Kentini dinle, kendini dinle

25 yıllık gazeteci Nalan Kolağası İmre, habercilik mesleğinin yanı sıra TRT Kent Radyo’da da “Kent Kitaplığı” isimli programı hazırlayıp sunuyor. İmre, programına dair birçok konuyu ve Kent Radyo’yu bizlere anlattı


  • Oluşturulma Tarihi : 09.12.2017 07:30
  • Güncelleme Tarihi : 09.12.2017 07:30
  • Kaynak : HABER MERKEZİ
Kentini dinle, kendini dinle

SULTAN GÜMÜŞ / ÖZEL RÖPORTAJ

Yaklaşık 3 yıl önce kurulmuş olan TRT Kent Radyo İzmir, Ankara ve İstanbul’da kentin sesi olmaya devam ediyor. 25 yıldır farklı medya kuruluşlarında gazetecilik yapan Nalan Kolağası İmre, 3 yıldır hazırlayıp sunduğu radyo programıyla birçok yazar ve şairi ağırladı. İmre’nin sunmuş olduğu “Kent Kitaplığı” isimli programda İzmirlinin yakından tanıdığı değerli yazar ve şairlerin yanı sıra ilk kez adını programla duyuran, yazmaya gönül vermiş kişiler de yer alıyor.

Gazetemize özel açıklamalarda bulunan İmre ile birlikte radyoculuk, kent radyoları ve iki çocuk annesi olarak sabah başlayıp gece biten iş hayatının zorlukları hakkında keyifli bir röportaj gerçekleştirdik.

Kısaca kendinizi okurlarımıza tanıtır mısınız?

Yaklaşık 25 yıldır gazetecilik mesleğini sürdürüyorum. Hürriyet, TRT gibi kurumlarda staj yaptım. Çeşitli yerel gazetelerde muhabir ve yazı işlerinde editör olarak çalıştıktan sonra staj gördüğüm TRT’nin Kent Radyo’sunda Kent Kitaplığı isimli programı haftada 3 gün hazırlayıp sunuyorum.

Kent Kitaplığı programınızdan bahseder misiniz?

Şu ana kadar pek çok konukla bir arada olduk. İzmir’in şairlerini, yazarlarını, kütüphanecilerini, yayınevlerini ve genç yazarlarımızı yakından tanıdık, bu işe gönül vermiş, kendi alanında duayen isimleri, İzmir’in önde gelen kişilerini konuk ettik. Programımıza Ahmet Ümit, kadın yazarların öncülerinden Ayla Kutlu, Fİ, Çİ ve Pİ’nin yazarı Azra Kohen, Aytül Akal, Fatih Erdoğan, Karikatürist Semih Poroy, Yüksel Pazarkaya, Türkiye Yazarlar Sendikası Genel Başkanı Mustafa Köz gibi İzmir dışından da pek çok yazar konuk oldu. Kısacası 3 yılda toplam 516 programda yüzlerce konuk ağırladık.

Kent Radyo’nun çıkış aşamasına değinebilir misiniz?

Kent Radyo 3 yıl önce 12 Ocak 2015 yılında Ankara, İzmir ve İstanbul’da kuruldu. İzmir’de bu projenin içerisinde olmaktan çok mutluluk duydum. Pek çok konu ve konukla Kent Radyo bugüne kadar geldi. İzmirlinin kendisini dinlediği bir radyo. ‘Kentini dinle, kendini dinle’ sloganıyla ifade ediyor amacını. Siyasetçisinden sağlıkçısına, hukukçusundan yazarına, sporcusundan sanatçısına kadar pek çok alanda sivil toplum örgütleri burada kendilerini ifade edebildiler. Burada birçok yapımcı arkadaşımız kendi alanlarında programlar hazırlayıp sunuyor. Kimi her hafta bir taksi durağının misafiri olup taksicilerin sesini duyuruyor, kimi spor alanında birçok konuyu tartışıyor. Ben de gece saat 23.05’te mikrofon başına geçiyorum. Artık dinleyicimiz alıştı bu saate. Bizim bu yolculuğumuza onlarda eşlik ediyor.

İNSAN BİRİKTİRDİM

TRT Kent Radyo’nun size kazandırdıkları neler desek nasıl bir cevap verirsiniz?

