Tarih kadar yalnızlar!

Yerel Tarih Araştırmacısı Mehmet Ozan Semerci ile birlikte Konak ve Basmane’de bulunan hazire alanlarını araştırarak camilerin bahçesinde bulunan tarihi mezar taşlarını gözlemledik. Mezar taşlarının sahipsiz bırakıldığını, bakımsızlığa terk edildiğini gördük


  • Oluşturulma Tarihi : 25.03.2018 08:57
  • Güncelleme Tarihi : 25.03.2018 08:57
  • Kaynak : HABER MERKEZİ
Tarih kadar yalnızlar!

SULTAN GÜMÜŞ / ÖZEL HABER

André Malraux, “Mezarlıklar, defin adetleri ve mezar taşları bir medeniyet için en önemli kimlik göstergesidir” der. Bu anlamda Osmanlı mezarları ile mezar taşları ve cenaze törenleri Osmanlı insanının temel niteliğini gösterir; tevazu ve ölümün soğukkanlılıkla karşılanması, hatta ölümün hayata ısındırılması da bu niteliklerin içerisindedir. Mezarlıklar ve mezar taşları uygarlık tarihinin başlangıcından bu yana hemen her toplum için özel önem kazanmış alanlardır. Özellikle Anadolu'da var olmuş uygarlıklarda bu önem daha da belirgindir. Ayrıca başta Müslüman toplum olmak üzere tekil olarak bazı mezar ve mezar taşlarının da özel öneme sahip olduğu ayrı bir konudur. Yatırlar, dedeler, türbeler bunlara örnektir ve İzmir şehri de bu tür mezarlar açısından oldukça zengindir. Peki, müthiş öneme sahip mezar taşları neden bu halde? Adeta bakımsızlığa terk edilmiş mezarları ve mezar taşlarını Yerel Tarih Araştırmacısı Mehmet Ozan Semerci ile birlikte gözlemledik. Camilerin arka taraflarına atılmış mezar taşları dönemin önemli isimlerine ait. Ve bu isimlerin mezar taşları hiçbir şekilde korunmuyor, çöplerin, çalıların arasında yok oluyor. “Ecdadımızın mezar taşlarına sahip çıkılmıyor” diyen Semerci yaşatılan bu rezilliğe Yaşar Kemal Beyatlı’nın bir sözüyle tepki gösterdi: “Unutmayalım ki, biz ölülerimizle birlikte yaşarız.” Cami, mescid, türbe ve benzeri yerlerin bahçelerinde bulunan küçük mezarlıklara ‘Hazire’ denir. Günümüzde mevcutları epey azalmış olan bu tarihi kabristanlarımız medeniyet tarihimiz bakımından çok önemlidir. Ancak her bir mezarın ya da mezar taşının göz göre göre kayboluşu medeniyet tarihimizin de yok oluşu anlamına geliyor. Şimdi gelin bu yok oluşa birlikte tanıklık edelim.

MEZARLAR ÜLKEMİZİN ŞİFRELERİ

Araştırmacı Mehmet Ozan Semerci ile beraber ilk durağımız öncelikle Çorakkapı Camii idi. Camiinin sağ tarafına yerleştirilmiş olan mezar taşları görenleri hayrete düşürüyor. Çünkü hiçbir estetik ve düzen olmadan öylece bırakılan mezar taşları çalıların arasında kayboluyor. Çalıları da geçtik mezar taşlarının bir kısmı kırılmış vaziyette. Dönemin birçok önemli ismine ait olan bu mezar taşlarının acilen korunması gerektiğini vurgulayan Semerci, “Hazirelerdeki problemimiz buralar bakımsız ve sahipsiz. Neredeyse ilgilenen hiç kimse yok. Bu mezarlar ülkemizin şifreleri ve kara kutuları. Bizim milli kültürümüzün kaynağı bu hazirelerdir. Bu mezarlar sıradan mezarlar değildir” dedi.

