- Gündem
- 20.11.2025 10:35
Çocuk haklarında derinleşen kriz: Koruyucu mekanizmalar işlemiyor!
Türkiye’de çocuk haklarına yönelik çalışmalar bulunsa da sahadaki tablo, erken yaşta evlilikten istismara, okul terki ve çocuk işçiliğine kadar birçok alanda sistemin koruyucu ve bütüncül işlemediğini ortaya koyuyor
- Oluşturulma Tarihi :
- Güncelleme Tarihi :
- Kaynak : MERVE AĞRIÇ
Türkiye’de çocuk haklarına yönelik çeşitli çalışmalar yürütülse de sahadaki tablo bu çabaların yetersiz kaldığını ortaya koyuyor. 20 Kasım Dünya Çocuk Hakları Günü’nde hem resmi veriler hem de sahadaki uygulamalar, çocukların eğitimden korunmaya, güvenlikten yoksulluğa kadar pek çok alanda ciddi risklerle karşı karşıya olduğunu gösteriyor. TÜİK’e göre 2024’te 16-17 yaş grubunda resmi çocuk evlilikleri 9 bin 354’e kadar gerilese de uzmanlar tarafından, bu düşüşün kayıt dışı evlilik baskısını perdelediği gözlemleniyor. Öte yandan 2024- 2025 döneminde 611 bini aşkın çocuğun örgün eğitimin dışında kalması, çocuk işçiliğindeki artış ve istismar dosyalarında delil yetersizliğiyle yaşanan cezasızlık, tabloyu daha da ağırlaştırıyor. Bu çerçevede değerlendirmelerde bulunan Önce Çocuklar ve Kadınlar Derneği Başkanı Müjde Tozbey, çocuk koruma sisteminin kağıt üzerinde geniş bir normlar setine sahip olmasına rağmen fiilen hak temelli işlemediğini vurguladı. Tozbey, koruyucu mekanizmaların dağınıklığı, erken yaşta evlilik baskısının biçim değiştirerek sürmesi, ev içi ve akraba istismarında artış ile çocukların yoksulluk nedeniyle okuldan koparılmasının, mevcut sistemin derinleşen krizlerini açıkça gösterdiğini kaydetti.
KORUYUCU BİR MEKANİZMA YOK
Türkiye’de çocuk haklarının korunmasına yönelik mevcut uygulamaların yeterli olmadığını ve çocuk koruma sisteminin fiilen hak temelli işlemediğini dile getiren Tozbey, “Türkiye her ne kadar Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’ye taraf olsa ve Anayasa’nın 41 ve 42. maddeleri, 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanunu, Lanzorate Sözleşmesi, 6284 sayılı Kanun ile TCK hükümleri kâğıt üzerinde geniş bir norm seti oluştursa da çocuk koruma sistemi fiilen hak temelli işlemiyor. Çocukla ilgili düzenlemeler dağınık ve bütüncül bir yapıdan yoksun. Koruma pratiği ise idarenin takdirine ve ayrılan bütçeye bağlı bir ‘imkân rejimi’ gibi işliyor. Çocuğu failden, aile içi baskıdan, yoksulluktan, okul terkinden ve çalıştırılmaktan aynı anda koruyan bütünlüklü bir mekanizma yok. Adalet Bakanlığı, MEB, Aile ve Sosyal Hizmetler ve yerel yönetimler birbirinden kopuk, çocuk çoğu dosyada sistemin merkez öznesi değil, dosyanın içinde geçen bir isim. Bu yüzden ihlal olduktan sonra reaksiyon veriliyor, ki bu da çoğu zaman kamuoyu baskısıyla ihlal olmadan önce risk azaltma, erken uyarı, sosyal destek ayağı neredeyse yok” diye aktardı.
EVLİLİK BASKISI DEVAM EDİYOR
Resmi rakamlara göre; 16-17 yaşta resmi nikahla evlendirilen çocuk sayısında son 5 yılda bir azalma eğilimi olduğunu ifade eden Tozbey, “TÜİK’in İstatistiklerle Çocuk 2024 bültenine göre 16-17 yaş grubunda evlenen kız çocuklarının sayısı 2019’da 17 bin civarındayken, 2023’te 10 binler seviyesine, 2024’te ise 9 bin 354’e kadar düşmüş görünüyor. Yani kâğıt üzerinde, son 5 yılda resmi çocuk evlilikleri azalmış diyebiliriz. Ancak bu rakamlar sadece resmi nikâhları kapsıyor. Dini nikâh, fiilî birliktelikler ve 16 yaşından küçüklerin durumu istatistiklere yansımıyor. UNFPA ve saha çalışmaları, özellikle yoksul bölgelerde ve göçmen nüfusta çocuk yaşta evliliklerin yaygın ve çoğunlukla kayıt dışı olduğunu gösteriyor. Sorun sadece belli bölgelerle sınırlı değil; yoksulluk arttıkça büyükşehirlerin yoksul mahallelerinde de erken evlilik baskısı artıyor. Kısacası, resmi istatistikler azalma gösterse de, çocuk yaşta evlilik baskısı biçim değiştirerek devam ediyor” dedi. Erken yaşta evliliklerin önlenmesi için mevcut hukuki düzenlemelerin de yetersiz olduğunu belirten Tozbey, “Medeni Kanun kâğıt üzerinde evlilik yaşını 18 olarak belirlese de 17 yaşta aile izniyle, 16 yaşta ‘olağanüstü hâl’ gerekçesiyle hâkim kararıyla evliliğe izin vererek çocuk evliliğine fiilen kapı açık bırakıyor. 2016’daki TCK 103 değişiklik girişimi ve sonrasındaki ‘istismarcıya evlilik affı’ tasarıları, kadın ve çocuk örgütlerinin tepkisiyle geri çektirildi ama bu tartışmalar bile siyasal iklimin hangi yöne itilmek istendiğini gösteriyor. İstanbul Sözleşmesi’nden çıkışla birlikte de devletin çocuk lehine pozitif yükümlülükleri zayıflatıldı. Mevcut düzen hem norm olarak tutarsız hem de erken yaşta evliliği gerçekten ortadan kaldırmaya yetecek kadar net ve koruyucu değil” ifadelerini kullandı.
