Türkiye'nin heykellerini yapıyorlar

Heykel sanatının İzmir'deki temsilcilerinden Zafer Dağdeviren, Ali Yaldır ve Derya Ersoy'dan oluşan grubun ürettiği eserleri İzmir’in her yerinde görmek mümkün


  • Oluşturulma Tarihi : 09.11.2015 08:11
  • Güncelleme Tarihi : 09.11.2015 08:11
  • Kaynak : HABER MERKEZİ
Türkiye'nin heykellerini yapıyorlar

ONURHAN ALPAGUT 

Heykel sanatı, mekan içinde üç boyutlu estetik biçimler yaratmayı amaçlayan görsel bir sanat dalıdır. 20. yüzyıla değin heykel, belirli nesne ya da konulan, betimleyen, hareket etmeyen kunt hacim ya da kütlelerden oluşan bir sanat olarak kabul görmüştür. 20. yüzyıldan sonra kapsamı genişleyen bu sanat dalı ile çağdaş sanatçılar ortaya çıkmış, heykel belirli malzemelerden yapılan bir sanat dalı olmaktan çıkmıştır. Günümüzde pek çok metal, balmumu, tahta ve benzeri materyallerden heykeller üretilmektedir. Bu geniş kapsamlı sanatın İzmir'deki temsilcileri Zafer Dağdeviren, Ali Yaldır ve Derya Ersoy'dan oluşan grup Türkiye'nin heykellerini yapıyor. Belediyeler ve çeşitli büyük kuruluşlar ile çalışan bu üçlü, bugüne kadar çok sayıda esere imza atmış. Grup adına sorularımızı Zafer Dağdeviren, içtenlikle yanıtladı.

Bize grubunuzdan bahseder misiniz?

1995 yılından beri beraber çalışıyoruz. İzmir Büyükşehir Belediyesi'nde ortak bir sergi açtık, bu sergiden sonra diyalogumuz arttı. O Zamandan bu yana birlikte iş yapıyoruz. 1995 Yılında Konak'ta ilk atölyemizi beraber kurduk. Tanışıklığımız Efeler adlı bir sergide gelişti. O dönemde Burhan Özfatura İzmir Büyükşehir Belediyesi Başkanlığındaydı. Gerçekleşen sergide 1'nci olduk. Daha sonra diğer çalışmalarımızı birlikte yapmaya karar verdik.

Tanışmanızın bir hikayesi var mıdır? Bizimle paylaşır mısınız?

Tanışıklığımız sergi kaygısı ile oldu. İzmir'de genç heykeltıraşlar olarak, on kişi kadardık. İzmir içerisinde değişik sergiler açtık. İlk sergimiz Çetin Emeç'te oldu. O sergi ve onu takip eden sergiler sonrasında belirli bir oluşum oldu. Birbirimizi tanıdık ve sanata ortak gözle bakmaya başladık. Sonrasında benzer değerlendirmeler yaptığımızı fark ettik. Bu şekilde gruplaşmaya karar aldık. Sonuçta heykeller ve sanatsal çalışmalar gerçekleştirdik. Bizim için mücadele bu şekilde başladı.

Sanatınızı ne şekilde tanımlıyorsunuz?

Heykel, toplumun çekim merkezi ve dönemin aynasıdır. Her dönemde sanat akımları değişmiştir. İnsanlar ölür ancak sizin yaptıklarınız kalır. Yapılan heykeller dönemin politik duruşunu, insanların yaklaşımlarını ya da dönemin değerlerini yansıtır. Bazen bakarsınız sanat kavramsala gider ve ortaya daha stilize işler çıkar. Bazen de toplumun bir değeri ortaya çıkar ve toplumun meyili o yönde değişir.

Atölye olarak heykel sanatı dışında uğraştınız bir sanat dalı var mıdır?

Atölye olarak uğraştığımız başka sanat dalı yok ancak bireysel anlamda kendi çalışmalarımız mevcut.

Çalışmalarınıza gelecek olursak, neler yaptınız veya yapıyorsunuz?

Yaptığımız çalışmalar Türkiye ve İzmir içerisinde çok fazla sayıda. Bunlardan bazıları; Montrö Meydan'ındaki kadın heykeli, İnciraltı’ndaki efe heykelleri, Karşıyaka'nın girişinde bulunan kadın heykelleri, Kordon'da Zübeyde Hanım Heykeli, Urla'da Tanju Okan Heykeli, Hatay Nokta'da Dr. Behçet Uz Heykeli, Aydın'da Adnan Menderes Aanıtı, Marmaris'te ahtapot heykeli, İstanbul'da Sadun Boro Heykeli, İzmir'de ayrıca Neşet Ertaş, Sait Altınordu, Nazım Hikmet heykelleri yaptığımız çalışmalardan sadece bazıları. Şu anda Karşıyaka'ya yapmaya hazırlandığımız Öğretmenler Anıtı, Ataol Behramoğlu Anıtı var. Bu şekilde belediyelere yaptığımız birçok çalışma var.