TAŞLAR PERİŞAN HALDE

“Buranın mülk olarak sahibi Vakıflar Bölge Müdürlüğü” diyen Semerci, Çorakkapı Camii’nde sadece iki ya da üç mezarlığın ayakta kaldığını mezar taşlarının ise kırılmalara maruz kaldığını belirterek şöyle devam etti: “Burayı kullananlar ise müftülük. Cami de hizmet gören herkesin her gün hazire alanlarını temizlemesi lazım. Hele ki mezar taşlarını yanlışlıkla dahi olsa kırmak söz konusu dahi olamaz. Taşlar perişan halde. Müftülüğün en büyük vazifesi buraları korumak. Çorakkapı’da yer alan bu mezar taşlarının devamı da vardı. Ancak oralar tamamen yok edilmiş. Geriye sadece bu kısım kalmış durumda. Ancak böyle giderse bunlar da kalmayacak gibi görünüyor. Zaten bir iki mezar ayakta. Diğerlerinin başları var ama alt tarafı yok. Mezarlıkların kimlere ait olduğu ise birkaçının üzerinde yazıyor.” 25 senedir elinden geldiğince bu konuyu herkese anlattığını dile getiren Semerci, çok büyük çabalarla değil küçük tamirlerle mezarların ve mezar taşlarının tekrar ayağa kaldırılabileceğini vurgulayarak, “Hazirelerle ilgilenmek belediyenin vazifesi değil. Tekrardan vurgulayayım Vakıflar Bölge Müdürlüğünün sorumluluğunda. Müdürlük ufak birkaç dokunuşlarla, tamirle buraları ayağa kaldırabilir. Hatta vakti zamanında ben Çorakkapı ve Hacı Mahmut camileri için sponsor da buldum. Adamlar dedi ki ‘Biz parayı verelim sen hallet. Bizi böyle bürokratik şeylerle uğraştırma’. İnanın çok zor değil. Küçük çaplı bir restorasyon ile kurtarılabilir. Ancak Vakıflar Bölge Müdürlüğü çok fazla meşgul olduklarını belirterek ilgilenmiyor. Ve diyorlar ki ‘Çorakkapı’yı tamir edeceğimiz zaman onunla da ilgileniriz.’ Bu camii üç kez tamir edildi. Ancak mezar ve mezar taşlarının bulunduğu hazire alanına yine de bir şey yapılmadı” diye konuştu.

NASIL REVA GÖRÜYORSUNUZ?

Semerci ile birlikte ikinci durağımız İplikçi İsmail Dede Türbesi oldu. Türbe bir önceki durağımız olan Çorakkapı Camii’nden daha perişan haldeydi. Sözde burası bir türbe ancak içerisinde kırık mezar taşları dışında bir şey yok. Tabi bir de çöpler. Semerci türbeye ilişkin şunları aktardı: “Sözde türbe olarak geçiyor ama içerisinde mezar yok ve vakti zamanında satılmış. Bu sokak böyle boydan boya medrese ve cami vazifesi gören bir yerdi. Bundan 60 ya da 80 sene önce burada kuran okunuyormuş, teravih namazları kılınıyormuş. Ancak Vakıflar Bölge Müdürlüğü burayı satmış ve bir hanım almış. Hanımda odaları kiraya vermiş. Para gelecek nasılsa diye türbenin içindeki mezarı da bozmuş. Orayı dümdüz etmiş. Bekarlara kiraya vermiş. Türbe sizin de gördüğünüz gibi oldukça bakımsız durumda. Hatta çöplerin arasında görünmüyor. Bakar mısınız mezar taşlarının üzerindeki motiflere ne kadar muazzam. Bu muazzamlık hak ediyor mu bu çöplüğü? Mezar taşlarının üzerindeki kavuklardan anlıyoruz ki burada ilmiye sınıfından biri var. Dönemin bu önemli şahsiyetlerine bu rezalet nasıl reva görülür?”

KÜÇÜK BİR ÇOCUK SAYESİNDE

İplikçi İsmail Dede Türbesi ile nasıl karşılaştığını kaydeden Semerci, küçük bir çocuğun aracı olduğuna dikkati çekerek, “Bölgede gezerken ufak bir çocukta arkamdan dolaşıyordu. Dikkatimi çekti ‘Sen niye dolaşıyorsun gel bakalım buraya’ dedim geldi. ‘Amca sen ne arıyorsun buralarda’ dedi. Ben de ‘Tarihi evleri arıyorum’ dedim. ‘Her gelen ev arıyor bu evlerde ne var’ dedi. ‘Amca gel bak ben sana bir yer göstereceğim’ diyerek devam etti. Onunla gittim ve kuytu bir yerde küçük bir mezar gösterdi. İçine giremiyorsun bir delik var bahçe duvarında oradan bakıyorsun içeriye. Bakımsız bir yer ama muhteşem. Çocuk benim oradan etkilendiğimi fark etti. ‘Amca buraya iplikçi İsmail Dede’nin yeri derler. Beğendin mi?’ dedi. ‘Çok beğendim’ dedim. O çocuk beni tamamen mezarlara döndürdü. Meğer İzmir’de ne mezarlar varmış. Estetik var, edebiyat var, tarih var… Peki, bu estetik, edebiyat ve kocaman bir tarih neden yalnız? Burayı bu halde görünce resmen çarpıldım. Sadece ilgilenen ben değilim. Gazetecisi geliyor yazıyor, sanat tarihçisi gelip bakıyor, araştırmasını yapıyor, meraklısı, ‘vay yazık’ diyeni bir şeyler yapmak için dilekçeler veriyor ama hiçbir çözüm elde edilmiyor” diyerek sitem etti.

