yalın gerçeğine indirgeyenler tarihte iz bırakan şahsiyetlerdir. Her mecranın evrilmesi, rastlantıların dayatmasını n bağrından kopar. Buna ilişkin toplumsal gelişmeler, yeniliklerin tezahürü olarak her çağ için önemle talep arz etmektedir. Hayal gücünü içinde bulunduğu somut koşullarıyla hayata geçirmek isteyen birey


Ey Sevgili Irak -8  

2019 yılı ilk gününden itibaren gazetemiz İLKSES köşesinde Irakla ilgili şiirsel tarzda bir beyiti aralıklı şekilde yayımladık. 2006 yılında kaleme almış olduğum satırlarda beyan ettiğim sıkıntılar bir-kaç iken, zaman geçtikçe yaşanan olumsuzluklar, 13 yıl süre zarfında katlanarak kat be kat arttı. Afganistan, Filistin, Libya, Mısır, İran, Suriye, Sudan ve daha nice Asya ile Afrika ülkesi diken üstünde. Soğuk savaşın, sıcak bir savaşa evrildiğine tanık olmaktayız. Ne şekilde empoze edilecekse artık bu kaos, büyük bir savaşın tezahürüdür. Önceleri Irak ile İran olmak üzere akabinde Süriye’de taş üstünde taş kalmayıp her taraf kan revan içinde. Ortadoğu küresel güçlerin komisyonu pazarına dönüşmüş vaziyette. Mal, can ayırt etmeksizin her taraf tarumar ediliyor. Eskiden savaşında kendine  özgü  bir hukuku vardı. Şimdilerde ise hukuk tanımaz soytarılar türedi. Zira insanlık için büyük yıkım olan savaşın bile bir adab-ı olmalı. Ancak kişilikler densiz, ilişkiler derseniz kirli. İğrenç ve muğlak bir süreçten geçiyoruz. Duygular körelmiş, duyarlılıktan eser kalmamış. Sevgili okurlar konumuz sevgili Irak, başlıklı yazıyla sizinle buluşurken, ateşin bütün bölgeye yayıldığını görmezden gelemezdik. Takdir ederseniz, Irak’ın acılarını paylaşarak yâd ederken, bölgeye sıvışmış bu handikaplı cürümü açığa çıkarmamız bir insani görev olmalıydı. Nitekim yukarıda savaşı çağrıştıran kuşkulu yaklaşımla yaptığım yorumda keşke yanılıyor olsam. Ancak,


Ey Sevgili Irak -7

Tıpkı senin Mezopotamya  uygarlığına benzerlik arz ettiği  nitelikte  Güney Amerika’nın zengin köklü  birikimi  İnka ile Maya kültür adabıyla gelişen ülkelere, sömürgecilerin yaptığı barbarlık gibi. Arjantin, Bolivya, Meksika, Venezuela, Kolombiya, Şili ve daha nice Latin Amerika ülkesinin aydınlanma ufkunu açan, “Simon Bolivar, Jose de San Martin, Antino Jose De Suce, Emiliano Zapata” gibi devrimci aydınların sömürgecilere attığı tokat gibi. Bu aydınlardan esinlenerek; Fidel Castro, Raul Castro ve  Ernesto Che Guevara’nın 1959 yılında, Batista yönetimini alaşağı ederek ABD’ye inat, Küba’da gerçekleştirdikleri devrim gibi. Bu mecrada gelişmekte olanları içine sindiremeyen Amerika, Domuzlar Körfezi’nde 17 Nisan 1961 yılında kendi bombardıman uçaklarını Küba savaş uçakları rengine boyayarak, Küba topraklarını bombalarla döverek savaşı başlattı. Bu mukavemete, Amerika’ya karşılık veren Küba’nın  genç devrimcileri, savaştan ikinci kez zaferle çıktı. Keza burada,  Venezüella halkının bağrında yetişen iki kahraman insandan söz etmeden geçemedim. Birisi ruhu şad olsun değerli insan, Hugo Chavez. Bir diğer isimse Amerika’nın hedefindeki, Venezuela’nın yaşayan efsane  kahramanı  Nicolas Maduro. Türkiye’nin karşılaştığı ilk 1960 askeri darbesi olan süreçle, demokratikleşme  ve sanayi hamlesini başlatmak isteyenlerin önü kesilerek darbeyle susturuldu. Amerika’nın, 27 Mayıs 1960 darbesi, 12 Mart Muhtırası ve 12 Eylül askeri darbesiyle yakından bağlantısı olmuştur. 12 Eylül askeri darbesinin gazabına uğramış ve ülkesinden binlerce km


