Sanat politikası üretmemiz lazım

Tayfun Erarslan hayalindeki meslek uğruna, okuduğu bölümü son sınıfta bırakmış bir isim. Şimdilerde ise tüm enerjisini İzmir için harcıyor. Hem oyuncu hem de yönetmen ve idareci gözüyle tiyatronun toplumsal yerini, tiyatroya ve sanata dair her şeyi İzmir Devlet Tiyatrosu Müdürü Tayfun Erarslan ile konuştuk


  • Oluşturulma Tarihi : 24.11.2015 07:50
  • Güncelleme Tarihi : 24.11.2015 07:50
  • Kaynak : HABER MERKEZİ
Sanat politikası üretmemiz lazım

EMİRCAN IŞILDAK

Tayfun Erarslan, lise yıllarından beri hayalini kurduğu konservatuvar ve oyunculuk hayaliyle üniversite eğitimini son sınıfta değiştirmeye karar verecek kadar cesur biri. Şimdilerde ise tüm enerjisini ve mesaisini İzmir için, İzmirli tiyatro severler için harcıyor.

Bizim Evin Halleri’nin Doktor Kemal’i, Gümüş dizisinin Levent’i, Hanımın Çiftliği’nin Zekai’si Erarslan, hem oyuncu hem yönetmen hem de aynı zamanda bir idareci. Biz de Erarslan ile tiyatroya ve sanata dair bir söyleşi gerçekleştirdik.

Tayfun Bey ilk olarak sizinle başlayalım. Bize biraz kariyerinizden bahseder misiniz?

İlk olarak 1993 yılında Devlet Tiyatrosu’na girdim. Bu anlamda İlk görev yerim, mecburi hizmet olarak gittiğim Adana oldu. Bu süreç içerisinde de Diyarbakır’da iki sezona yakın, Ankara’da da üç sezon sanat yönetmeni müdürü olarak görev yaptım. 2007 yılında İzmir’e geldim. Önce oyuncu olarak geldim buraya. Halen de oyuncu ve rejisör olarak devam ediyorum. 2015’in Haziran ayında da İzmir Devlet Tiyatrosu’nun Sanat Yönetmenliği’ne getirildim. Yani anlayacağınız hem müdürlük sürüyor, hem oyunculuğum devam ediyor. Fırsat buldukça da rejisörlük yapmaya çalışıyorum. Kısacası 1993’ten beri tiyatro için çalışıyorum, çalışmaya da devam edeceğim.

“İNSANLIK VAR OLDUKÇA TİYATRO VAR OLACAKTIR”

Devlet tiyatrosu nasıl evrelerden geçti, hangi süreçlerden günümüze geldi?

Devlet Tiyatrosu 1949 yılından beri resmi tüzel kimliğiyle, Türkiye’nin tiyatro alanında büyük bir boşluğunu dolduran bir amiral gemisi. Tabi ki İstanbul Şehir Tiyatroları da çok önemli. Ülkemizde faaliyet gösteren diğer özel tiyatrolar da çok kıymetli ancak Devlet Tiyatrosu’nun çok ayrı bir yeri var. Devlet Tiyatrosu 1949 yılında Ankara’da tek sahne ile hayatına başlayıp, günümüze kadar gelindiğinde,  12 kadrolu yerleşik bölgesi ve tüm turne şehirleriyle bir sezonda yaklaşık beş bin kez perde açan dev bir kurum haline dönüşmüş durumda. Faaliyetleri dev ama imkanları kısıtlı bir vaziyette yer alıyor. Kısıtlı bir bütçe ve kısıtlı bir kadroyla sevdayla canla başla çalışarak, tüm yurt sathında tiyatroyu sevdirmeye gayret ediyor. Devlet Tiyatrosu’nun kuruluş amacı zaten yerli ve yabancı tiyatro sanatının en iyi örneklerini, ehil ellerle ve arkasında maddi desteği devlet tarafından finanse edilerek, halka olabildiğince ucuz şekilde sunmak. Bunu tiyatroya herkesin ulaşabilmesi için yapmak. Devlet Tiyatrosu’nun hem alanında öncü olmak gibi bir görevi var, hem de tiyatro alanına destek olmak gibi bir sorumluluğu var. Dönem dönem zorluklar tabiki de yaşanıyor ama şunu rahatlıkla söyleyebiliyoruz ki bu sanata ilgi hep var. Yani özellikle dizilerle ve sinemalarla birlikte tiyatroya ilgi azalıyor gibi bir düşünce mevcut. Fakat bizi en çok mutlu eden şeylerden biri de tiyatroya olan ilginin hiç azalmaması, hep var olması. Çünkü insanlık var oldukça bu sanat var olacaktır. Tiyatronun enerjisi ve sıcaklığı insanlara hep özel gelmiştir ve gelecektir diye düşünüyorum.

