- Gündem
- 13.03.2025 08:34
Buca’nın önemli isimlerinden Gazeteci Yazar Tayfur Göçmenoğlu, Beşonsekiz Treni kitabını ve Buca’da trenin ne anlam ifade ettiğini anlattı. Göçmenoğlu, “Bu kitapta yaşadığımız anıları anlatmak istedim” diye konuştu
YUSUF ÇAĞIRTEKİN-ÖZEL HABER
Buca’da 2006 yılında son seferini yapan trene olan özlem devam ediyor. Birçok Bucalının ilk aşkını, mutluluklarını, dost sohbetlerini yaşadığı eski Buca İstasyonu şimdi atıl bir durumda bulunurken, o döneme ait olan anıları ve özlemi öğrenmek isteyen yeni nesil Bucalılar ise Gazeteci Yazar Tayfur Göçmenoğlu’nun ölümsüz eseri Beşonsekiz Treni’ni okuyor. Beşonsekiz Treni’nde kendi anılarını ve Buca’da yaşayan önemli ailelerin hayat hikayelerini anlatan Tayfur Göçmenoğlu’nun bu önemli eseri şimdiye kadar 4 baskı yaptı. İlginin yıllar geçtikçe arttığını belirten Göçmenoğlu, unutulmaz Beşonsekiz Treni kitabının hikayesini gazetemize anlatan Göçmenoğlu o yılları özlemle andığını belirtti. Buca’daki eski yaşantıları öğrenmek isteyenler için Beşonsekiz Treni’nin devamı niteliğinde Buca: Cennetin Öbür Adı isimli kitabı yazdığını da ifade eden Göçmenoğlu eylül ayında kitabını tamamlayacağını söyledi.
OSMANLI’DA İLK HAT
İlk olarak Buca’da tren hattının nasıl oluştuğunu anlatan Tayfur Göçmeoğlu, “Osmanlı’da ilk tren hattı bir İngiliz şirketine ait İzmir-Aydın arasında bulunan hattır. Çok büyük ilgi görünce ve Buca’da Levanten dediğimiz kesim yoğun bir şekilde yaşamaya başlayınca, Buca ile Alsancak arası ulaşımda demiryolunun kullanılması gündeme gelmişti. Buca’da eski Alman konsolosluğunun bulunduğu yerde Mösyo Marcel İcart, şimdiki Dokuz Eylül Üniversitesi Eğitim Fakültesinin bulunduğu alanda İngiliz Rees ailesi, Buca Seyfi Demirsoy Hastanesinin bulunduğu alanda ise Forbes ailesi gibi büyük ailelerin yanında diğer Levanten aileler yaşardı. Bu ailelerin hepsi gemicilik, üzüm ve incir ticaretiyle uğraştıklarından yani denize bağlı bir ticaret yaptıklarından şirketlerinin merkezlerini Alsancak 1. Kordon’da yer alıyordu ve bu insanlar oraya gidip gelmekte çok sıkıntı çekiyorlardı. Halbuki Kızılçullu ile Buca arasında 2 buçuk kilometrelik bir hat çekildiğinde oraya ulaşmak mümkün olacaktı. Rees Ailesi buna öncülük etti. Forbes ailesi destek verdi ve diğer Levanten aileler de daha sonra destek oldu. Daha sonra 2 buçuk kilometrelik bir hat boyu belirlendi. 16 tane değişik kişiye ait parsel satın alındı ve 1872 yılında tek hat olmak üzere demiryolu döşendi. Daha sonraki yıllarda Buca’da bir manevra hattı kuruldu. Bir süre sonra ise şimdi ki Koşu’nun olduğu Seydiköy’e bir kavis yapılarak oradan da Aydın’a kadar uzanan bir hat haline getirildi” diyerek Buca’daki tren yolunun başlangıç hikayesini anlattı.
