Bir acı belgesel

Türkiye’de yaşayan ve Suriye Devrimi’ne katılmış mülteci bir annenin belgeseli İnşaat Mühendisi Can Adiloğlu tarafından çekildi. Adiloğlu, belgeselde travmalarla boğuşan bir ailenin yaşam mücadelesini aktarıyor


  • Oluşturulma Tarihi : 29.12.2017 08:06
  • Güncelleme Tarihi : 29.12.2017 08:06
  • Kaynak : HABER MERKEZİ
Bir acı belgesel

SULTAN GÜMÜŞ / ÖZEL HABER

İnşaat Mühendisi Can Adiloğlu bir belgesel çekimi yaparak kendilerini ayaklanmaların ortasında bulan ve bu ayaklanmalar sonrasında kayıplar veren Halepli bir ailenin yaşam mücadelesini ele aldı. Başkarakter Fatma Tatari, Suriye Devrimi’ne katılmış bir anne. Ayaklanmalar sırasında bir oğlu idam cezasıyla karşılaştı ardından serbest bırakıldı, eşi ise işkenceler uygulanarak öldürüldü. Anne Tatari, Suriyeli Muhaliflere kıyafetlerinin içerisinde silah ve bomba sakladı, yeri geldi protestolara katıldı. Bu kez tüm aile idam cezasıyla karşılaşınca çareyi Halep’i terk etmekte buldular. Evin büyük oğlu Murad Muhammed Almanya’ya, Anne Fatma Tatari ile küçük oğlu Abdurrahman ise evlenip Ankara’ya yerleşen kızları Bura’nın yakınlarına taşındı. Almanya’daki oğlunu yıllardır göremeyen anne Tatari, şimdi ise maddi imkansızlıklar ve “Savaşsaydınız, neden kaçıp geldiniz” diyen önyargılarla boğuşuyor. Belgeselin sahibi Can Adiloğlu kendisi için çok özel bir yeri olan bu hikayeyi gazetemizle paylaştı.

KAPALI KAPILAR ARDINDAKİ KADINLAR

Fatma Hanımla daha doğrusu mülteci sorunlarıyla ilk kez nasıl karşılaştığını anlatan Adiloğlu, “Mülteci annemiz Fatma Tatari Ankara’da yaşıyor. Kendisiyle tanışmadan önce Suriyeli mültecilerle birkaç tane film çalışması daha yapmıştım. Bir buçuk yıl önce Suriyeli çocukları esas alan projelerde yer aldım. Bu çalışmalara ilk kez orada yönelmemin sebebi; mültecilik Türkiye’de gerçekten ciddi bir toplumsal sorun. Dışlanarak, bir tarafa atılarak daha da büyüyen bir sorun. Çalışmada yaşadığım olumlu gelişmeler Suriyeli mültecilere yönelik çalışma sürdürmemde beni motive etti. Çocuklara ‘İleride ne olmak istersiniz’ diye sorduk hatta daha ötesine gidip ‘Ülkenin Başbakanı olmak ister misiniz’ şeklinde de sorumuzu yönelttik. O kadar olumlu cevap verenler oldu ki, bu bizi daha fazla şey yapma konusunda heveslendirdi. Yani bu sorulara olumlu yanıt vermeleri Türkiye’de rol oynayacaklarının, iyi bir eğitim alarak kendilerini geliştirebileceklerinin kanıtı. Tabi, ciddi bir dil sıkıntısı var. Onlarla iletişim kurmam pek kolay olmuyordu. Çocuklarla ilgili yapılan çalışmada tanıştığım Suriyeli bir beye bana yardımcı olmasını istedim. Kendisine bir yazı yazdım, ‘Birkaç mültecinin hikayesini anlatmak istiyorum’ şeklinde. Özellikle de mülteci kadınlar alanında bir şeyler yapmak istiyordum. Çünkü erkekler toplum içerisinde daha görünebilir olabiliyorlar. Fakat kadınlar öyle değil. Hep daha gizliler. Mülteci kadınların çoğu çalışmıyor, bu büyükşehirlerde evlerine saklanmış gibiler. Tamamen kapalı kalmış durumdalar. Böyle bir talebim oldu beyefendiden. Bana kadınların esas olduğu hikayeler bulabilir misin diye. Birkaç kez daha böyle hatırlatınca beni Fatma Hanımla tanıştırdı” diye aktardı. Babanın önceden Halep halı şirketinde çalıştığını, ailenin durumunun ayaklanmalar sonrasında altüst olduğunu belirten Adiloğlu şunları da ekledi: “Fatma Hanım’ın tercümanla birlikte önce ziyaretine gittim. Hikayesini dinlemek istedim. Kabaca bir hikayesini dinledikten sonra çekim günlerini ayarladık. Normalde belgesel röportajı çok interaktif bir süreçtir. Siz sorularınızı hazırlarsınız, sorarsınız ancak konu farklı noktalara kayabilir. Bu dilini bilmediğiniz birinin belgeseliyse sorun daha da büyüyebiliyor. O çekimleri alıp tekrardan çevirisini yaptım. Deneysel bir çalışma oldu benim için.”

