Sayfa Yükleniyor...
Türk Edebiyatının önemli Şair ve Yazarı Nazım Sılacı ile edebiyatla olan hikayesi ve hayatı üzerine konuştu. Sılacı ‘Asılı Kalan Hayatlar’ ve ‘Sinop’ta Geziye Sesli İtiraz’ adlı kitapları yayınladı. Yazar ayrıca üzerinde çalıştığı yeni dosyalar olduğunu röportajımızda müjdeledi
ONURHAN ALPAGUT-RÖPORTAJ
Şair, Yazar Nazım Sılacı, 12 Eylül döneminde çarptırıldığı idam cezasına rağmen asılmaktan kurtuldu. 2004 senesinde ‘Asılı Kalan Hayatlar’ adlı kitabında yaşadığı olayları anlattı. Sılacı, 1980 döneminde yaşanan dramlardan kesitler yaptığı bu kitapta yapmak isteyip de yapamadıklarını, yapmayı planlarken yanlış yaptığı olayları analiz etti. 2014’te ‘Sinop’ta Geziye Sesli İtiraz’ adlı kitabını çıkartan Sılacı, gazetemize sorduğum sorular ışığında hayatını ve edebiyatla olan hikayesini anlattı.
Sizi kısaca tanıyabilir miyiz?
1959 da Artvin ilinin Borçka ilçesine bağlı ambarlı köyünde dünyaya merhaba dedim. Erken meslek sahibi olsun askerlik sorunu çözülsün diye 2 yaş büyütmüşler. Aslında 1961 doğumluyum. Hem olanaksızlık hem yol yordam bilmemekten ilkokuldan sonra okutmadılar. Ele para çabuk gelsin mantığı önde olduğu için bu amaca en uygun meslek olan berberliğe başladım Murgul ilçesinde 1977 de daha 16 yaşındayken İstanbul’a kaçtım ve kaderimin yeni sayfasını yazmış oldum. 1977 sonunda Üsküdar’da yakalanıp Paşakapı cezaevine koydular. Burada 7 ay. 1978 deki yakalanmamdan da 26 ay yatıp çıktım. 12 Eylül e bir hafta kala bu defa bursa da yakalandım. 40 gün süren işkenceli sorgulardan sonra tekrar tutuklanıp Mamak Askeri Cezaevine gönderildim. 12 Eylül’ü emniyette karşılamanın ne demek olduğunu ancak o günleri emniyetlerde geçirenler bilir. Bir yıldan sonra Mamak cehenneminden gölcük donanmaya getirildik. 1983 yılında mahkemelerdeki olayları bahane ederek savaş hali uyguladılar ve savunmalar alınmadan idam cezası verdiler. Yargıtay ve adalet komisyonunda onaylanan ceza bizi yaşamın son virajına getirmişti. İnfazımızın eli kulağındaydı. Ha bugün ha yarın bekleniyordu. Bir gece saat 2 de hücremizden alıp idari bölüme çıkardılar. Gece çıkartılmanın ne anlama geldiğini tahmin edecek kadar büyümüştük. Kahvaltı ve çaylarla oyalamaya tutulduk. Saat 4’e doğru önümüze kağıt kalem getirip önümüze sürdüler. Son mektubunuzu yazın dediler. Durum netleşmişti. Koğuşların durumu fark etmesiyle birlikte sloganları arkamızda bırakarak Bursa e tipine doğru yola çıktık. Bursa ya vardığımızda sabah olmuştu. Gündüz olmayacağına göre bu gece işimizi bitirecekler dedik. Kurulan darağacı MGK’nun kırmızı telefonunun uzun süre çalmaması üzerine kaldırılmıştı. Ondan sonra hiç infaz olmadı. Arkadaşlar arasında idamları durduranlar diye anıldık. İnfazlar durunca Bursa’da saklamadılar ve Sinop zindanına sürgün ettiler. Asmayıp ta besleyelim mi politikası asamadık bari kuyularda delirtip öldürelim dönüştü. 5 sene o kör kuyularda kaldıktan sonra Çanakkale’ye gönderildik. İdam cezasını Hayati Özcan arkadaşımla birlikte almıştık ve bu süreci birlikte kat ettik. 14 senelik mahpusluk hayatımın 9 senesine yakınını tek kişilik hücre ve kuyularda geçirdim. İçimizdeki inanç ve inat bizi ayakta tutan iki değer oldu. 1991 yılındaki şartlı tahliyelere kadar o ilmiği boynumuzda hep sallayıp durdular.