“TÜRK TİYATROSUNUN ÖNEMLİ ESERLERİNİ ÖN PLANDA TUTUYORUZ”

İdareci yanınızla bakarsak, oyun seçmede nelere dikkat ediyorsunuz?

Etki olarak olmasa da belirleyicilik pek tabi oluyor. Ama bu durum kişisel beğenilerle yapılan bir iş değil; Olmamalıdır da. Hele ki böyle bir kurumda, halkın desteği ve vergileriyle ayakta duran bir kurumda bu seçimi kişisel tercihlerle sınırlamak bencillik olur. Çünkü varoluş amacımız belli, kuruluş amacımız belli, hizmet alanımız bellidir. Bizim için belirleyici olan en önemli etken, yaşadığımız dünya ve yaşadığımız günler. Olabildiğince gündemi takip etmeye çalışıyoruz. Öncülük ve hatırlatma, fark ettirme görevimizle insanın yaşamında önemli olan konu başlıkları ya da önemli noktaları, onlara bir kez daha hatırlatmak istiyoruz. Bazen kaybolan bir değerle yüzleştirmek, bazen unutulan bir değeri tekrar hatırlatmak bazen de eksik gördüğümüz bir alanı vurgulamak istiyoruz. Bunu vatandaştan bürokratlara, siyasetçilere kadar duyurmayı arzuluyoruz. Böyle kriterlerimiz var. Yani gösterimi yapılacak oyunları bu şekilde seçmeye çalışıyoruz. Ancak kuruluş kanunumuza ve halka olan sorumluluğum dolayısıyla özellikle yerli yazarların oyunlarını, Türk tiyatrosunun önemli eserlerini ön planda tutmaya çabalıyoruz. Dünya edebiyatından da kendi alanında klasikleşmiş, özel tiyatronun ekonomik nedenlerden ötürü sergileyemeyeceği büyüklükte projeleri de biz sergilemeye çalışıyoruz. Gündem ve seyircinin nabzıyla, bizim misyonumuz arasında bir repertuar oluşturuyoruz.

Ülkemizde tiyatronun ve sanatın geleceği hakkında ne düşünüyorsunuz?

Sanatın geleceği hakkında bir kehanette bulunmak istemem açıkçası. Sanat kavramının hiçbir zaman yok olmayacağını, kaybolmayacağını biliyorum ve inanıyorum. Çünkü sanat kavramı doğduğundan beri dönem dönem dünya üzerinde sürüsüyle baskıya maruz kalmıştır, yasaklarla karşılaşmıştır ama her zaman yaşamaya devam etmiştir.Sanat insanın, bireyin doğasından gelen bir şey. Estetik duygusuyla alakalı bir olgu. O nedenle yok olmayacağını düşünüyorum. Ama ön plana çıkarılması, yaşama etki edebilmesi, insanlara nüfuz edebilmesi noktasında eksiklikler olabilir. Bunu bir birey olarak, vatandaş olarak söylüyorum. Ülkemizde sanat politikası yoksunluğunu şiddetle hissediyorum. Ama bu sanata ilgi yok demek değildir. Sanata destek verilmiyor anlamına gelmiyor. Hükümetler her dönem sanata verebildikleri desteği vermiştir. Ama bunun yaşama entegre edilmesi, insan yaşamına değdirilmesi noktasında bir organizasyon eksikliği olduğunu düşünüyorum. Bu sadece sanat kurumlarının çoğaltılması, bu kurumların desteklenmesi, sanat eserlerinin üretimine katkıda bulunulması değil. Aslında bu biraz organizasyon kalitesi sorunudur. Bunların üzerine gidilmesi gerekir.

“SANATTA ESTETİK ÇOK ÖNEMLİ”

Daha iyi olması için neler yapılabilir?

