Ekolojik mücadele yok ediliyor

Bir hekim ve akademisyen olarak onu farklı kılan aktivist kimliği oldu. Türkiye’nin ilk organize çevre hareketiyle rafa kaldırılan Aliağa Termik Santrali projesine karşı oluşturulan insan zincirinin halkalarından biriydi. 'Bir Ekolojistin Not Defteri' kitabının yazarı Dr. Ahmet Soysal, 30 yıl önce; 1 tane termik santral projesine karşı yürütülen mücadeleyi örnek göstererek, çevre duyarlılığının giderek gerilediğine dikkat çekiyor: “Şu an Aliağa’da 7 tane termik santral yapılıyor ama o dönemki toplumsal mücadele ne yazık ki yok."

  • Oluşturulma Tarihi : 25.06.2019 07:20
  • Güncelleme Tarihi : 25.06.2019 07:20
  • Kaynak : HABER MERKEZİ
Ekolojik mücadele yok ediliyor haberinin görseli

ÇAĞLA GENİŞ-ÖZEL HABER

Ailesiyle birlikte İzmir’de yaşayan Ahmet Soysal, üniversiteden mezun olduktan sonra zorunlu hizmet görevini Hakkari’de tamamladı. Ardından maden şirketlerinin tehdidi altında olan Bergama’da, bir sağlık ocağına hekim olarak atandı. Onu farklı kılan şey aktivist kimliğiydi. Çevre kirliliğine karşı yürütülen mücadelelerde hep en ön saflarda yer aldı. Köy köy gezerek, o dönem ‘7 yılda cevher bitecek gidecekler’ diye düşünen Bergamalılara; altın madenindeki tehlikeyi anlatmaya çalıştı. 30 yıl önce Aliağa’da kurulmak istenen termik santrale karşı Konak Meydanı’ndan Gencelli’ye kadar oluşturulan 50 kilometrelik insan zincirinde o da vardı. Uzunca bir süre belediye bürokratlığı da yapan Soysal, halen DEÜ Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı’nda dersler veriyor. Çevre sağlığı üzerine uzun yıllar kaleme aldığı yazıları geçtiğimiz aylarda ‘Bir ekolojistin not defteri’ adlı kitapta toplayan Soysal, Türkiye’de çevre mücadelesinin gelişimini, bu mücadelenin nasıl ele alınması gerektiğini anlattı.



YAZILARINI BU KİTAPTA TOPLADI
Ahmet Soysal, önce bir aktivist sonra bir akademisyen olarak 30 yılı aşkın bir süre çevre ve sağlıklı bir çevrede yaşamanın mücadelesini verdi. 8 yıla yaklaşan bir süredir akademisyenler tarafından çıkarılan Alakarga’da köşe yazıları yazdı. Kitabın ortaya çıkış sürecini anlatan Soysal, “Büyük çoğunluğu Alakarga’da yazdığım haftalık yazıların oluşan kitabım basıldı. Aslında Alakarga’ya paralel sekiz yıllık bir öyküsü var bu yazıların… Alakarga iki değerli akademisyen arkadaşımın;  büyük emek verdiği bir fanzin; 1880’li sayılara ulaştı. Sekiz yıldır cumartesi-pazar ve resmi tatil günleri hariç her gün yayınlanıyor. Kitabın önsözünde de iki değerli arkadaşımın yazdığı gibi 8 yıl önce asistan hekim kardeşlerimizin çalışma koşullarını ağırlaştıran 663 sayılı KHK nedeni ile onlara destek vermek için günlük olarak yayınlanmaya başladı Alakarga… İlk önce sadece genç hekimlerimize destek yazılarından oluşan ve hekimler arasında yaygınlaşan Alakarga sanırım 2 yıl sonra hukukçular, mühendisler, çalışanlar, ziraatçılar, ekonomistlere kadar çok büyük sayıda insana ulaşmaya başladı; günlük bir sayfa yayınlanırken 4 sayfaya çıktı. Artık her alandan yazılara yer verilmeye başlamıştı. İşte o dönemde haftalık ‘Bir Ekolojistin Not Defteri’ni yazmaya başladım” dedi.