Bana inanılmaz derecede çok şey kattı. Staj gördüğüm sırada hayalim olan şey gerçeğe dönüştü. Peri kızı gibi hissettim. Kendimi mikrofonun başında ummuyordum. Çünkü biz gazeteci olarak haberin hep mutfağında vardık. Staj yaparken de hep reji odasında bulunduk. Hep yapımcı, prodüktör olmak istemiştim. Ancak şimdi hem yapımcı hem sunucu olarak stüdyoda bulunuyorum. Bize güvenip mikrofonu emanet ettiler. Kent Radyo kente açılan bir kapı oldu. İnsanlar burada kendinden kişileri dinleme fırsatı buldu. Böylece hiç ummadığı, yakından tanıyıp da daha da derinlemesine bilmediği dostunu, arkadaşlarını tanımaya başladı. Kentimizde olup biteni daha yakından gördük. Bu da dinleyicinin bakış açısını değiştirdi belki de. Bir sivil toplum örgütü gelip kendini tanıttığı zaman dinleyicinin farkındalığı artıyor. Hiç ismi duyulmamış bir ev hanımı dahi bir kitap çıkarmışsa ve kendini ifade etmek istiyorsa biz ona da yer veriyoruz. İllaki ismi duyulduk bir yazar ya da sanatçı gelmelidir demiyoruz. ‘Böyle yaparsak kalitemiz düşer’ diye düşünmedim. Kalemine inanan herkese hitap eden bir platform. Çünkü herkesin bir ilk basamağı var. İlk şiiri, ilk öyküsü var. Belki ileride Ahmet Ümit veya Canan Tan olacak. Birilerinin birilerine şans tanıması lazım. Tıpkı ilk kez radyoda mikrofon başına geçen bizlere şans verildiği gibi. Bizim de birilerinin elinden tutup cesaret ve şans vermemiz lazım. Gelen eleştiriler olursa da bu yola ilk adımını atmış yazarımız için tecrübe olur. Ders alıp daha iyisini yapacaktır. Onlar da şunu söylüyor: ‘Kendimizi tanıtacağımız çok fazla bir yayın organı yok. Sizlerin sayesinde biz kendimizi tanıtma fırsatı buluyoruz.’ Ben de birilerini mutlu ettiğim için mutlu oluyorum. Gülen yüzlerle ayrılmak, gecemi gülerek kapatmak, yastığa kafamı koyduğumda mutlu ve huzurlu uyumak muazzam. Tekrardan radyoculuğun bana ne kattığını sorarsanız, dostlarım arttı diyebilirim. İnsan biriktirdim.

ELLERİM, AYAKLARIM TİTRİYORDU

İlk sunduğunuz programdaki heyecanı anlatabilir misiniz?

İlk sunduğum program benim açımdan dehşetti. Mesut Tim arkadaşımla birlikte programı sunacaktık. Henüz daha birbirimizi de tanımıyoruz. Çok heyecanlıydık, ellerim, ayaklarım titriyordu. Ne diyeceğimi bilemiyordum. İkimiz de birbirimize bakıyorduk kim önce konuşsun diye. Birbirimizin sözünü kesecek miyiz endişesi vardı. Kan ter içerisinde ilk programı bitirdik. Yavaş yavaş biz de bu konudaki üstatlarımızı dinleyerek, onlara soru sorarak kendimizi geliştirdik. Bir anı defterim var benim. Program sonrasında her konuk duygu düşüncelerini yazıyor. Orada yazılanlarda mesela nasıl bir yol kat ettiğimin göstergesi.

Programı sunarken yaşanan bir duygu değişimi var az önce ben de şahit oldum. Bu nasıl oluyor, o moda nasıl giriyorsunuz?

Bu kaçınılmaz bir şey. Tiyatroda da rastlarız. Ailenizden birini kaybetmişsinizdir ancak perde açılmak zorundadır. Ben de yaşadım bunu. Geçtiğimiz sene dayımı kaybetmiştim ve o gece program vardı. O duygu karmaşası ve üzüntüyle programı iptal edemem. Programdan önce ağladım, sızlandım ama programa başlarken yine dinamik girdik. Ne konuşmamız gerekiyorsa onları konuştuk. Fakat o gün sevgili dinleyicilerimize de dürüst davrandık ve konuklarım baş sağlığı diledi bana program esnasında. Murat Cancanbay’ın söylediği bir söz var: ‘Biz de insanız. Mikrofon önünde hata yapabiliriz. Bunu dürüstçe yayın esnasında dile getirebiliriz. Dinleyiciyi aptal yerine koymanın anlamı yok.’ Geçen gün inanılmaz bir öksürük krizi tuttu. Yayın esnasında belli etmemeye çalışıyordum ancak olmuyordu. Çünkü soru soracağım konuğuma fakat sesim çıkmıyor. Ben de dinleyiciye bu durumu söylemek zorunda kaldım. Ki daha samimi oluyor onlarla paylaşmak.

Pekala, radyoculuk nedir, ne değildir?