AMAÇ SADECE ULAŞIM DEĞİLDİ
Trenin zamanla Buca için sadece bir ulaşım aracından ibaret olmadığını ve öneminin git gide arttığını ifade eden Tayfur Göçmenoğlu, “Buca’daki en önemli ulaşım yolu olarak 1872 yılında devreye girdiğinde tek vagon olarak çalışıyordu. İngiliz şirketi çalıştırıyordu. Hattı yapan mühendise ve iki yardımcısına lojman yapılmıştı, o lojmanlar halen duruyor. O kişilerin mezarı da Baptist Hristiyan Kilisesi’nde duruyor. İlk olarak sabah ve akşam çalışıyordu bu hatlar. Sabahleyin trene binmek isteyen Levantenler at arabalarıyla istasyona gelirdi. O istasyon bahçesi ağaçlar ile kaplı, yemyeşil, kamelyalarla süslü, oturacaklar yerlerin olduğu çok güzel bir yerdi ve güzel kızlar da orada bu kişilerle sohbet ederdi. Sabah 45 dakika falan önce gelirdi oraya insanlar, sohbet ederlerdi. Buca’daki Levantenler aynı yerlerde yaşamıyorlardı. Günümüz ulaşım teknolojisi çok gelişmiş olduğu için şimdi kısa gibi gözükebilir ama o zamanlar at arabasıyla ulaşım zaman alıyordu. İşte bu tren o aileleri sabahları buluşturan bir vesile de teşkil ediyordu. Buharlı trendi fakat çok lüks ve deri koltukları vardı. Yani VIP bir yolculuk yapılıyordu. Sabah gidiliyordu ve akşam 6 gibi tren geri geliyordu. Aynı kızlar kadehleriyle, mezelerle beklerdi. Yani insanlar orada stres atardı. Sadece gidip gelmekten ibaret bir ulaşım değil, aynı zamanda bir keyfe de dönüştürülmüştü” dedi.
TÜRKLER İÇİN YENİ VAGONLAR
Buca’da o yıllarda Türk nüfusu olduğuna dikkat çeken Tayfur Göçmenoğlu, Türklerin zamanla bu hatta çalışmak istediklerini belirtti. Göçmenoğlu, “Özellikle işgal yıllarından Türkler eğitim görmüş olmalarına rağmen bu demiryolu hattında çalıştırılmadı. 1923’ten sonra Lozan Mübadelesi uygulanınca, Buca’ya mübadiller gelmeye başladı ve Türk nüfusu iyiden iyiye arttı. Bu göçmen vatandaşlar ise İzmir’deki tütün ve incir mağazalarında çalışmaya başladılar. İlk yıllarda yaya, atlarla, eşeklerle gruplar halinde Alsancak’a gidilirdi. Bir de eşkıyalar da kol gezdiği için Gürçeşme yolundan toplu halde gidip, Kemer’de dağılmalar başlıyor ve Alsancak’a yağmurda, çamurda, sıcakta varmaya çalışıyorlardı. O zamanlar demiryolları millileştirilmediği için İngilizler Türkleri de düşünerek yeni vagonlar yaptırdılar. Ama bu vagonlardaki koltuklar, ahşaptı, yani ucuzdu. Birinci ve üçüncü mevki olmak üzere tasarlandı, ikinci mevki yoktu. Birinci mevkide genelde Levantenler gidip gelirken, üçüncü mevkide ise Türkler yer alıyordu. Buca’da tren hikayesi böyle başladı” dedi.
KUTSAL BİR TRENDİ
Trenin Buca’da yıllar geçtikçe daha fazla kullanılmasının nedenlerine de değinen Tayfur Göçmenoğlu, “Yıllar geçtikçe trene karşı ilgi giderek artıyordu. Mösyo Marcel İcart isimli bir Fransız vatandaş, kendi şirketine Buca’dan yaklaşık bin 200 kişi işe aldı. Tabi o yıllarda otobüs henüz yoktu Buca’da. Tren seferleri demiryollarının da o yıllarda millileştirilmesi ile artmaya başladı. Buca Alsancak arasında günde 18 tren seferi yapıldı. Fuar zamanı 20’yi de geçiyordu. Bu trenlerden en önemlisi ise akşamüstü saat Beşonsekiz’de Alsancak Garı’ndan kalkan trendi. İki lokomotif, 18-20 tane de vagon vardı. Buca’da yaşayıp, İzmir’e ekmek parası kazanan, memuru, işçisi, talebesi, tüccarı yani herkes muhakkak bu trene binmiştir. Bu tren bir anlamda kutsal bir trendir. Dostluklara, aşklara, sohbetlere vesile bir trendi. Buca’ya gelirken Hilal’de dururdu. O sırada Halkapınar’da önemli bir istasyon vardı ki şu an orada trenlerin bakımı yapılıyor. Burada benim babamın da bulunduğu demiryolcuları oradan biniyorlardı. Tren Buca istasyonuna geldiğinde istasyonun önü ana baba günü gibi olurdu. Karpuzcusu, meyve satıcısı, kokoreççisi, babasını karşılamak isteyen çocuklar vs. epey insan dolardı. Biz de oraya koşar babamızı karşılardık. Bir de Buca’nın yukarı mahallesi dediğimiz Atatürk’ün geldiği yerden gelen vatandaşlar yaşıyordu. Bu insanlar hayvancılık yapıyordu, eşleri ise tütün mağazalarında çalışıyordu” ifadelerini kullandı.