Ey Sevgili Irak-6

Batılılar Uzak Doğu ile Afrika’ya yerleşmek için misyonerleri  bölgeye gönderdiklerinde bölge  insanının bu konuyla ilgili hafızalardan silinmeyecek deyimi vardır. ‘Misyonerler bize geldiklerinde ellerinde kitapları vardı. Bizim ise toprağımız. Şimdi ise kitapları elimizde kaldı,  toprağımızsa onların elinde.’  Keza Amerika 6 Ağustos  1945 yılında Hiroşima’da sivil, savunmasız halkın üzerine attığı atom bombasıyla 140 bin insanın ölümüne neden oldu. Üç gün sonrada 9 Ağustos 1945 yılında Negazaki’ye attığı atom bombasıyla 143 bin insanın ölümüne neden oldu. Bu kez ABD 10 yıl sonra 1955 yılında Güney Doğu Asya’da, Güney ile Kuzey Vietnam  arasındaki çelişkiyi körükleyerek  bölgeye girip işgal kapılarını aralar. Vietnam, Kamboçya, ve Laosu içine alan bölgede savaşın fitilini yakar. 1955 - 1975 yılları arasında süren kesintisiz savaşta bölge insanından 5 milyon, ABD ordusundan 60 bin askerin ölümü ve Amerika’nın yenilgisiyle savaş son bulur. ABD’nin  bölgeden çekilmesiyle  Güney ve  Kuzey Vietnam Ho Chi Minh. ( Ho Amcaları ) ülkesinin birleşmesi, Kamboçya ile Laos’ta sosyalist yönetimlerin başa geçmesi sağlanır. Benim nazarımda ABD Japonya’da sivil ve savunmasız insanları katletmekle, Güney Doğu Asya’da yediği şamar tokadıyla yenilgiye uğramıştır. Sevgili Irak öylesi hile ve tertiplerle uğraşan sadist ve acımasız bir zihniyetin sana ne katkısı olacak. Bunlar değil mi bölgede patlayan Sünni öfkesini kendi


EY SEVGİLİ IRAK -5

Üzerinde yaşam sürdüğümüz gezegenimizin, 7,5 milyar insana ev sahipliği yapıyor olduğu ey insanlık. Hani nerede barışı sağlamaya yönelik barış gücü oluşturmuş sanal Birleşmiş Milletler. Hani nerede sözde insan hak ve özgürlüklerden sık sık söz edenler. Irak işgaliyle işlenen katliamlar ve halka yaşatılan ızdırap bütün insanlığın şahsına kastetmiştir. Her patlamada insanların havaya fırlayıp bedenlerinin parçalanarak hayatlarını kaybettiklerine tanık olmaktayız. Hayatlarını kaybetmeyenlerin ise ömürlerinin geri kalan bölümünü birer  engelli  insan olarak  sürdürmek zorunda kalacak. Bütün inancım, senin köklü geçmiş ve asil duruşun işgalcileri def etmeye yetecek. Tıpkı yıka yıka bir yere gelenler, yıkıla yıkıla geldikleri yere geri dönerler vuku bulduğu gibi. Amerika  dünya kamuoyu önünde hırsızlığa geldiği açıkça görüldü. Hırsız ise seni suçlu kendini ise güçlü gösteriyor. Ancak er ya da geç aklı selim galip gelecek. Hukuk litarütüründe ( haklar) güçsüzü güçlüye karşı korumak vardır. Çünkü hiçbir haklı savaş yoktur. Savaşla hak aranıyorsa asıl haklı savaşın mağdurlarıdır. Zira savaşlar çözüm olsaydı, barış savaşın galibi gelmezdi. Çünkü, savaştan sağ çıkanlara anılarla dolu acı dram, savaşta hayatını kaybedenlerin sonraki nesillerine savaşın kirli izleriyle kötü bir miras arta kalır. Ve kimse bu kötü mirası devralmak istemeyecek. Devamı bir dahaki köşeye. Sağlıcakla kalın.
 