DEVRİMCİ BİR ANNE

Fatma Hanım’ın devrimci bir kadın olduğunu vurgulayan Adiloğlu, “Fatma Hanımla röportajı yapmaya gittiğim zaman kendisi arkaya Suriye muhalefetinin bayraklarını asmıştı. Yani devrimci olarak kendilerini tanımlıyorlar. Ben bayrakları görünce biraz endişelendim. Politik anlamda belgeselin önüne geçen bir şey olabilirdi. Ancak çok da gerçekliğe müdahale etmek istemedim. Çünkü Fatma Hanım’ın özel bir yaşam öyküsü vardı. Fatma Hanım Halep’te yaşayan bir ev hanımıyken birden bire kendilerini bu ayaklanmaların ortasında buluyor. Evin büyük oğlu Murat, ilk başta protestolara gidip gelirken bir gün tutuklanıyor. Çocuklarından haber alamayan aile, Murat’ın mahkemeye çıkacağını öğreniyor. Avukat buluyorlar. Mahkemeye birkaç genç geliyor ancak o kadar çok dayak yemişler ki Fatma Hanım oğlunu tanıyamıyor. ‘Murat’ deyince ve oğlu kendisine bakınca anlıyor hangisi olduğunu. Mahkemede idam kararıyla karşılaşıyorlar. Tabi zaman geçtikçe karar değişiyor ve Murat serbest bırakılıyor. Bu süreç aile için çok büyük bir travma oluyor. Fatma Hanım oradayken muhalif savaşçılara yemek hazırlıyor, hatta kıyafetlerinin içerisinde onların silahlarını, bombalarını saklıyor. Oğlu bu kez İŞİD tarafından kaçırılıyor ve işkencelere maruz kalıyor. Onu kurtarmak için de bir yandan çaba sarf ediyor. Tam oğluna kavuştu derken bu kez bir çatışmada eşini kaybediyor. Buda ikinci bir travma oluyor. Bu aileyi daha da marjinalleştiriyor. Bu kez aileye kesin bir idam cezası veriliyor. Büyük oğlan Murat Almanya’ya kaçıyor, Fatma Hanım’ın kızı ise olaylar henüz gerçekleşmeden önce zaten Ankara’ya gelip evleniyor. Fatma Hanım’da küçük oğlu Abdurrahman ile birlikte Türkiye’ye geliyor. Önce Antep’e yerleşiyorlar ardından Ankara. Kızına daha yakın bir yerde bulunmak isteyince mültecilerin kaldığı mahalleden uzaklaşmış. Yaşadığı apartmanda tek Suriyeli kendisi. Küçük oğlu Abdurrahman 14 yaşında. Hem okula gidiyor hem de masraflarını karşılamak için çalışıyor. Çünkü maddi durumları iyi değil. Murat’ta Almanya’dan az çok para gönderiyor. Murat Almanya’da evli, çocuğu var. Ancak vize alamadıkları için buraya gelemiyorlar. Benzer şekilde Fatma Hanım da Almanya’ya gidemiyor. Neredeyse yıllardır birbirlerini göremiyorlar” dedi.

“ÜLKEMİZİ GERİ ALIRSAK…”

“Fatma Hanım’ın Ankara’daki yaşamı çok izole olmuş durumda” diyen Adiloğlu, Fatma Hanım’ın Ankara’da yaşamış olduğu değişime de değindi. Adiloğlu, “Belgeselin ikinci aşamasında da bunu görüyoruz. O kadar zorluklar içerisinden geçmiş, devrimci bir ruhla savaşmış, yeri gelmiş bombalar taşımış, protestolarda yer almış bir kadın, şu an basit bir yaşamı olan ev hanımı. Pazara gittiği zaman ‘Ne zaman ülkenize döneceksiniz’ sözlerini duyup ötekileştirilen, istenmeyen bir kadın konumunda. Sevilmediğini düşünen, dil öğrenmek isteyip ancak herhangi bir kurs yeri olduğu için öğrenemeyen bir kadın. ‘Benim dil öğrenmek için hiçbir şansım yok, nasıl Türklerle kaynaşabilirim’ diyen bir kadın. Topluma adapte olma konusunda ciddi problemlerde yaşıyor. ‘Ne zaman gideceksiniz’ diyenlere, ‘Ülkemizi geri alırsak ilk dönen ben olacağım’ diyen bir kadın” şeklinde yer verdi.

Ailesi için mücadele eden bir annenin Suriye sorununu anlatması belgeselin bütününü oluşturuyor. Adiloğlu, ‘Neden kaçtınız da savaşmadınız’ diyenler pazarda gezen Fatma Hanımı gözlerinin önüne alsınlar. Kıyafetlerinde bomba, silah taşıyan Fatma Tatari’yi. Basit bir eleştiriyle geçiştirilemeyecek hayatlar var. Belgesel çekimine ilk gittiğimiz gün küçük oğlu Abdurrahman, telefonundan babasının parçalanmış fotoğrafını gösterdi. ‘İşte bu benim babam’ diyerek. Filmde tabi bunu kullanmadım ama hikaye içerisinde geçiyor. Felaket bir fotoğraftı. Travmalarla dolu bir hayat. Kimi için Fatma Hanım bir kahraman kimi içinse terörist. Ancak baktığımızda sadece ailesini düşünen masum bir anne” diye aktardı.

Haber Merkezi