BEŞONSEKİZ TRENİ VARDI
Kitabı yazma fikrinin nereden geldiğini anlatan Tayfur Göçmenoğlu, “Beşonsekiz Treni Buca için çok önemli bir yere sahipti. Ben o kitabı bu sebeple yazdım. Evlendikten sonra yani 27 yaşından sonra İzmir’de sürekli yaşamaya başladım. Fahrettin Altay yani Üçkuyular semtinde yaşadığım yıllarda her zaman arkadaşlarımızla grup olarak buluşur, Göztepe Vapur İskelesi’ne gelirdik. Aşağı yukarı 20 kişilik bir grubumuz vardı. Bir gün bir fırtına koptu ve gemiye binemedik. Ben de sahil bulvarında karşıya geçip Konak’a geçip Alsancak’a gitmek için otobüs bekledim. Sonra beyaz pardösülü bir adama denk geldim. Bucalı mısın? Diye sorduk ve tanıştık. Emekli polis müdürlerinden bir tanesiydi hatta eski Dış İşleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil’in koruma müdürlüğünü de yapmış bir Bucalıydı. İşte Buca’nın üzümü, bardacığı vardı falan bahsederken, o adam bir de Buca’nın Beşonsekiz treni vardı ya dedi. Evet dedim ya Beşonsekiz Treni meşhurdu. Sonra öyle dost olduk o adamla, arada bir araya gelip sohbet ederdik. Ben ertesi gün yine sahil bulvarında yürüyüş yaparken orada bu trenin hikayesini yazmak geldi aklıma” dedi.
ÇOK FAZLA BEĞENİLDİ
Kitabın oluşturulma sürecini aktaran Tayfur Göçmenoğlu, “O zaman Ocak Gazetesinde çalışıyordum. Kıbrıs Şehitleri Caddesi’nde bir büromuz vardı. Orada imkan bulduğumda yazmaya başladım ve en sonunda bir fasikül gibi bir şey oluşturdum Levent Köstem adında bir doktor arkadaşımız vardı. Onun babası Ahmet Köstem’e götürdüm. Tutar mı diye sormak istemiştim fakat ağlayarak okudu çok beğendi. İlk fasiküle de kendi anılarımı ve aileme ait resimleri koymuştum. Daha sonra kime göstersem, çok beğendi derken 178 sayfadan oluşturduğum ilk baskıyı tamamladım. İzmir Gazeteciler Cemiyeti benim de içinde benim de bulunduğum bir kooperatif kurup Dikili’den arsa almaya başladım. Ben o arsalardan bir tanesini satıp 2006 yılında kitabı bastım ve bütün kitapları bedava dağıttım. İnsanlar bu kitabı çok beğendi. Bir gün dönemin Buca Belediyesi Başkanı Cemil Şeboy beni çay içmeye davet etti. Bu kitabı biraz büyütelim dedi. Kendi ailesinin de anılarını eklememi rica etti. İstediğin kadar yaz ben bastırıp her eve bedava dağıtacağım dedi. Bende oturup tekrar yazdım ve 350 sayfadan oluşan ikinci baskıyı tamamladım. Kitabın tanıtımın da Tenis Kulübünde havuz başında bir kokteyl ile oldu. Kokteyle katılanlardan, bazı aileler biz niye bu kitapta yokuz dediler. Zaten Beşonsekiz Kitabı tam bir tarih ya da edebiyat kitabı değil de nostaljik anı kitabıdır. İnsanların anısı, sevinçleri, hüzünler vardı. Cemil Şeboy ve ben bir söz verdik. 450 sayfadan oluşan 3. baskıyı oluşturduk ve bastırdık ve dağıttık. Cemil Şeboy belediye başkanlığını bırakınca yine kitaba anılarını eklemek isteyenler oldu fakat bu sefer kitaba finansör bulamadık. Abidin Çek isimli bir arkadaşımız ve bizim kendi imkânlarımızla 80 sayfalık bir ek yaparak, 4. baskıyı tamamladık fakat gene talepler geldi. Eksikler fazlaydı” şeklinde konuştu.