ANLAŞILABİLİR BİR DİLLE
Son yıllarda toplumun çevreye olan ilgisinin azaldığını kaydeden Soysal, kitabı yazma sürecinden şöyle bahsetti: “Çevre ile ilgili toplumun ilgili tüm kesimlerine bilimsel gerçekleri popüler, kolay anlaşılabilir bir dille nasıl aktarabileceğimi düşünüyordum. Çünkü son yıllar da çevre mücadelesine toplum desteği zayıflamış; üstelik zayıf toplum desteği bazı çevrelerce yalan yanlış; bilimsel temeli olmayan bilgilerle yanlış alanlara yönlendirilmişti. İşte bu duygularla yazmaya başladım; kitabımın adı da olan ‘Bir Ekolojistin Not Defteri’ adını da köşeme yine Alakarga’nın iki yaratıcısı arkadaşım verdi. Daha sonra ise bu yazıları toplu olarak okumak için bir kitap olması için hem okuyucu hem de iki değerli dostum Ahmet Can Bilgin ve Alp Ergör’ün baskısı başladı. Yazılar içinden belli bir ölçüye göre seçim yaptım ve elden geçirdim. Sınıf arkadaşım yazar-hekim Necdet Özkaya’da bu yazıların editörlüğünü yapınca da bana da kitaplaştırmak kaldı. Kitapta çok büyük çoğunluğunu Alakarga’da yayınladığım 100’ün üzerinde güncel global ve yerel çevre sorunları, ekolojik çözüm önerileri vs. ile ilgili popüler dille yazılmış yazılar yer alıyor.”

AĞAÇLARA SARILAN İNSANLAR
“Gazetede siyah beyaz bir fotoğraf görmüştüm” diyen Soysal, gençlik yıllarında aktivist kimliğini şekillendiren o olayı şöyle anlattı: “Frankfurt Havalimanı’nın genişletilmesi çalışmaları yapılırken kentlilerin havalimanı çevresindeki ormanda, ağaçlara sarılarak çalışmaları engellemeye çalışmalarını gösteriyordu. Bu eylem üzerine düşünmeye ve araştırmaya başladım. Gürültü kirliliği, uçak yakıtları, hava kirleticiler, sera gazları ve bunların yarattığı doğa tahribatı üzerine bilgim oluştu. Doktor olduktan sonra da mesleksel kariyerimi bu noktada geliştirdim. Bergama’daki altın madeni sürecini bizzat yaşamam ve yerel yönetimlerde çalışma sürecim içinde; Aliağa’daki Gencelli Eylemleri, termik santraller, fosil yakıtların yakılmasının etkileri, demir çelik tesislerinin yarattığı hava kirliliğini görmem beni bu konuda daha da düşünmeye yöneltti.”



KÖY KÖY GEZDİ
Bergama’da hekim olarak görev yaptığı süreçte altın madeni işletmenin insan sağlığı üzerindeki etkilerini vatandaşlara anlatmak için köy köy gezdiğini belirten Soysal, “Köylülere siyanürün içeriğinin ne olduğunu, ağır metallerin doğa ve insan vücudunda yarattığı etkileri anlattık. Aliağa’da ise hava kirliliğinin insan sağlığı üzerindeki etkilerini anlattık. Sadece toplum değil; hekimler, mühendisler hatta hukukçular da çevre sorunlarından habersiz. Haberleri varsa bile bilimsel doğruları çok net olarak bilemiyorlar. Bu kitapta; toplumsal bir dille çevre konusundaki bilimsel gerçekleri yazmaya çalıştım. Makale olarak birçok yayınım var. Ama o makalelerin okunurluklarının çok düşük olduğunu gördüm. Özellikle son dönemde toplumun çevre krizine karşı düşen ilgisini tekrar yükseltmek için, daha kolay anlayabileceği bilimsel gerçekleri aktarmak istedim” şeklinde konuştu.

ÇEVRE MÜCADELESİ NEDEN GERİLEDİ?
1989 yılında Aliağa’da kurulmak istenen termik santrale karşı başlatılan ‘Gencelli Eylemleri’ sürecini anımsatan Soysal, “Hatırlıyorum; her hafta sonu Aliğa’ya giderdik. Her gidişimizde 5-10 bin insan olurdu. Şirketin termik santral yapmaktan vazgeçtiği yürüyüş sırasında binlerce insan yürüdü. Toplumun çevre sorunlarına büyük ilgisi vardı. Santrali yapacak olan Japon firma,  bu toplumsal direnişi gördüğü için hukuksal sürecin bitmesini bile beklemeden projeden vazgeçti. Gencelli, 1989’dan bu yana kazandığımız en büyük çevre zaferidir. Üzerine hala bir şey koyamadık. Çevre duyarlılığı zaman içerisinde azaldı. Bunun iki temel nedeni var. Biri özellikle bilimsel gerçeklere rağmen yatırımlarını sürdürmek isteyen kapitalist sistem ve buna paralel olarak medyanın bu olayları görmesini engelleyici bazı adımlar atılması oldu. Bütün iktidarlar kalkınmayı sadece ekonomik boyutta düşündü. Kömürlü termik santraller, petro kimya tesisleri kurdular, altın madenlerini çoğalttılar. Davalar açtık, cebindeki son 10 lirayı çıkarıp dava açılması için gerekli harcın yatırılmasına katkı koyan insanlar gördüm. Bazı hukuksal kazanımlarımız oldu. Bergama’da kazandığımız dava sayısını unuttum. Ama hükümetler yönetmeliklerde değişiklik yaparak bizim dava sonuçlarımızı uygulanamaz noktaya taşıdı. Mücadele ediyoruz, kazanıyoruz ama sonuç vermiyordu! Bu da, insanlarda bir yorgunluk yarattı” dedi.