Bize kısaca ön çalışma sürecinizden bahseder misiniz?

İlk önce tasarım yaparız. İlgili olan kurumlara tasarımlarımızı sunarız. Kurumlarla hem fikir olduğumuz takdirde heykelin yapım aşamasına geçeriz.

Sipariş üzerine iş yapmak sizi kısıtlıyor mu?

Tabi kısıtlıyor. Siparişi aldığınız kurumun belli bir ideolojik anlamda yaklaşımı varsa, sanatçı gözüyle de bu işe evrensel bakmak zorundasınız. Yapılmak istenen şey doğruysa elbette üzerine gitmek gerekiyor. Ancak yapacağınız eser belli bir ideolojiye çekilmek isteniyorsa, işte o zaman karşısında durmanız gerekiyor. Biz her zaman için yaptığımız objeyi her yere koyabilmeliyiz ve onu savunabilmeliyiz. Belediye başkanı dediğiniz kişi belli bir dönem o makamda sonrasında gidiyor. Ya da dönemin ideolojisi belli bir dönem sonrasında bitebiliyor. Ancak insanlar bu heykelleri sorguluyorlar ve sorgulamaya devam ediyorlar. Bu durumda yaptığınız heykeller sürekli ağızdan ağıza aktarılıyor. Yaptığımız heykelde bizler kendi düşüncelerimizi yapıyoruz ya da insanlara doğru değerleri vermeye çalışıyoruz. Bundan dolayı kötü yaklaşımlara eğilmeden, meyil vermeden yaptığınız işi doğru bir şekilde yapmanız gerekiyor.

Sergi veya sergileriniz oldu mu? Bunlardan kısaca bahseder misiniz?

Bugüne kadar pek çok sergi ve yarışmalarımız oldu. Bunlarda birincilikler elde ettik. Örnek verecek olursam; 2008'de Türkiye'nin pavyonunu oluşturmuştuk. Bu pavyon EXPO Zaragoza'daydı. Yüz on tane ülke katılmıştı. Katılan ülkeler arasından dünya 2’nciliğini aldık. 1996 senesinde tüm Türkiye çapında düzenlenen yarışmada 60 sanatçı arasından birincilik alarak ayrıldık. Bu şekilde birçok derecemiz mevcut.

Eserlerinizle aranızda duygusal bir bağ var mı? Satıldığı takdirde ne hissediyorsunuz?

Yaptığımız heykel bizim heykelimiz olduğu için bir bağımız elbette oluyor. Ülkemizde pek bilinmese de sanatçılara ait bir takım haklar var. Bu haklardan bir tanesine göre: eseri satabilirsiniz ancak eseri bir serginizde sergilemek üzere geri alabilirsiniz. Sonra tekrar verirsiniz. Bu hakka göre kişi sadece eserinizi elinde bulundurma hakkına sahiptir. Eser hiçbir zaman satın alan kişiye ait olmaz. Sanatçı eserin sahibi ve babasıdır. Bir heykel satıldığı takdirde elbette üzülüyoruz, fakat her zaman için esere karşı sorumluluk hissediyoruz. Heykeli meydana da koyabiliriz, sergi salonunda da sergileyebiliriz, başka bir şeyde yapabiliriz.

Eserlerinizde daha çok hangi temaları kullanıyorsunuz?

Halkı ilgilendiren konular eserlerimizin temelini oluşturur. Bazen çevreye dinamizm de katmanız gerekir. Bu bağlamda bazen klasik heykel yapmak doğru olmaz. Bu durumda çok renkli heykeller de yapabiliyoruz. Metalden, mermerden yaptığımız heykellerde oluyor. Kısacası yerine, mekanına göre özel tasarımlar yapıyoruz. Yerine göre klasik, soyut, stilize işler gerçekleştiriyoruz. Bizi yer ve dönem yönlendiriyor.

Sizce İzmir'de heykel sanatına ilgi, alaka nasıl?

