Sayfa Yükleniyor...
Öğretmen-Yazar Ümit Yıldırım ile edebiyatta olan yolculuğuna konuştuk. Yıldırım son olarak yayınladığı ‘Güle Yaza Edebiyat’ kitabıyla edebiyat dünyasında büyük ses getirdi
ONURHAN ALPAGUT - RÖPORTAJ
Ümit Yıldırım’ın, Sincan İstasyonu Edebiyat Dergisi’nde uzun süredir yayımlanan edebiyatımızın ünlü simalarına ait anekdotları, “Güle Yaza Edebiyat” başlığıyla Yazılı Kağıt Yayınları’ndan çıktı. Ümit Yıldırım, kitapta yer alan anı ve fotoğrafların kimilerini kitaplardan, kimilerini şair ve yazarların kendi anlatımlarından derlediğini söyledi. Ümit Yıldırım ayrıca, “Sanatçıyı yalnız yapıtlarında değil, biraz da günlük yaşamındaki ilişkilerinde, konuşmalarındaki söz buluşlarında, olaylara bakış açılarında aramak gerekir. Bu söz varlıklarının, anı fotoğraflarının unutuluşun elinde solup gitmesine izin vermeden edebiyatımızın ünlü simalarından bir ‘gülen yüzler seçkisi’ hazırlamak istedik” diye konuştu. Yazar, edebiyatta olan yolculuğunu sorduğum sorular ışığında gazetemize anlattı.
Sizi kısaca tanıyabilir miyiz?
Diyarbakır, Ergani doğumluyum. Babamın işi nedeniyle ilkokulu üç ayrı şehir, altı ayrı okulda bitirdim. Bu yüzden olsa gerek ilkokul öğretmenim, arkadaşım belleğimde yok benim. Sanırım bu yüzden çocuklarım okula başladığından beri adresim hep aynı. Buca Eğitim Fakültesi mezunuyum. Türk Dili ve Edebiyatı öğretmeniyim. Mesleğimde 25 yılı geride bıraktım.
OKUDUĞUM ŞİİR ETKİLEDİ
Hayatınızda en fazla iz bırakan olay nedir?
İlkokul ikinci sınıftaydım. Türkçe kitabımda okuduğum bir şiir yüreğimi yerinden etmişti. Hiç unutmam, o şiirin yanında karlı bir kış günü pencerenin pervasına konmuş kuş resmi de vardı. Hemen anneme koşup o güzelim şiiri okudum; o da beğendi bu şiiri, çok da duygulandı. Beni etkileyen bir metnin annemi de o derece etkilemiş olmasına çok sevinmiştim. Güzel bir şiir, bizi güzellikte buluşturmuş, kalbimiz aynı heyecanla atmıştı. Edebiyatın güzelliğini ilk orada yaşadım. Üçüncü sınıfta da böyle bir metinle karşılaştım. Tabii okumak için yine anneme koştum. Kış mevsimi kapıya dayanınca kanadı kırık kuş, göç eden sürüye katılamaz, geride kalır. Hava soğur, kar yağmaya başlar. Küçük kuş, soğuktan korunmak için ağaçlara sığınmak ister. Ancak bunu hiçbir ağaç istemez. Yalnız, çam ağacı bu göçmen kuşun sığınma isteğine olumlu bakar, dalları arasında ona yer verir. Kış bitince kendini donmaktan koruyan çam ağacına iyi dileklerde bulunur bizim göçmen kuş. Bu iyi dilek sayesinde çam ağacı bir daha yapraklarını dökmez, her mevsim yeşil kalır. Edebiyatın başka bir gerçekliği olduğunu o yaşta kavramıştım. Kitap okumayı o günden sonra hiç bırakmadım. Bu ilk karşılaşma benim yaşamımda etkili ve değiştirici bir anıdır.
Kısa bir süre önce ‘Güle Yaza Edebiyat’ kitabını yayımladınız. Biraz bize kitabın oluşum hikayesinden söz eder misiniz?
20. İzmir Kitap Fuarındaydık. Enver Ercan, şiir okumaları için şairleri mikrofona davet ederken arada edebiyat dünyasının tanınmış isimlerinden anekdotlar anlatıyordu. Fazıl Hüsnü Dağlarca, Metin Eloğlu gibi şailerle yaşadığı çok güzel, anılardı bunlar. O güzelim anıların unutulup gitmesine izin veremezdim, onları bilgisayarıma kaydettim. Sonra, okuduğum kitaplardaki kimi anıları not etmeye başladım. Bir gün Yakın Kitabevi’nde mizah yazarı, öykücü Ahmet Zeki Yeşil’le sohbet ediyorduk. Yeri gelince mizah yönü ağır basan bu anılardan söz ettim ona. “Neden yayımlatmıyorsun? Çok güzel bir çalışma bu.” diyerek bana ışık oldu. Sincan İstasyonu dergisinde uzun süre yayımlandı bu metinler. Aynı zamanda Yazılı Kağıt Yayınları’nın sahibi olan Abdülkadir Budak, bu metinleri kitaplaştırmak istediğini söyledi. Olur, dedim. Kitap bir ay sonra raflardaki yerini aldı.
“BENİM İŞİM SEVİ İLE”
Bu kitabı elimize aldığımızda nasıl bir içerik bizi karşılıyor?