EV İÇİ VE AKRABA İSTİSMARINDA ARTIŞ
Çocuk istismarına karşı adli süreçlerde en büyük sorunun, çocuğun beyanı esas delil kabul edilse de uygulamada ‘somut delil yok’ gerekçesiyle dosyaların kapatılması olduğunun altını çizen Tozbey, “Cinsel istismar çoğunlukla tanıksız ve iz bırakmadan gerçekleşir; uluslararası standartlar ve Yargıtay, çocuğun tutarlı ve uzman eşliğinde alınan beyanını delil olarak kabul etse de, mahkemeler DNA, kamera veya tanık yoksa takipsizlik ya da beraat kararı vermeye eğilimli. Çocuk İzlem Merkezleri (ÇİM) teoride süreci kolaylaştırsa da pratikte yeterli sayıda merkez yok ve çocuklar uygun olmayan ortamlarda ifade vermek zorunda kalabiliyor. Sosyal hizmet birimleri geç devreye giriyor, erken uyarı ve izleme mekanizmaları sistematik işlemiyor. Ev içi ve akraba istismarında artış var; birçok dosya ya hiç yargıya taşınmıyor ya da delil yetersizliğiyle kapanıyor. Uzayan yargı süreci ve tekrar ifade verme zorunluluğu çocukları yeniden travmatize ediyor” diye vurguladı.
EV GEÇİMİ İÇİN OKULDAN KOPARILIYORLAR
Türkiye’de okul terkinin eğitim politikasının yan ürün olmadığını, doğrudan yoksullaştırma siyasetinin sonucu olduğunu aktaran Tozbey, “Önleyici mekanizmalar da yetersiz; okullaşma oranlarının düşmesi, çocuk işçiliği, yoksulluk ve denetimsiz yapılara yönlendirme gibi yapısal sorunlar devam ediyor. Bu sorunlar çözülmeden, ceza yargılamasındaki iyileştirmeler tek başına yeterli olmuyor. 2023-24’te zorunlu eğitim çağındaki 612 bin 814, 2024-25’te ise 611 bin 612 çocuk örgün eğitimin dışında ve bu çocukların büyük çoğunluğu 14-17 yaş grubunda. TÜİK verileri 15-17 yaş arası her dört çocuktan birinin çalıştığını, çocuk işçiliğinin son yıllarda belirgin şekilde arttığını söylüyor. Yani çocuklar okulu seçmedikleri için değil, evin geçimi için okuldan koparılıyor. Okullarda bir öğün ücretsiz, sağlıklı yemek talebinin yıllardır karşılanmaması aslında her şeyi özetliyor. Milyonlarca çocuğun aç okula gittiği bir ülkede devletin ‘bir öğün ücretsiz yemek’ için dahi bütçe ayırmaması, eğitim hakkını temel hak yerine maliyet kalemi olarak gördüğünü gösteriyor. Çocuğa ayrılmış özel bir bütçe olmadığı gibi MEB’in 2024 bütçesinde bu talep açıkça reddedildi. Böyle bir tabloda okul terki pedagojik bir sorun olmaktan çıkıyor” dedi.
MÜLTECİ ÇOCUKLAR
Sözlerinin devamında ise Tozbey, şu ifadelere yer verdi:
“İSİG’in raporlarına göre 2024-2025 öğretim yılında en az 72 çocuk iş cinayetlerinde hayatını kaybetti, 15’i MESEM’li. Tabloya bakınca çocuk işçiliği var demek yetmiyor, düzen çocukları bile isteye işçileştiriyor ve bedelini onların canıyla ödettiriyor. Son yıllarda olanlara bakalım; örgün eğitimden adım adım geri çekilen bir devlet, bir yandan MESEM’leri ve ‘işbaşı eğitim’ programlarını büyütüyor, diğer yandan bakan çıkıp holdinglerle, patron örgütleriyle eğitimi işgücü piyasasının ihtiyacına göre düzenlemekten söz ediyor. Mesleki eğitim ‘zanaat atölyesi’ adı altında ortaokul seviyesine kadar indiriliyor. Çok bilinçli kurulmuş bir çocuk emeği rejimi. Çocuğu okulda, güvende tutmak yerine, sermayeyle el sıkışan bir siyaset var karşımızda. Burada sınıf siyasetinin ve savaş ekonomisinin bilinçli ürettiği bir çocukluk gaspı söz konusu. Savaş bölgelerinde ve göç rejiminin altında yaşayan çocuklar hak öznesi olmaktan çok uzak, sermaye ve devlet için ucuz emek olarak görülüyor. Eğitim, barınma, sosyal destekten çok uzaklar. Bu noktada kışkırtılan ırkçılık çok işlevli bir araç oluyor. Mülteci çocuk misafir, yük ya da tehdit olarak kodlandığında, eğitim hakkının gaspı, kayıtsız çalışma, barınma hakkının olmaması normalleştiriliyor.”
Kaynak : MERVE AĞRIÇ