Heykel sanatında hocalarımızın emeklerini küçümsememek gerekiyor. Onlarda bu işe ciddi emekler vermişlerdir. İşe gerçekçi olarak bakarsanız geçmişimizde Müslümanlık var. Bu da bizim sanatımıza ket vurmuş. Çok ciddi, yetenekli kişilerimiz olmasına rağmen önleri kapanmış. Figüratif anlamda heykeller cumhuriyetin ilanından sonra daha rahat yapılmaya başlanmış. Cumhuriyetin ilanından önce ise baktığınızda padişahların yanlarında heykeltıraşlar var. Dönemin heykeltıraşları güzel eserler ortaya koymuşlar ancak kapalı alanlarda sergilenmiş. Eserleri açık mekanlara koyamamışlar. Geçmişteki önemli kişilerden bir tanesi Sadrazam İbrahim'dir, heykelleri ülkeye getirmiştir. O dönemde toplumun yobaz olmasından dolayı bu heykeller kırılarak imha edilmiştir. Bizler halkımıza yobaz demiyoruz ancak halkımızın kültür seviyesi ortada ve bu düzeyi ileriye taşımamız gerekiyor. Heykel bize birazda toplumun modernlik düzeyini gösteriyor. Bizim birbirimizi kabullenmemizi sağlıyor. Sanatta da bazen bu durum olmuyor. Yaptığınız işlere bazen karşı taraf saygı duymaya biliyor.

Sanatı diğer dünya ülkeleri ile karşılaştıracak olursanız neler söylersiniz?

Bir ülkede güzel sanatlar fakültelerinin çoğalması sanat anlamında iyi bir durum. Ama bu durum şunu da meydana getiriyor; fakültelerde bir takım kişiler ders veriyor, bunların hepsi de iyi düzeyde değil. Bu fakültelerin çoğalması işin çok, sanatın iyi yapıldığı veya nitelikli olduğunu göstermiyor. Buralarda vasıflı eğitim verilmesi şart. Fakülte çoğaldıkça seviye de düşmede meydana gelebiliyor. Bizim işimiz özellikli bir iş, o yüzden fakülteye alınan kişilerin çok iyi seçilmesi gerekiyor. Aldıkları eğitimler sonucunda kişiler belgeler alıyor. Kağıt üzerinde işi icra edebilir gözüküyor. Belge bir anlam ifade ediyor. Bazen ise insanlar hiçbir şey yapmadan fakülteden mezun da olabiliyor. Bu takım kişiler dışarıda özürlü işler yapabiliyor. O yüzden sanatın ciddiye alınması gerekiyor. Bakıyorsunuz büyük ülkelerin şehirlerine birçok eser mevcut. Gezerken büyüleniyorsunuz. Düşünüyorsunuz bu şehirler sanata doymuş daha ötesi yapılamaz ancak adamlar yapıyorlar. Ama bizim ülkemizde daha özürlü sanattan kurtulamadık. Daha gördüğünü yapamayan insanlar kavramsal sanat yapmaya çalışıyorlar. İlk önce bu işin temelinin sağlam olması gerekiyor. Sanatçı, topluma bir takım şeyler sunar ve toplumu ileriye taşır. Bizler düşüncelerimizi forma dönüştüren kişileriz o yüzden sanatı gerçekten yapabilen kişilerin ortaya çıkması gerekiyor.

Sizce sanata ve sanatçıya gerekli değer veriliyor mu?

Önce sanatçı yetiştirmemiz lazım. Sanatçı adı altında işler yapan kişilerin gölgesinde sanat sıradanlaşıyor. Sanatçı idealisttir. Bizler de daha sanatçı değiliz. O noktaya gelebilmek için çok uğraş vermek gerekiyor. Bir Münir Özkul, Selda Bağcan, Cem Karaca, Rodin olmak kolay değil. Bizim ülkemizde sanatçıya değer verilmiyor. Sadece ses sanatçıları, sanatçı olarak görülüyor. Ama o ses sanatçıları gerçekten sanatçı mı? Ya da gerçekten sanatçı kişileri biz yetiştirebiliyor muyuz? Bunu sorgulamamız gerekli. Her konuda sanatı iyi irdelemek gerekiyor. Devletin size verdiği kadar sanatçı olabiliyorsunuz. Biz belki başka ülkede olmuş olsaydı, daha iyi yerlerde olabilirdik. O zaman bizimde verdiğimiz mücadeleler farklı bir boyuta taşınabilirdi. Daha rahat çalışabilirdik. Daha özgün eserler çıkarabilirdik. Bizim ülkemiz daha demokrasisini oturtamadığı için sanatta sıkıntı yaşıyoruz.

 

Haber Merkezi