Güle Yaza’daki anekdotların kimilerini okuduğum kitaplardan, kimilerini şair ve yazarların kendi anlatımlarından derledim. Kitap okurken not alma alışkanlığımın yararı oldu. Hangi kitaplara uğramışım, hangi şair - yazarlarla iletişim kurmuşum... anı içinde anı oldu benim için. Bu keyifli çalışmaya devam edeceğim, insanı geliştiren bir yönü var bu tür okumaların, iletişimin. Edebiyatçıların daha doğrusu sanatçıların resmî biyografileri çoğunluk için sıkıcı. Bilirsin Behçet Necatigil’in “Açılır parantez doğum yılı, kapanır parantez ölüm yılı”… Oysa yaşayan insanlardır onlar. Sevmiş, öfkelenmiş, kızmış, gülmüş, ağlamış… Ben sanatçıları bu yönüyle de tanımak isterim. Popüler olmak değil bu. Sanatçının siyasi duruşu, yaşama bakış açısı, insanlarla olan ilişkisi… hep bu tür anekdotlarda kendini belli eder. Kişinin söyledikleri ile yaptıkları arasındaki uyum ya da uyumsuzluk eylemlerinde görülür. Aslında kişinin asıl yüzü, gerçek kişiliği bu tür söz varlıklarında gizlidir. Maskelerin düştüğü çok olmuştur ama biz küçük düşürücü anekdotlara yer vermedik. Bana bu tür anekdotlar geldi ama seçimimiz güzellikten yana oldu… Yunus’un dediği gibi “Ben gelmedim dava için / Benim işim sevi ile”
Elinizde üzerinde çalıştığınız hali hazırda yeni dosyalar var mı, bize söz eder misiniz?
Pek çok edebiyat ve kültür dergisinde şairler ve yazarlar üzerine yazılarım yayımlandı. Biliyorsunuz şiir kitaplarının ilgi görmediği bir zamanda şiir kitapları üzerine yazılanları kim ne yapsın?! Bu çaba, edebiyatın gözetilmesidir aslında. Ben ana dilime ve beni besleyen onca kitaba gönül borcumu okuyarak - yazarak ödemeye çalışıyorum. Türk edebiyatı, birikimi ve sürekliliği olan büyük bir organizmadır. Okumak, kimi zaman yazmayı beraberinde getiriyor. Ben böyle bir yapının içinde olmaktan mutluyum. Bu çabanın karşılığında ödül beklemek; ilgi, takdir ummak saf dilli olmaktır. Şiir, öykü, söyleşi, eleştirel deneme türünde dosyalarım var ama ben kitabım olsun diye kimsenin kapısını çalmam. Yazdıklarım değerliyse bir gün hak ettiği ilgiyi görür. Buna tanık olmak benim için lüks. Behçet Necatigil’in dediği gibi “Biz işimize bakalım.” Okumaya, yazmaya devam…
Korona pandemisinde neler yapmaktasınız?
Salgın beklenmedik biçimde bizi evimize kapattı. Benim gibi öğretmen olan eşim ve biri üniversite, diğeri ilkokulda öğrenci olan iki kızımla adeta tutukevinde bulduk kendimizi. Canlı dersler başlayınca bir curcunadır koptu evde. Her birimiz ayrı odalarda canlı ders yaptık. Kimi zaman seslerimiz birbirine karışıyordu. Üç genç kızla evde tıkılı kalmak önceleri ürküttü beni. Dışarı çıkamamak, maskeyle dolaşmak, kırmızı alanların giderek çoğalması, kötü haberler… sinirlerimizi yıpratır sandım ama öyle olmadı. İnsan, sürprizlerle dolu bir varlık, en olmadık zamanlarda bir çıkış yolu buluyor kendine. Bu salgın döneminde de öyle oldu. Kitaplara, filmlere, oyunlara, sohbete ve hayallere daldık. Enseyi karartmadık.
Türk edebiyatının size göre en büyük sorunu nedir?
Bu konuda, kimileri okumaz-yazarlık, kimileri samimiyetsizlik, kimileri idelojik gruplaşma gibi sorunları dile getirdi. Haksız da sayılmazlar. Aslında edebiyat tarihimizi okuyanlar bu sorunların her dönem için geçerli olduğunu görür. Her dönemde yetersiz kişiler köşeleri tutmuş, benlik davası gütmüştür. Ama zaman, sahte ile gerçeği biribirinden ayırt eder. Yüzlerce sanatçıdan ancak yol açıcı olanlar, farklı olabilmeyi başarabilenler geriye kalır. Bugün için bir sorun belirtmem gerekirse devlet politikalarının yetersizliğini söyleyiveririm. Kültür Bakanlığı, Milli Eğitim Bakanlığı, Türk Dil Kurumu, Devlet Tiyatroları, TRT gibi kurumlar üzerlerine düşen tarihsel görevi yeterince yerine getirememiştir ne yazık ki.
Eklemek istedikleriniz var mı?
Yaşadığı kenti tüketen değil; üreten, çoğaltan biri olmak istedim. Karanlığa itilen bu dünyayı ancak evimizi, kentimizi temiz ve aydınlık tutarak koruyabiliriz. Kentimizin, İzmirimizin buna -özellikle bu zamanda- gereksinimi var. İzmir’de çıkan edebiyat dergilerini, edebiyat çevrelerini bu nedenle önemsiyorum. Kent kültürüne katkı koymak burada yaşayan her bireyin sorumluluğudur. Herkes kendince üretmeli. Biri okuyup yazacak, biri sağlam bina yapacak, diğeri çöpü yere atmayacak… Biz bu kenti aydınlık yüzlü insanlardan Attila İlhan, Şadan Gökovalı vb. aldık, onlara yakışır bir kenti bizden sonrakilere bırakabilmek bizim yaşam biçimimize bağlı. İyiden, güzelden, üretimden, paylaşımdan yana olmalıyız…
Haber Merkezi