- Bilim ve Teknoloji
- 06.08.2025 16:57
Çatalhöyük’teki DNA analizleri, Neolitik dönemde toplumun kadınlar etrafında şekillendiğini ortaya koydu. Kadın, sadece aile değil kültürün de taşıyıcısıydı.
Anadolu’nun ortasında, toprağın binlerce yıllık hafızası yeniden konuştu: Çatalhöyük’te yürütülen arkeogenetik araştırmalar, kadınların sosyal yapının taşıyıcı kolonları olduğunu gözler önüne serdi.
UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde yer alan ve insanlık tarihinin en eski yerleşimlerinden biri olan Çatalhöyük’te yapılan son bilimsel çalışmalar, tarih yazımında ezberleri bozacak nitelikte.
Science dergisinde yayımlanan ve Hacettepe Üniversitesi, ODTÜ ile Çatalhöyük Araştırma Projesi ekiplerinin ortak yürüttüğü araştırmaya göre, aynı evin tabanına gömülen bireyler çoğunlukla anne tarafından akraba. Bu bulgu, kadınların sadece bir evin değil, bir toplumun belleğini taşıyan esas yapı taşı olduğunu işaret ediyor.
Araştırmacıların vardığı sonuçlar, bölgede matrilokal bir toplumsal düzenin varlığını güçlü şekilde destekliyor. Yani Neolitik dönemde, evlilik sonrası çiftler erkeğin değil, kadının ailesiyle yaşamayı sürdürüyordu. Bu yapı, yalnızca aile içinde değil, tüm yerleşimde kadınların varlık, aidiyet ve süreklilik merkezi olduğunu düşündürüyor.
Prof. Dr. Mehmet Somel ve Dr. Füsun Özer’e göre, bu düzen kadınların sadece biyolojik değil, sosyal sürekliliğin de taşıyıcısı olduğunu ortaya koyuyor. Erkeklerin büyüyüp başka evlere ya da bölgelere gitmesi, kadınların ise yaşam alanlarında kalması, o dönemin sosyal mühendisliğini gözler önüne seriyor.
Araştırma sadece DNA verileriyle sınırlı değil. Çatalhöyük kazılarında ele geçen kadın figürinleri, gömü ritüelleri ve özellikle kız çocuklarına bırakılan mezar hediyeleri, kadınlara atfedilen değerin simgesel bir anlatımı olarak karşımıza çıkıyor.
Araştırmacılar, kız çocuklarının mezarlarında erkeklere göre daha zengin ve sembolik objelere rastlandığını, bunun da kadının sosyal statüsünü ve saygınlığını doğrudan yansıttığını belirtiyor. Bu bulgular, kadınların sadece biyolojik birer aktör değil; aynı zamanda ritüel, kültür ve hafıza taşıyıcısı olduğunu da gözler önüne seriyor.
Araştırma aynı zamanda Avrupa ile karşılaştırmalı bir analiz sunuyor. Avrupa’nın Neolitik dönem yerleşimlerinde daha çok patrilokal sistemin —kadının evden ayrıldığı yapı— yaygın olduğu görülüyor. Bu durum, coğrafi farklılıkların sadece iklim ya da bitki örtüsüyle değil, sosyal organizasyonla da yakından ilişkili olduğunu ortaya koyuyor.
Bilim insanları, Asya’daki bazı bölgelerde de matrilokal izlere rastlandığını ancak bu yapıların Avrupa’ya doğru yayılırken nasıl dönüştüğünün henüz netleşmediğini ifade ediyor.
Çalışmada DNA verilerinin elde edilmesinde kullanılan en önemli yöntem, iç kulaktaki petroz kemiklerinin analizine dayanıyor. Bu özel kemik dokusu, kurak iklim koşullarına rağmen DNA'nın yıllarca korunmasına olanak tanıyor. Elde edilen genetik materyal, Anadolu Neolitik toplumlarına dair bugüne dek yapılan en kapsamlı veriyi sağladı.
Bu teknik sayede sadece bir yerleşim yerinin değil, kadim bir kültürün genetik ve toplumsal şifresi çözülmeye başlandı. Araştırma, arkeogenetik biliminin tarih yazımıyla nasıl bütünleştiğini de somut bir şekilde ortaya koyuyor.
Araştırma ekibi şimdi gözünü Anadolu’nun farklı noktalarına dikmiş durumda. Yeni projelerle birlikte, Çatalhöyük benzeri kadın merkezli sosyal yapıların başka yerleşimlerde de olup olmadığı araştırılacak.
Dr. Eren Yüncü, bu çalışmaların yalnızca geçmişi aydınlatmadığını, aynı zamanda günümüz toplum yapılarının tarihsel köklerini de anlamamıza katkı sunduğunu belirtiyor:
“Geçmişte kadın toplumsal düzenin merkezindeydi. Bu bilgi, bugünkü toplumsal eşitsizlikleri sorgularken elimizdeki en güçlü aynalardan biri olabilir.”
Kaynak : HABER MERKEZİ