4 kadının zarif isyanı: “Köyümüz ‘Son Ada’ olmasın”

Şehirlerin kaosundan kaçıp Germiyan Köyü’nde mücadele veren 4 kadın, dağların sesi, ruhu oldu. Germiyan’ın ‘Son Ada’ olmaması için direnen kadınlar, “Paran var diye dokuyu bozamazsın” diyor


  • Oluşturulma Tarihi : 28.11.2020 10:34
  • Güncelleme Tarihi : 28.11.2020 10:34
  • Kaynak : HABER MERKEZİ
4 kadının zarif isyanı:  “Köyümüz ‘Son Ada’ olmasın”

SULTAN GÜMÜŞ / ÖZEL HABER

Doğma büyüme İstanbullu iki kadın Sema Kurç ve Hülya Apaydın, pandemi sonrasında daha da kaosa dönüşen kentten uzaklaşıp, Çeşme’nin Germiyan Köyü’ne yerleştiler. Onlara eşlik eden dostları Gülay Alkan ve Oya Bab ile el ele verip köyün dokusunu korumak için mücadele veren 4 kadın, Germiyan’a yapılmak istenen taş ocaklarına ve polisler için kurulan atış poligonuna karşı direniyorlar. Aynı zamanda burada doğal yaşam adına kendi ürünlerini de yetiştiren kadınlar, Germiyan’ın dağlarına ses oluyor, adeta ruh veriyor. Germiyan’ı, Zülfü Livaneli’nin ‘Son Ada’ kitabına benzeten kadınlar, “Bu ülkede bilinç, ahlak, eğitim çoğalmadığı sürece biz o Son Ada olmaya mahkumuz. Bu köy bir 20 yıl sonra mümkün değil böyle kalamaz” diyerek korkularını da anlattılar.

OTURDUĞU EV ÖNCEDEN AHIRDI

Köyde bulunan bir ahırı eve dönüştüren Sema Kurç’un çocukları İstanbul’da kalıyor ancak kendisi tası tarağı toplayıp köye gelmiş. Yaklaşık 4 senedir Çeşme’nin Germiyan Köyü’nde bulunduğunu hatırlatan Kurç, şunları ekledi: “20 senedir burada kalan arkadaşım vasıtasıyla köyü keşfettim. Tesadüfen bu evi görüyoruz ve benim en büyük hayalim bir köy evinde oturmak zaten. Yaklaşık 40 yıldır da bakır topluyorum. Nereye gidersem bakır toplardım, ‘Benim bir köy evim olacak’ diye. Annemden, halalarımdan, babaannemden kalan çeyizleri getirdim. Burayı kendi zevkime göre dizayn ettim. Bu el işlerini yaymaya başlayınca bütün köy hayranlıkla izlemeye başladı… Geçen senelerde kışın İstanbul’a dönüyordum, yazın buradaydım. Bu sene ise tamamen köydeyim. Buradaki çoğu işi bizim köylülerden öğrendim. Mayayı 600 yıl önce Germiyanoğulları buraya gelirken getirmişler ve geleneklerine göre gelin olan kızın çeyizine bu ekşi mayadan verilirmiş. Gelin olarak gelmedim ama komşuluk hatırına bana da bu ekşi mayadan verdiler ve kendi ekmeğimi yapmayı öğrettiler.”

PARAN VAR DİYE DOKUSUNU BOZAMAZSIN

Germiyan’da Ekmek Festivali’nin yapıldığını kaydeden Kurç, “Evimin önünde incir ağacı var, o kadar çok veriyor ki, yedi veren derler zaten. Burada incir kurutmayı öğrendim. İncirlerden reçel yapıyoruz, tamam, ama sürekli de reçel olmaz. Bu sene ilk kez incir pestili yapmaya başladım. Zeytinyağında incir bekletmeyi öğrendim. Zeytin yapmayı öğrendim. Ağustosta bağbozumu yapıyorum. Onların sıkıldıktan sonra posasını alıp 40 kilo sirke kurdum. Dağlara çıkıp kekikler, biberler kurutuyorum… Sadece kendi köyüme değil, çevre köylerle de iletişimim var. Ama özellikle bu köyün korunmasını çok istiyorum. Dışarıdan gelen kişilerin, ‘Benim param var’ deyip buraya ucube evler yapmasına karşıyım. Çünkü bu ucube evler her yerde var. Muhtar ile el ele verip bunları denetlemek lazım. Buradaki yaşam o kadar güzel ve o kadar doğal ki. Bu yaşamı bozup başka köylere mi gideceğiz? Onun peşinde insanlar. Hayır, sen bu köyü koruyacaksın ve bu köye gelenler de sana saygı duyacak. Taş ocakları yapılacaktı, mücadele verdik. Vazgeçtiler ancak şimdi o bölgeyi polisler için atış poligonu yapmışlar. Bu köyün dokusunu paran var diye bozamazsın. Köylülerin hepsini bu konuda örgütlemek istiyorum. Oturduğum bu ev eskiden bir ahırmış. Fakat şimdi ben oturuyorum. Köylü bu köy için seferber olmalı” dedi.