LEVANTEN AİLELER DE İSTEDİ
Tayfur Göçmenoğlu, “Zamanla Levanten aileler de bu kitaba ilgi göstermeye başladı. Onlar da kitapta yer almak istediler. Sponza, Aliberti ve birkaç aile de yer almak istedi. Buca’da yaşayan tek Levanten aile Sponza’lar kaldı. Onlar da Büyük Efes ve Hilton’un kuyumcularıdır. Bu bahsettiğim aileleri de kitaba dahil ettik. Bir de Buca’nın uzak köyleri var. Kaynaklar, Kırıklar, Belenbaşı, Karacaağaç gibi köylerden, vatandaşlar geçmişte ailelerine ait fotoğrafları titizlikle saklardı. Bir önceki belediye başkanı Ercan Tatı bana bir kitap yazmamı teklif etti. Bu kitapta benden de bahset dedi. Beşonsekiz Treni Kitabının devamı niteliğinde ikinci kitabı oluşturdum. Kitabın adı Buca: Cennetin Öbür Adı isminde. Buca’nın eski adı zaten Paradiso ayni cennettir. 5.18 Treni 4 baskı şeklinde çıktı, Buca: Cennetin Öbür Adı ise aynı tarzda bir kitap ve Levantenler ve köyler ağırlıklı. Bu iki kitap Dokuz Eylül Üniversitesi Edebiyat Fakültesinde bir akademisyen tarafından tez konusu olarak incelendi. Dokuz Eylül Üniversitesi Eğitim Fakültesi’nde rektörlük Dokuz Eylül Buca’yı Konuşuyor isimli bir çalıştay düzenledi. Bende orada göçün Buca’nın demografik yapısına etkileri üzerine bir konuşma yapmıştım. Daha sonra bir sürpriz olarak bir öğretim görevlisinin benim kitaplarım üzerine bir tez çalışması yaptığını orada öğrenmiştim. Kitabımda kullandığım sade dili övdü. Zaten kitapta edebiyatçı olmadığımı, kitabımı sade, yalın bir dille oluşturduğumu belirtmiştim” ifadelerini kullandı.
YENİ KİTAP YOLDA
Şimdiye kadar 4 tane kitap yazdığını da belirten Tayfur Göçmenoğlu, “Bu kitaplardan hariç, Fırtına Bucaspor ve O Yıldızlar Hiç Sönmesin isimli iki kitabım daha var. Ben meslekte magazin muhabirliği yapmıştım. Muhabirlik yaptığım dönemde Zeki Müren, Barış Manço ve diğer yıldızlarla ilgili anılarımı çektiğim fotoğraflarla yazdığım bir kitaptı. 864 sayfadan oluşan bir kitaptı. İstanbul’da birçok televizyon kanalında birçok programa konu oldu ve üzerine konuşuldu. Yaklaşık iki sene önce de Ege TV’de yaklaşık 52 hafta her sanatçı ile olan anılarımın her hafta bir tanesini anlattığım bir program çekimi yaptım. Ege TV’ye Buca’yı anlatan belgeseller de çektim. Buca’nın tanıtımında Oktay Gökdemir ve Şükrü Tüy de çok önemli yere sahiptir. İstanbul’da bulunan Heyamola Yayınları birkaç sene evvel 40 Semt 40 Yazar diye 40 tane kitap yayınlamıştı. Orada Oktay Gökdemir’e de bir görev verdiler ve o da benden rica da bulunarak benim kitaptan alıntılarla bir kitap oluşturmuştu ve bu proje çok beğenildi. 6 ay önce tekrar geldiler beni de davet ettiler. Bu sefer İzmir ile ilgili 150 Semt 150 Yazar isimli yeni bir proje oluşturduklarını ifade ederek benden demiryolu hattıyla ilgili bir kitap yazmamı istediler. Sanırım en kalın kitap benim kitabım olacak. Demiryolu hattı bildiğim bir konu, yaşadığım bir olay bu sebeple keyifle yazacağım ve o kitap eylül ayında bitecek. Kitabın adı da Bir Kara Tren Efsanesi: Alsancak-Buca-Alsancak” diye konuştu.
KEŞKE TEKRAR ÇALIŞSAYDI
Son olarak eski bir Bucalı olarak demiryolu seyahatlerini ve Buca Trenini çok özlediğini belirten Tayfur Göçmenoğlu, “Şimdi orada madde bağımlıları, ayyaşlar bulunuyor. Halbuki tren tekrar gelse, Buca’ya hayat gelirdi. Biz dernek olarak orayı bir kez temizlemek istedik fakat TCDD’den memurlar koşup geldiler bir şey mi oluyor dediler. Biz de temizlemek için geldik dedik ve bize teşekkür etmişlerdi” dedi.