Sanat eğitimi okulda başlar. Sanatın gerekliliğinin, insana küçük yaşlarda aksettirilmesi gerekir. Bu kısımda eksiklikler, noksanlıklar görüyorum. Felsefenin konuşulmaması, felsefenin ortadan kalkması kaygı verici. Felsefenin müfredatlardan kaldırılması, sanat tarihinin, sanat politikasının nedenselliğinin işlenmemesi estetik sorununu beraberinde getiriyor. Yalnızca ülkemizde değil, birçok ülkede de görebiliyoruz. Estetik çok önemli. Bu gibi olaylar kaybolunca estetik de kayboluyor. Estetik eksikliğinde sanatta arz kayboluyor, talep kayboluyor. Domino taşı etkisi yaratıyor. Ancak bizi mutlu eden nokta, münferit eylemler çok yoğun, sanata atılan adımlar azımsanmayacak bir boyutta. Sanata verilen paylar, bütçeler, verilen destekler ayrı bir uzmanlık alanlarının konuları. Bu destekler de tartışılabilir fakat bir sanat ve kültür politikasının şiddetle hayata geçirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Çünkü sanatın ve tiyatronun bir ihtiyaç, bir yaşam biçimi olması için de, ilkokuldan itibaren bütün derslere sanat dersleri koyulması lazım. Bu düşünce biçiminin, küçük yaştan itibaren insanlara nüfuz ettirilmesi çok önemli.

Yeni hükümetten ve özellikle Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan beklentileriniz neler?

Bunu Tayfun Erarslan olarak söylüyorum ve inanarak ifade ediyorum; Bakanlıklardan ya da hükümetlerden her dönem bir şekilde sanat destek görmüştür. Bu bazen az bazen de çok olmuştur ama destek mutlaka görmüştür. Sanat alanı çok müdahale edilen bir alan değildir aslında. Alan kendini korumadığı zamanlarda aşırı müdahalelere maruz kalmıştır. Ancak bu da yine bir etki-tepki meselesidir. Kurumsal olarak değil ama benim bireysel beklentim, bu tarz ödenekli kurumların yaşatılması yönündedir. Çabam da hep bu uğurdadır. Bu yapılara kar-zarar mantığıyla bakılmaması gerekir. Ticari olarak görülmemesi gerekir. Çünkü buralar ticarethaneler değil. Dolayısıyla işletme gözüyle bakılamaz, bakılmamalı da. Bu tarz kurumların varoluşunun nedenselliği, hiçbir zaman göz ardı edilmemeli diye düşünüyorum. Ancak iyi niyetli, planlı bir şekilde 50 yıl sonrasını öngören bir kültür sanat politikasına bence çok ihtiyacımız var.

“İZLEYİCİ DAHA ÇOK TALEP ETSİN”

İzmirlilerin tiyatroya bakışını nasıl buluyorsunuz? İlgi yeterince büyük mü?

Aslında İzmirlilerin talebi ve ilgisi yeterli fakat biz onlara yeterince arz edemiyoruz. Şu sıralar Devlet Tiyatrosu bir salon sıkıntısı yaşıyor. Fakat bu durum geçici bir süre böyle devam edecek. Karşıyaka’daki salonumuz inşaat durumunda olduğu için tek salonla hizmet vermeye çalışıyoruz. Urla’da bir sahne açtık. İzmir için çalışıyoruz, kentlinin de ilgisi her zaman yoğun oluyor. İzmir seyircisi bizi hiçbir zaman yalnız bırakmıyor. Sanatın her alanında daima bizimleler, yan yanalar. Ben kendi adıma bu katılımlardan dolayı çok mutluyum, çok müteşekkirim. İzmirli vatandaşlarıma da çok teşekkür ediyorum. Ancak daha da talepkar olmalarını arzuluyorum. Yani daha çok talep etsinler, eleştirsinler. Sorgulasınlar, yol gösterici ve de yön gösterici olsunlar. Bu konuda eksiklik var. Çünkü İzmir seyircisi çok nazik. Hatta eskilerin dediği gibi İzmirli seyirciler çok kadirşinas. Ancak daha fazla belirleyici güç olmaları lazım. Eleştirel bakmaları gerek. Bu kurum onların kurumu. Bu yapılar, kurumlar vatandaşlarımız için var. Biz yalnızca görevimizi yapıyoruz. Onların geribildirimleriyle sinerji doğacaktır. Umuyorum ki 2016 yılı bitmeden Karşıyaka Sahnesi’ni de açacağız ve tekrar eski yoğunluğumuza İzmirlilerle kavuşacağız.

Haber Merkezi