Gazetecilik mesleğinde her ne kadar 25 yılı devirsem de radyoculukta deneyimim 3 yıl. Dolayısıyla ben genç bir radyocuyum. Bu işe yıllarını vermiş biri eminim daha farklı cevaplandıracaktır. Bilmediklerimi öğreniyorum, öğrendiklerimi uyguluyorum. Gazeteciliğin yanında radyoculuğu da 3 yıldır sürdürmek çok keyifli. Bu işi severek yapıyorum. Ancak radyoculuk şudur deyip kesin ifadeler kullanamam. Aksi takdirde yıllardır bu işin içerisinde yer edinmiş duayenlere saygısızlık olur.

Televizyon ve radyoyu kıyaslarsak nasıl bir ayrım yaparsınız?

Televizyondan önce radyo yani ses vardı. Bir gizem vardı en başta. O sesin sahibini merak ediyorduk, sesin sahibini görmeden aşık oluyorduk ancak şimdi hangi ses kime ait anında görüyoruz. Çünkü sosyal medyadan programlarımızı, konuklarımızı paylaşabiliyoruz. Bu imkan sunulduğu için de sesi ve görüntüyü bütünleştirebiliyoruz. Dolayısıyla radyoculuğun bir gizemi kalmadı. Radyo her yerde dinlenebiliyor. Çalışma ortamında, ev işi yaparken, seyahat esnasında, yolda yürürken, araba kullanırken vs. Ancak televizyon öyle değil. Oturup birebir izlemek lazım. Detayları kaçırdığımızda izlediğiniz program kaçar. Radyonun daha kolay erişimi var.

İYİ Kİ GÜVENİP MİKROFONU VERMİŞLER

Hem anne hem gazeteci hem de radyocusunuz. Zorluklarından bahseder misiniz ya da nasıl baş ediyorsunuz?

Sabah 8.30, akşam 5.30 mesaim var. Onun dışında belediye de mesai dışına da işlerimiz sarkabiliyor. Belediyeden çıkıp gece 11’de radyoda olabilecek şekilde de ayarlamamı yapıyorum. Yani 8.30’da işe başlayıp gece 12’de işi bitirmiş olabiliyorum. 2 çocuğum var. Biri 18, biri 12 yaşında. Çocuklarım evde bazen yemeksiz kalabiliyor, onlarla gün içerisinde görüşememiş olabiliyorum, ben eve gittiğimde uyumuş olabiliyorlar. Evet, böyle handikaplar olabiliyor. Fakat yaptığım her iki işi de çok sevdiğim için bunun yorgunluğu ya da zorluğu bana yansımıyor. Eşim de gazeteci. Bu sebepten birbirimizi anlayışla karşılayabiliyoruz çünkü mesleğin neler gerektirdiğini biliyoruz. İyi ki bu işin içerisindeyim diyebiliyorum. İyi ki bu konuda bana güvenip mikrofonu teslim etmişler diyorum.

Dinleyici tarafından geri dönüşler nasıl?

Çok olumlu, güzel cevaplar alıyoruz. Gerek sosyal medya aracılığıyla gerekse karşılaştığımız zaman. Tabii ki kültür sanata dair program yapan arkadaşlarımız var. Ancak biz birebir onlara temas ediyoruz. Sanatın birçok dalına değil de yazmaya dair yeteneği olanları ve bunu pratiğe dönüştürmüş olanları ağırlıyoruz. Bu da gelen konuklarımızı daha bir mutlu ediyor. 25 dakikalık bir zaman dilimini onlara veriyoruz. Dinleyenler şaşırıp İzmir’de bu kadar yazar var mıymış diyebiliyor. Konuklarımızdan da çok güzel cevaplar alıyoruz. Bize uğur getirdiniz diyenler oluyor. Program sayesinde kitaplarının daha fazla okunduğunu vurguluyorlar.

Sizi gülümseten ya da aklınıza geldikçe üzen bir anınız var mı?

Yanlış bir anlamadan dolayı iki konuğum aynı gün içerisinde geldi. O gün çok şaşırmıştım. Başımdan aşağıya kaynar sular dökülmüştü. Nasıl telafi edeceğimi bilememiştim. Diğer konuğuma hazırlandığım için sonradan gelen konuğumu başka bir güne ayarladım. Elbette tebessüm ettiğim anlar da var. Şiir yarışmasında dereceye giren öğrenciler vardı onları davet etmiştik. İnanılmaz keyifliydi. Onlar için de bir stüdyoda bulunmak çok şaşırtıcıydı. Her programım tebessüm ettiriyor aslında.

RADYO DİNLEYİCİSİNİ KAYBETMEDİ

Teknolojinin gelişimiyle radyoculuk değerini yitiriyor mu?