Yazıyla alakanız nasıl gelişti, ilk edebi anlamda ne zaman bir şeyler üretmeye başladınız?
Cezaevi koşulları insanı yazması için kışkırtır. Özel ilgi alanı ya da yetenek gerekmiyor zaman çok nasılsa. Önce o zamanı doldurmak için çıkılır yola. Bir süre sonra yazdıklarını düzenli hale getirirsin. Daha sonra kelimelerle oynarsın. Yetenek veya eğilim burada kendini gösterir. Kelimelere dans ettirenler devam eder. Diğerleri bir hevesti geldi geçti deyip kendini teselli eder. Bende bu sınavı geçemeyenlerdenim.
Bize kısaca eserlerinizden söz eder misiniz?
İlk kitabım ‘Asılı kalan hayatlar’ bu kitabı yazmaya karar verişim, bizi ve bizim dünyamızı bizler adına hiç cezaevlerinde yatmamış insanların kaleme alması oldu. Yazsınlar, bence bir sorunda yok ama ben neden yazmayayım dedim. 2004 yılında kansere yakalandım. Çok ilerlemişti ve pek umut yoktu. İlk kritik aşamasını atlattıktan sonra ölüp gideceğim, bari yaşananları kaleme alayım, 12 Eylülün bir utanç sayfasını da ben ekleyeyim tarihe dedim. Artvin’de dağa çadır kurdum. İlk sene 3 ay. 2’nci sene 2 ay kalıp kitabı tamamladım. Aynı kulvardan geçtiğimiz arkadaşlarım kitabı çok beğendiler. Çünkü bu benim nezdimde tüm o dönemin ateşine bir parçasını bırakan alevlerin yüzlerini yaladığı yüz binlerin hayatını anlatıyordu.
Üzerinde çalıştığınız yeni dosya veya dosyalar var mı?
Kafamda yazmayı düşündüğüm bir roman var. Onu yazdıktan sonra ilgi alanım olan öykülere geçmek istiyorum. Benim yapım ve kalemim daha çok öyküye mizaha yakışıyor. Biraz hayati ciddiye almayan kendimle bile dalga geçen bir yapım var. Her olayda mutlaka makaralık bir yan bulurum. Bence öykü yazmalıyım.
Herkesin eve kapandığı şu dönemde kitap okuma oranının arttığı söyleniyor. Siz bu görüşe katılıyor musunuz?
Herkesin eve kapandığı bu dönemde kitap okuma arttı mı bilemem ama eşler, çocuklar ve ebeveynler arasında çatışma, şiddet olabildiğince arttı. Cinayetler, kavgalar virüsten önce her evin içine girdi. Sağlıksız yapılan evlilikler çatlama ortamı buldu. Zamanı doldurmak için okuyan insanda okumuş sayılmaz zaten. Güya okuyor aklı başka yerlerde. Eve kapanma insanları okumaya yönlendirseydi bugün toplum olarak iyi yerde olmamız gerekirdi. Çok kötüye gidişimiz var. Eve kapanma okumayı çoğaltmış olsaydı şiddet kendine yer bulamazdı.Okuyup şiddeti artıracaklarsa bıraksın okumasınlar.
Türk Edebiyatının günümüzdeki en büyük sorunu sizce nedir?
Günümüz Türkiye’sinde sanat ve edebiyata verilen değer geldiğimiz yerden belli olmuyor mu. Okumayan. kitap ve sanattan nefret ettirilen bir toplum..Sanatçıya değer vermek yada vermemek kimin iktidarda olduğuna bağlı. İktidarda olanlar gibi düşünürseniz sanatçısınız. Oysa sanat her zaman sistemi sorgular ve muhalif olmaktan beslenir. Bırak sorgulamayı. Neredeyse alkışlamaktan elleri kabaracak. Dalından kopan yapraklar rüzgarların oyuncağı olur.
Nazım Sılacı’dan bir şiir;
Yangınlardan çıkıp geldim alnımda kor izleri.
Aleve kaptırdım saçlarımı kanatlarım takıldı bulutlara
Güzellik rüzgarısın sar beni ne güzel dalların vardı
Gülüşün gözlerimde
Gözlerim saçlarında asılı kaldı.
Yalınayak geçtim sürülmemiş diken tarlasından
Geçtim kanatarak ayaklarımı
Dost edindim haramilere karşı rüzgarları
Eyyyy marmaranın köpük saçlı güzel kızı
Dola Dola kollarını boynuma kırbacı olsun saçların rüzgarda yüzümün
Yürüdüm karanlıkta güzellikler boyu ışıksız
Yarısını bu ömrün..
Haber Merkezi