Sayfa Yükleniyor...
Ödemişte yer alan Birgi Kasabası tarihi ve turistik dokusuyla adeta zamana direniyor. Birgide en büyük ilgiyi ise kasabada yer alan tarihi konaklar görüyor
SULTAN GÜMÜŞ / ÖZEL HABER
Egede zaman kavramı yok çünkü Ege her mevsim güzel. Dilediğiniz zaman dilediğiniz yerleri gezebilirsiniz. Burası kendinizi iyi hissedeceğiniz coğrafyaların başında gelir. Kent merkezi, mazisine dair değerini yitirmiş olmasına rağmen; kasabaları ve beldeleriyle hala kültürel izlerini ayakta tutmuş durumda. İzmire çok da uzak olmayan bu saklı cennetlerden biri de Ödemişe bağlı Birgi kasabası. Bozdağın eteklerinde kurulan yaşama tanıklık ederken; tarihin ve coğrafyanın görkemine sizler de şaşıracaksınız.
Yolumuz geçen hafta sonu Ödemişe bağlı Birgi kasabasına düştü. Kadim Anadolunun güzelliği ile büyüleyen bir geçmiş zaman kasabası niteliğindeki Birgi; Bozdağın eteklerinde kurulmuş; Sarıyar deresinin ikiye böldüğü; dokusunun hala sapasağlam ayakta kalabildiği yerlerden biri. Birgi diğer kasabalardan oldukça farklı. Çünkü burada türbelerden tutun da tarihi konaklara kadar birçok şey var. Hal böyle olunca ziyaretçisi de fazla oluyor.
EN LEZZETLİ ŞİVELERDEN
Ödemişe Basmaneden trenle gelinebiliyor. İki saat süren keyifli ve manzaralı bir yolculuğun ardından sanki zamanın durduğu bir yer gibi hissettiğim Ödemişe vardık. Daha sonrasında ise Çamyayla Köy Muhtarı Alİ Uysalın yardımıyla Birgi Kasabasına ulaştık. Burada Ege şivesinin en lezzetli örneklerini duymak beni mutlu etti. Duruveren mi? diyor bir yaşlı çınar, yol kenarındaki bahçeli evine yaklaşınca. O inip kendi hikayesine devam ederken, biz de Birgiyi gezinmeye başladık. Ardıçlarla kaplı yolların ortasından köy meydanına doğru ilerlerken, yükseklerin rüzgârları selamlıyor. Öyle ki bu mistik yerin, önce Zeusun sonra Hz. İsanın şehri olarak anıldığını söylüyorlar.
PATİKALARDAN ÖTE TARAFA
Birginin sokaklarına dalıp, önce karşı yamaçtaki evlerin bulunduğu mahalleye doğru yürüdük. Burası merkeze göre daha eski ve bakımsız görünüyor. Birçok ev yıkılmış veya yıkılmak üzere. Yol ağzında vakti zamanında köyde yaşanan selde yıkılmış bir hamam kalıntısı da bulunuyor. Dar sokaklardan geçerken; köpeklerin yabancılara reaksiyonu eksik olmuyor haliyle. Buradan evlerin biraz daha üzerine çıkıp, vadiyi ve Bozdağı görebileceğimiz bir tepeye çıkıyoruz. Sanki bir sunak gibi şekillenmiş tepeden ovaları ve dağları izlemenin keyfini tarif etmek zor. Bu kısa seyirlikten sonra tekrar geldiğimiz yoldan, artık çiçek açmış erik ağaçlarının gölgesinde Birgi sokaklarına geri dönüyoruz. Evler, taş estetiğinin bir yansıması adeta. Bazı evlerin önünde gençler inşaatla uğraşırken bazı evlerde çocukların oyun oynarken ki neşesi duyuluyor. Bir teyze camdan başını dışarı uzatıp Hoş geldiniz diyor. Yaşlı bir amca kapısının önünde zeytin ağaçlarının dallarını ufalıyor yakmak için. Böyle akıp gidiyor hayat Birgide. Köy meydanına vardığımızda tezgahlarda yer alan adaçayı, patates, erik kurusu gibi onlarca yerel lezzetin hangi birini tadacağımızı düşünürken, çınar altındaki kahvelerde çay veya kahve içmeyi es geçmemek gerekir diyerek oturuyoruz. O meydandan da Friglerin, Lidyalıların, Perslerin, Türkmenlerin geçtiğini, her birinin kendince izler bıraktığını düşününce ne kadar mühim bir yer olduğunu anlıyorsunuz.
BİR SIĞINAK GİBİ
Birginin genellikle yerli taşlardan örülü klasik mimarisinin yanında, Çakırağa Konağı gibi gerçekten insanı büyüleyen bir yapısı da var. 1763te Mustafa Şerif Çakırağa tarafından, ahşapları Venedikten getirilerek yapılan üç katlı bina, 18inci yüzyıl Avrupa mimarisinin de izlerini taşıyor. Tavanlarında Küçük Menderes havzasında yetişen 72 çeşit sebze ve meyve resimleri yer alıyor. Üç katlı konağın zemin katından üst katına kadar zarafet sergisi gibi gezilebildiğini görmek güzeldi, tabii duvarlardaki ince işçiliğin; estetiğin mühim boyutunu göstermesi gibi. Kesinlikle iyi korunmuş olması, özellikle mimari ve fotoğraf sevenler için en ideal durum. Konağı dolaşırken, doğal afetlerden veya yangınlardan korunmuş olmasına şaşırdım ve İyi ki bugüne kadar ulaşabilmiş dedim.
VE DAHA BİRÇOK YAPI
Çakırağa Konağından sonra Ulu Cami ile karşılaştık. Aldığımız bilgilere göre Ulu Cami, 1312de, beylikler döneminin ilk camilerinden biri olan Mehmet Bey tarafından yaptırıldı. Türk-İslam mimarisinin en iyi örneklerinden biri olan caminin güney duvarındaki antik aslan yontusu bir cami için oldukça ilginç. Çivi kullanılmayan ahşap işçiliğiyle de dikkat çeken Ulu Cami, çinilerle kaplı minaresiyle de ilgi odağı. Kısacası konaklarıyla, türbe ve medreseleriyle, camileriyle, taş evleriyle, dere ve çeşmeleriyle Birgi; mutluluk ve huzur arayanlar için bir sığınak gibi. Zamanın durduğu bir yeri andıran Birgi, ayrılırken insanda yeniden gelme hissi uyandırıyor. Geldiğinizde güne başlarken, Elif Hanım Konağında köy ekmekli kahvaltı etmeden, gün içinde de Baba Lokantasında yerel mutfağı tatmadan, adaçayı içip, Bozdağ patatesi yemeden dönmeyin diyorlar. Biz treni kaçıracağımız için bunları yapamadık. Ancak tavsiye ediliyorsa gitmekte fayda var.
Haber Merkezi