KENDİMİ FARE GİBİ HİSSEDİYORUM

99 yılında sörf için Çeşme’ye gelen Hülya Apaydın da “En güzel muhitte oturduğum halde İstanbul’dan çıkıp Çeşme’de yaşamaya karar verdim. Bu sene ilk defa bütün kış Çeşme’de bulunacağım. Zamanla Çeşme’nin de adı çok duyulduğu için sporla, sörfle alakası olmayan kişilerin istilasına uğradı. Sörf alanımıza bir sürü yapılar inşa edildi, marinalar kuruldu… 2000’den sonra İstanbul’un nasıl yavaş yavaş yok olduğunu gördük. Kendimi İstanbul’da bir fare gibi hissediyordum. O kadar ki kötü durumda İstanbul. Çok fazla insan Çeşme’ye gelmek istiyor ancak İstanbul’daki çalışma ortamını bırakamıyorlar. Yaşla alakası yok, gençler de bitmiş orada. Tüm bunlarda pandeminin de etkisi var ancak salgın olmadan öncede İstanbul bu haldeydi. 50 metrekare bir yere 500 kişiyi doldurduğunuzu düşünün. O pozisyonda şu an İstanbul. Büyükşehirlerin bu denli çirkin kalabalığı boğuyor. Burada kaloriferim bile yok. Donuyorum belki ama yaşadığımı hissediyorum. Bir kere ulaşım çok rahat” yorumunda bulundu.

KÖYDE GENÇ NÜFUS ÇOK AZ

63 doğumlu Gülay Alkan ise “2012 yılında kayınvalide ölünce oğlum gelip dedi ki ‘Anne babaannemin evi boş, köye gidiyoruz’. Eşyaları doldurup köye geldik. 1 koyunum, 1 köpeğim, 4 kedim var. Bundan 4 yıl önce Taşlıtarla altında kahvaltı bahçesi açtım. Ama pandemiden ötürü müşteri kabul edemedim. Köyün kahkahasıyım. Zeytinliğimiz var, onları topluyoruz. Dallarını budayıp yakıt olarak kullanıyoruz. Zeytinyağ fabrikasından gelip topladığımız zeytinler alınıyor. Yiyeceğimiz her şeyi kendimiz üretiyoruz. Fazlasını da gelir olsun diye satıyoruz. Köyün nüfusu yaşlandı. Genç nüfus çok az. Sahip çıkmaya çalışsak da ömrümüz azalıyor” şeklinde konuştu.

‘SON ADA’ OLMAYA MAHKUMUZ

Hayatını deprem öncesi ve sonrası diye ayıran dans hocası Oya Bab da şehirlerin keşmekeşinden bunalıp köye yerleşenlerden. Zülfü Livaneli’nin ‘Son Ada’ kitabıyla Germiyan’a gönderme yapan Bab, “Muhteşem bir ada var, herkes orada çok muhteşem yaşıyor. Fakat en son biri geliyor. ‘Bunlar çok ötüyor’ deyip martılardan rahatsız oluyor, martıları yok etmek istiyor. Martıları yok edince yılanlar çoğalıyor. Yılan yumurtalarını yok etmek için tilkiler çağrılıyor. Sonunda ise insanlar adadan giderken ada yanıyor. Bu ülkede bilinç, ahlak, eğitim çoğalmadığı sürece biz o Son Ada olmaya mahkumuz. Bu köy bir 20 yıl sonra mümkün değil böyle kalamaz” cümlelerini kullandı.

Haber Merkezi