Ey Sevgili Irak-4

Kimyasal silah bulunduruyorsun gerekçesiyle, hedef tahtasına alınarak, sana uygulanan ambargo ile dünyadan bağlantının kesildiği uzun bir süre sessizliğe gömüldün. Oyunun racon gereği olarak sana silah denetçileri gönderildi. Kimyasal silah denetçileri yaptıkları incelemelerde kimyasal silahın izine rastlamadıklarına dair tuttukları raporla geri döndüler. Bu yönde yaptıkları suçlamanın bir kanıtı bulunmadığı halde, bu hırslanmış katil sürüsü 2003 yılında adını İkinci Körfez Savaşı koydukları saldırıyı başlatırlar. Tarihte birçok kez toprakların istila edilip, kutsal mekanların tahrip edilerek, malın yağmalanıp, insanların katledildiyse de sen Irak oldun olalı böylesine bir vahşeti yaşamamıştın. Topraklarında yaşamlarını sürdürmekte olan insanlığa topyekun saldırı başlatılarak, günümüz teknolojisinde üretilen silahlarla her çaptan mermiyi gökten yağmur yağarcasına üzerine yağdırdılar. Her türden mermi ve kimyasal silah üzerinde denendi. Kurşun adres tanımaz deyimiyle her gün onlarca, yüzlerce ve hatta binlerce insanını yitirdin. Neydi bu başına gelenler ey sevgili Irak. Müstahak ve layık olmadığın durumla karşı, karşıya bırakıldın. Devamı bir dahaki köşeye. Sağlıcakla kalın.


Ey Sevgili Irak -3

Sözüm ona uygar olacaklar, uygarlık ve demokrasiden dem vuranlar, seçme ve seçilme hakkı temsiliyetini özgür iradenle sana meşru kılmadılar. Hep iradenin dışında senin çıkarlarına uygun olmayanlar iş başına getirildi. Bu iş başına getirilen yerli işbirlikçiler yağmacıların çıkarlarıyla örtüşünce bu işbirlikçiler sana ulusal kahraman diye lanse edildi. Yağmacıların çıkarlarına ters düştüklerinde hemen diktatör diye anıldı. Ardından diktatör diye teşhir ettiklerini ya ortadan kaldırmanın, ya da cezalandırmanın yolları arandı. Yakın tarihte oyuna getirilişin halen belleklerdedir. Sana ‘şatt al Arap’ı bahane ederek kullandıkları koz ile Irak, İran savaşını başlatan güçler, her iki taraftan yaklaşık bir milyon insanın ölümüne neden oldu. 1980- 1988 kadar suren savaşta, emperyalistler en karlı iş yapmış oldu. Buna müteakip yüzyıllardır aynı coğrafyayı paylaştığınız “Kürt kenti” emperyalistlerin, işbirlikçilerine satmış olduğu kimyasal Halepçe halkı üzerinde denendi. Binlerce insanın ölümüne neden olan bu saldırı, on binleri de yerinden ederek göçe zorladı. Bunun ertesinde Kuveyt bahane edilerek oyuna getirilen idarecilerini Kuveyt’e saldırttılar. Bu kurguladıkları senaryo ile ABD, Irak’a müdahale zeminini oluşturarak 1991 Basra Körfezi, Amerika güçleri tarafından işgal edildi. İnsanlık tarihine kara bir leke olarak geçecek olan bu kirli savaşın sanıkları diye adlandırılacaktır. Devamı bir dahaki köşeye. Sağlıcakla kalın.