Sanmıyorum. Halen evinde radyo açıkken bir tarafta arkadaşıyla birlikte kahvesini yudumlayan, arabasında radyosunu dinleyen pek çok kişi var. Radyonun pabucu dama atılmadı yani. Özel radyolar da çoğaldı. Televizyon belki daha cazip gelebilir. Görüntünün zenginliğinden dolayı. Ama kemikleşmiş bir radyo seyircisi de var. Halen daha geceleri o radyo programını bekleyen insanlarda var. “Gecenin İçinden” programı yıllardır yapılır. Yapıldığına göre demek ki insanlar biz varız diyebiliyor. Bana gelen konukların bazısı soruyor ‘saat çok geç ama bu vakitte dinleyen olur mu ki diye.’ Sonradan onlarda takipçisi oluyorlar programın. O saatte gezmesinden, tiyatrosundan, arkadaş etkinliğinden, eş dost toplantısından dönen birçok insan oluyor. Evine dönüp odasına çekilince çay ya da kahve eşliğinde radyosunu açan yığınla insan var. Kimisi diyor ki, beğen butonuna basmıyorum belki ama ben sizi dinliyorum. Her şey beğenmek değil. Dinlediğimi, sizinle birlikte olduğumu unutmayın. Televizyondaki programların birbirine benzerliği, tek tip olması da insanları radyo dinlemeye teşvik edebiliyor. Radyo dinleyicisini kaybetmedi aksine kaybedilen varsa da yeniden kazanıldı. Bir tane gelen dinleyici mesajını okutayım mesela: “Dopdolu bir program. Şiirler, şarkılar… Konser tadında. Size ve değerli konuklarınıza teşekkürler. Bu güzel şarkıları yıllardır dinleriz. Kimlerin olduğunu bilmeyiz çoğu kez.”

Radyoda müzik seçiminden de söz edebilir misiniz?

70 doğumlu olduğum için yeni nesil şarkıcıları daha az tanıyorum ya da yapılan müzik bana daha az haz veriyor diyebilirim. 70, 80 ve 90’ların şarkıları bana daha çok hitap ediyor. Daha duygusal daha içten bu şarkılar. Elektronik ortamda hazırlanan, kanlı canlı müzikler bunlar. Şimdiki şarkı sözlerinde küfürleri dahi duyabiliyoruz. Ben program içerisinde ya da sonunda bir şarkı çalıyorum. Genelde konuğumun da hoşuna gidebilecek müziklere karar verip yansıtıyoruz. Bazen ona sürpriz yapıp kendisinin kitabında geçen bir şarkıya da yer veriyorum.

İLK TOHUMU ATALIM…

Yazarın kitabını okuyarak programı öyle sunmaya başladığınızı söylediniz. Hayal kırıklığına uğradığınız kitaplar oldu mu?

Hayal kırıklığına uğradığım kitaplar zaman zaman oldu. İlk kitabıdır deyip, dilini anlamakta zorlandığım kısımlar oldu. Biz bu kitapları zaten eleştiri düzeyinde paylaşmıyoruz. Ben kendi yorumumu ifade etmiyorum. Çünkü bir emek, ayrılmış bir zaman var. Büyük bir şevk ve özveriyle işlenmiş her eseri ve yazarı tanıtmak istiyoruz. Onların hevesini kırmamak adına özellikle olumsuzsa hiç ifade etmiyorum. Biz eleştirmen değiliz. Bizim amacımız yazarımızı ya da şairimizi hem özel hayatıyla hem de kitabın içeriğiyle ilgili tanıtmak. Biz ilk tohumu atalım gerisi onlara kalmış.

Birkaç gün önce bir haber duyduk. TRT Kent Radyolarının kapanacağına ilişkin. Siz bu konuda neler düşünüyorsunuz?

Umarım olmaz ve sadece bir duyumdur. Biz de bunları duyuyoruz, kulağımıza geliyor ama yetkililer tarafından bizlere iletilen bir şey yok. Henüz yazılı bir belge ya da bilgi yok. Pek çok dinleyiciyle, kentiyle buluşan bu kent radyolar inşallah kapatılmaz. Çünkü kentli çok sevdi Kent Radyo’yu.

Son olarak radyoculuğa merak duyan genç nesillere ne demek istersiniz?

3 yıldır radyoya severek geliyorum. Konuklarım kadar bende heyecanlanıyorum her programda. Çok keyif verici bir iş, uğraş. Bunu yapanlar çok mutlu yapmak isteyenlere de tavsiye ederim. Tabi her şeyde olması gerektiği gibi olsun. Eğitimini de alsınlar. Özellikle de diksiyon. Radyoculuk bitti deyip es geçmesinler. Radyoculuk halen var. Yeter ki isteyelim, inanalım ve dinleyelim.

Haber Merkezi