GELİR KAPILARINI ORTADAN KALDIRDILAR
Çevre konusundaki toplumsal duyarlılığı azaltan bir başka faktörün de insanların ekonomik olarak bu kuruluşlara bağımlı hale getirilmesine yönelik politikalar olduğunun altını çizen Soysal, “Bunun en tipik örneğini Yırca’da gördük. Oradaki insanlar zeytincilikle uğraşıyorlardı ve biz meslek odaları ve çevre örgütleri olarak orada kurulmak istenen termik santrallerin ÇED raporuna karşı dava açtık. Kazandık ama tebliğ edilmedi. O gece oradaki zeytin ağaçlarını kestiler, buna engel olmak isteyen insanları tartakladılar. Çünkü tekrar ÇED raporu almaya teşebbüs edeceklerdi ve insanların dava açmasını engellemek için onların gelir kapılarını ortadan kaldırdılar ve ‘sizin tek gelir kapınız biziz’ demeye çalıştılar. İnsanları o termik santrallerinde, altın madenlerinde, petro kimya tesislerinde çalışmaya mahkum etme politikasıdır bu! Bunu Bergama’da da uyguladılar. İnsanlar sulu tarım yapıyordu, yılda iki üç ürün kaldırdıkları… Ama Bergama altın madeninde derin su kuyuları var. İnsanlar ovada tarım yapmak için suya erişemez oldu. Tarımsal verimlilik düştü ve madende çalışmak zorunda kaldılar. Madenle ilgili davacı olan birçok insanın daha sonra madene işçi olarak girmek zorunda kaldığını bilirim” dedi.



TORUNLARIMIZIN BİR GELECEĞİ OLMAYACAK
Toplumsal destek olmadan çevre mücadelesi yürütülen alanlarda başarıya ulaşmanın güç olduğunu vurgulayan Soysal, “Bu koşullarda toplumsal destek sağlamak ise deveye hendek atlatmak gibi. Ama tüm bu zorluklar karşısında yerimizde duralım noktasında değiliz asla. Yapılan eylemin hiçbir şekilde karşılıksız kalmadığını görmek lazım. Toplumsal desteğin önünü kesmeye çalışıyorlar. Bunun için de mesela sürekli ekonomik kalkınma kavramını vurguluyorlar. Halbuki ekonomik kalkınma; kalkınmanın yalnızca tek bir boyutu. Kalkınmanın; eğitim, sağlık hizmetleri, ulaşım gibi birçok boyutu var; kalınma bir bütündür. Biz, bir geminin içindeyiz ve bu gemi artık su alıyor. Üçüncü sınıfta yolculuk edenler de, lüks kamarada yolculuk edenler de boğulacak. Artık geri dönüşü olmayan bir noktaya girdik. 2030-2035’e küresel iklim değişikliğini yavaşlatamazsak torunlarımızın bir geleceği olmayacak. Frene basmak için belki de son 10-15 senemiz... Ya da duvara çarpacağız. Bir avuç insan olarak mücadele etmek çözüm değil. Aliağa’da yapılmak istenen 1 tane termik santral için 1989 yılında ‘Gencelli Eylemleri’ yapılmıştı ve büyük bir toplumsal tepki vardı. Aliağa’da şu an 7 tane termik santral yapılıyor ama o dönemki tepki bugün yok” ifadelerini kullandı.

TOPLUMA GERÇEKLERİ ANLATMAMIZ LAZIM
Hükümet yetkililerinin ‘enerjiyi millileştiriyoruz’ söylemlerinin gerçeği yansıtmadığını ifade eden Soysal,  “Yerli kaynakları kullanıyoruz diyorlar. Ama bunu bizzat TÜİK’in rakamları yalanlıyor çünkü ülkemizdeki elektrik üretiminin yüzde 35’i kömürlü termik santrallerden, bunun da yarısından fazlası ithal kömürden. Kendi kömürümüz kalitesiz, onu kullanmıyoruz. Bugünkü termik santral teknolojisi içerisinde yakılmaya müsait bir kömür değil. Kimse kimseyi aldatmasın. Ukrayna, Güney Afrika’dan kömür ithal ediyoruz.  Aliağa’ya yapılmak istenen 7 tane kömürlü termik santralin bütün kömürü ithal kömüre dayalı. Buraya yapılmasının tek nedeni deniz limanı olması ve kömür gemilerinin rahatça taşınması… Yabancının kömürünü, pisliğini alacağız bu gemiler bizim temiz limanlarımıza yanaşacak. O limanları o gemiler kirletecek. Kömür o termik santrallerde yakılacak, hava kirliliğine neden olacak” dedi.