ECDADIMIZDAN GERİYE…

İplikçi İsmail Dede Türbesi’nin ardından Esnafşeyh Camii ve Hacı Mahmut Camii’ne de uğradık. Oralarda da manzara aynı. Sanki sorumlular tek bir amaç için birleşmiş gibi. Görünen o ki bu amaçlarından derhal geri dönmeleri lazım. Aksi halde Semercinin dediği gibi, “Ecdadımızdan geriye hiçbir şey kalmayacak.” Konuşmasına devam eden Semerci tehlikenin büyüklüğüne yer vererek şöyle ekledi: “Mezar taşları üzerinde çalışma yapmış olanların kaygılarını dile getiren ortak soru şudur: ‘Günümüzde bu taşların en basitini dahi yapabilecek bir taş ustası var mıdır?’ Diyeceğim şu ki kaybolan her taş telafisi asla mümkün olmayacak bir büyük kayıptır. Her geçen gün zararımıza işliyor. Böyle giderse gün gelecek geçmişimizin bu önemli belgelerini arkeolojik kazılarda arayacağız ama yine de bulamayacağız. Tehlike o derece büyüktür.”

HAZİRELERİMİZ HAZİNELERİMİZDİR

Hazireler de genellikle o beldenin ilim-irfan, hayır-hasenad ve mevki-mansıb sahibi tanınmış kimseler ile yakınlarının gömülü olduğunu söyleyen Semerci, “Bu kişilerin tarihle yakinen alakalı olabilecek biyografilerinin bilinmesinde hazirelerdeki mezar taşları önemli birer belge durumundadır. Hazire mezarlıkları aynı zamanda Türk-İslam sanatının da eşsiz örnekleri ile doludur. Tarihi eserlerimizi korumak vatanı korumak kadar önemlidir. Çünkü onlar bu topraklar üzerinde yüzlerce yıldan beri yaşadığımızın ve büyük bir medeniyet kurduğumuzun delilleridir. ‘Ben bu taşları okumasını dahi bilmem. Ne etkim ne de yetkim vardır, ben ne yapabilirim ki, benim neye gücüm yeter?’ demeyin. Sizler de kaygılanın, merak edin, ve gönül verin. Büyük küçük hepimizin yapabileceği bir şeyler mutlaka vardır. Hazirelerimizi ve tarihi mezarlıklarımız kirleten, tahribe yeltenen kişileri, kurum ve kuruluşları, Valiye, Kaymakama, Belediye Başkanına hatta Savcılığa veya Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kuruluna, Kültür Müdürlüğüne yazılı ya da sözlü şikayet edebilirsiniz. Basınımız bu tip haberlere her zaman ilgi göstermiştir. Özellikle yerel basın bu hususlara çok alaka göstermektedir. Hazirelerde ve bütün tarihi eserlerimizde izinsiz yapılan her iş suçtur” dedi.

SIRA BİZLERE GELMEDEN…

“Milletimin, tarihimin, milli kültürümün sevdalısıyım” diyerek sözlerine devam eden Semerci, şöyle kaydetti: “Ve bize bu güzel vatanı bırakmış olan atalarımı çok seviyorum, onlara sonsuz saygı duyuyorum. Biliyorum ki ben atalarımın mezarlarına sahip çıkarsam torunlarım da benim mezarlarıma sahip çıkacaktır. Hazireler üzerinde yaşadığımız bu toprakların tapu senetleridir. Milli tarihimizin, milli kültürümüzün belgeleridir. Eski mezarlarımız, bizleri atalarımızın hatıralarında ortak duygularla birleştirerek milli birliğimizin perçinlenmesinde çok önemli roller üstlenir. Bizler maalesef ki henüz bunun farkında olamadık. Atalarımız yüzyıllar öncesinden bizleri ikaz ediyor ve şöyle diyor: ‘Bugün bana ise yarın sanadır.’ Sıra bizlere gelmeden mutlaka bir şeyler yapmalıyız.”

Şair Süleyman Nazif’in, “Dedem koynunda yattıkça benimsin, ey güzel toprak. Neler yapmış bu millet, en yakın tarihe bir sor, bak” mısrası ile Fransız Yazar Gustave Flaubert’in, “Mezarlık Doğu’nun (Türk topraklarının) güzel şeylerinden biri. Bizdekilerin kuruluş tarzında bulduğum o içten, rahatsız eden hava yok bunlarda. Her yerde ve her an insanın karşısına çıkıveriyorlar. Ölümün ta kendisi gibi. Pazar yerinden geçer gibi geçiyorsun mezarlıktan. Serviler dev boyutlarda. Bu da kutsal şehre (İstanbul’a) huzurlu bir yeşil ışık veriyor. Mezarlıklar şehrin ortasında bitmiş ormanlar gibi” cümleleri hazirelerin önemini bir kez daha vurguluyor. Ancak acilen müdahale edilmezse bu toprakların koynunda yatan dedelerimizin yüzlerce yıldan beri yaptıklarını zor ispatlayacağız.

 

Haber Merkezi